Kampa geldiğimden beri uzun, çok uzun bir zaman geçmişti. Burada yaşamadığım belki de hiçbir heyecan kalmamıştı; savaşlar, zorlu görevler, ihanetler, aşklar, dostkluklar ve asla sahip olamadığım güçlü aile bağları... Kısaca her şeyi yaşamıştım işte, ama tek bir eksiğim vardı. Hiç bayrak kapmaca yarışına katılmamıştım. Kamptaki en zevkli ve en zorlu yarışmalardan biri olan bayrak kapmacayı -daha önce katılmamış- her melez gibi ben de merak ediyordum. Bu fırsat elime geçti, ama geçtiğine pişman oldum kısa sürede...
Bu yarışta tüm kulübelerden seçilen karma iki grubun mücadelesi vardı. Diğer grubun bayrağını alıp ilk önce ortadaki nehre getiren kazanıyordu, ve bunu yapmak için de uzun süre planlar yapılıp stratejiler belirleniyordu. Neden mi pişman oldum? Çünkü kırmızı takımın lider kulübesi olma görevi bize düşmüştü; kulübe liderimiz Mia işleri yüzünden bayrak kapmacayla ilgilenemediği için de tüm yük benim omuzlarımdaydı. Yine de bununla baş edebilirdim, elimden gelenin en iyisini yapıp kazanmamızı sağlayabilirdim... Ama takımlar arasındaki dengesizlik, benim bile mücadele edemeyeceğim boyuttaydı. Sevgilim olan Athena kızı Lucy mavi takımın lideriydi, dolayısıyla ona karşı savaşacaktım. Tek handikapımız bu değildi tabii, Lucy günler öncesinden birçk kulübeyle gizli ittifak yapmıştı. Tarafları öğrenince şoke olmuştuk; sayıca bizim iki katımızlardı! Ve en güçlü kulübeler de onların tarafındaydı, kazanma şansımız öyle az görünüyordu ki... Ama yine de pes etmeyecektik tabii ki, bu bizim doğamızda yoktu. Günlerce planlar yaptık kulübemizde; ben, Amanda, ittifağımız olan Persephone kulübesinden Jess ve Dryope, ve sürpriz biri; babamız Tanrı ares. Beyin ekibi olarak adlandırabileceğimiz bu grup her gün boş vakitlerde bizim kulübemizde toplanıp planlar, stratejiler üzerinde tartışıyorduk. En sonunda hepimiz ortak bir planda karar kılınca yarışı beklemekten başka bir şey yapamayacağımıza karar vermiştik.
Yarış vakti geldiğinde bayrağımızın orada toplandık, ben de daha önce hazırladığımız planlar doğrultusunda arkadaşlarıma emirler yağdırmaya başladım. Kardeşlerimin bir kısmına bayrağı savunma görevi verdim, onları desteklemek için de bir Dionysos çocuğu ve iki Hera kızı. İki Dionysos çocuğuna ormanda tuzaklar hazırlama işini bıraktım, 4 Hermes çocuğu da saldırıya geçen düşmanları engelleyip onları bu tuzaklara çekecekti. Yirmi üç kişilik grubun büyük kısmını savunmada görevlendirmiştim, geriye sadece 9 kişi kalmıştı. Bunların ikisi Jess ve Glau'ydu. Onların görevi rakip savunmanın dikkatini çekip ana saldırı grubunun yolunu açmak, rakip savunmayı bölgeden uzaklaştırdıktan sonra da Glau'nun gölge yolculuğu gücünü kullanarak mavi takımın bayrağına, yani Zeus Yumruğu'na gelmekti. Biz de ana saldırı grubuyduk. Mia, Amanda ve bana; iki Hermes, iki Persephone çocuğu eşlik ediyordu. Önümüzdeki ilk engel karşı takımdaki Zeus ve Poseidon çocuklarının güçlerini birleştirerek nehre elektrik akımı vermeleriydi. Bu engeli dahiyane bir fikirle çözdüm; Mia'nın mızrağını aldım, ve demir ucu altta kalacak şekilde nehre doğru koşmaya başladım. Bir anda kendimi nehre atıp mızrağın demir ucunu nehrin dibindeki toprağa sapladım. Kardeşlerim nehre düşmemle bana elektrik çarpacağını düşündükleri için çığlık çığlığaydılar; ama bilmiyorlardı ki mızrağı bir paratoner olarak kullandığımı... Mızrağın demir ucu sudaki tüm elektrik yükünü çekip toprakta nötrlemişti bile ben nehre düştüğümde. Arkadaşlarıma bundan sonra anlattım olanları, sonra da güvenle rakip takımın bölgesine girdik. Bu sırada Amanda'nın özel gücü devreye girdi; Lucy'nin zihnine belli belirsiz illüzyonlar gönderip onun zihnini meşgul etti ve düşünce okuma avantajlarını kaybettiler.
Birkaç dakika sonra ormanın derinliklerinde çıkan bir çarpışmada Lucy ile Stell'i esir almamız ise kesinlikle bize çok büyük bir avantaj sağlamıştı. Önümüzdeki bir diğer engel de Demeter kızlarıyla birlikte pusmuş olan Artemis avcılarıydı. Bu sırada planım kusursuz bir şekilde devreye girdi; Jess ve Glau onları oyalayıp oradan uzaklaştırdı. Biz de oradan güvenle geçtik, ama bizi bir sürpriz daha bekliyordu. Zeus oğlu Leo ve onun eski sevgilisi Athena kızı Sere bize ani bir baskın yapıp Lucy ile Stell'i kurtardılar. Ama bunun benim için fazla bir önemi yoktu artık, sona öyle çok yaklaşmıştık ki... Onların bir saldırı timi olsa, Lucy ve Stell'in bu timin içinde olmayacağına ihtimal bile vermezdim. Ve onlar kendi bölgelerinde çırpınıyorlardı, biz ise onların bayrağına gelmiştik neredeyse. Terazide denge bozulmuştu, ağır basan taraf artık kesinlikle bizdik. Bunu kanıtlamaya yeten son şey ise Zeus Yumruğu'nda kalanları görmemizle oldu. Bir grup Afrodit kızı, birkaç Poseidon ve Hephaistos çocuğu. Kenarlarda pusmuş olan Apollon okçularını kısa zamanda etkisiz hale getirdikten sonra ortadaki kalabalığın arasına -kelime anlamıyla- daldık. Gürzümü çıkarıp karşımdakinin bir insan olup olmadığına bile aldırmadan saldırmaya başladım. Ekip arkadaşlarım da bana katılınca kısa bir sürede rakiplerimiz karşısında avantajı sağladık. Bayraklarını kontrol ettiğimde ise beni bir şok bekliyordu; bayrak yerinde yoktu! Bunun tek bir açıklaması olabilirdi, Jess planıma uyup bizim savaşımıza hiç aldırmadan bayrağı alıp uzaklaşmış olmalıydı. Artık mavi takımın diğer melezleri gelse bile fark etmezdi, nasılsa onlar Zeus Yumruğu'na geleceklerdi, ve geldiklerinde de onlarla savaşmayı hırsla bekleyen kana susamış 7 melez bulacaklardı. Jess ve Glau ise benim onlara gösterdiğim uzak bir yoldan, kimsenin onları göremeyeceği bir yoldan nehre doğru ilerliyorlardı. Bu yarışı kazanmamız için artık önümüzde hiçbir engel olmadığını düşnüyordum. Normalde olsa bu kadar yaklaştıktan sonra kaybetmek beni çok üzerdi. Ama bu yarışta değil, bu saatten sonra kaybetsek bile üzülmezdim. Çünkü tüm olumsuzluklara rağmen, dezavantajlarımıza, güç dengesizliğine rağmen bu kadarını başarmıştık; artık yarışı kaybetsek bile bu kesinlikle takdire şayan bir zaferdi. Azmin zaferiydi.