Yetimhaneden ayrılalı sanırım on beş gün oldu. Üç gün öncesine kadar sokaklardaydım. Fakat şimdi bir ailem vardı. Bir babam ve kardeşlerim. Sandığım gibi tek çocuk değilmişim aslında. Ve öğrendiğim bir şey daha var. Annemin mektubunda yazanların hepsi doğruymuş. Babam gerçekten de bir Tanrıymış ve olmadığını düşündüğüm her şey aslında varmış…
Şaşkınım hala… Nasıl bu noktaya geldi her şey. Anlamadığım o kadar çok şey var ki… Henüz babamla konuşma şansına erişemedim. Fakat bildiğim tek nokta o gün geldiğinde çok fazla konuda konuşmak isteyeceğim… İlki ve belki de en önemlisi neden… Neden annem öldüğünde bana ufacıkta olsa bir işaret yollamadı… Hep yanımda olması neyi değiştirir ki…
Düşüncelerimin arasında yeni hayatıma alışmaya çabalamanın yanı sıra kampı gezmekten de yorulduğumu hissetmek çokta şaşılacak bir şey olmasa gerek… Ancak öğrenmem gereken şeyler, gezmem gereken yerler var. Burayı iyice öğrenmem gerektiğini düşünüyorum. Artık benim evim burası çünkü ve buradaki hayatıma çok çabuk adapte olmalıyım. Geçmişimi düşündüğümde yetimhane de yaşadıklarım burada yaşayacaklarımın yanında çok basit kalıyor. En azından içimden gelen ses bunu söylüyor.
Kampın içerisinde gezmediğim bir yer kaldı mı acaba? Diye geçiyor aklımdan. Cephanelik, orman, amfi tiyatro, arena çoğu yerin önünden geçtim. Tekrar kulübeme dönmek üzereyken aklıma gelen pegasus ahırlarıyla duraklıyorum. Aklım bazı şeyleri kabullenmekte hâlâ zorlanmakta… “ Tanrıların ve melezlerin varlığı doğru olabilir; ancak pegasuslar yoktur. Eminim bir sürü heykeller vardır. Ve herkes heykelleri sahipleniyordur. “ Düşündüklerim bunlardan ibaret olsa da merakımın ağır basmasıyla ahıra doğru yürüdüm.
Ahıra yaklaştıkça duyduğum kişnemelerle garip bir duyguya kapıldım.“ Ne yani, olmadığını düşündüğüm her şey gerçek mi? “şeklinde aklımdan geçirmek tuhaf bir histi. Hayal kırıklığı deseniz değil, sevinç deseniz hiç değil. Sanırım bunun tarifini asla yapamayacağım. Karmaşık düşüncelerimin arasında ahırdan içeriye girdiğimde isimlerini henüz bilmediğim melezleri gördüm birer pegasusun başını okşuyorlardı. Şu anda yapabildiğim sadece şaşkın bir şekilde gözlemekti. Etrafıma bakınırken sanki beni yanına çağırmak için kişnemeye çalışan, diğerlerine göre daha küçük boyutlarda ama bembeyaz bir pegasusu gördüm. Ve bir anda kendimi onun yanında onun o muhteşem gözlerine bakarken buldum. O kişnemeye başladığında içten gelen bir tebessüm yayıldı dudaklarıma ve çekingen bir şekilde okşamaya başladım tıpkı diğer melezler gibi. Okşamamla sessizleşen ata baktım. Bembeyaz tüyleri yumuşacıktı ve sanki bana ait olmak istermişçesine elimi çektiğimde
kişniyordu. Elimi uzattığımda ise susuyor. Tekrar karmaşık bir duyguya kapıldım. Fakat bu sefer hafif bir mutlulukta vardı içimde. Belki de yıllar sonra o yetimhanenin düşmanca duvarları arasındaki dışlanmanın haricinde kabullenilmekti beni mutlu eden. Yeni gelmiş olsam da tamamen kabullenilmiş olduğumu hissediyordum bu dünyada.
Düşüncelerimin arasında ne zaman yan taraftaki masaya gittiğimi ve oradan şeker aldığımı hatırlamıyorum ama düşüncelerimden ayrılmayı başardığımda, elimdeki şekerleri büyük bir mutlulukla yiyen atı fark ettim. Ve fark ettiğim diğer bir şey de bu at artık benimdi.
“ Senin gökyüzünü andıran gözlerin için sana Sky diyeceğim “ diye mırıldandım başını öpebilmek için eğildiğimde. Şekerler bittikten sonra bir süre daha okşadım Sky’ımı.
Ahırdan çıktığımda üç saatimi orada geçirdiğimi fark ettim. Ve mutlu bir şekilde kulübeme giderken aklımdan tek geçen“ Yok dediklerim aslında varmış”oldu.