Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Marcus Heath Laxell

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Marcus Heath Laxell
Küçük Tanrı
Küçük Tanrı
Marcus Heath Laxell


Mesaj Sayısı : 55
Kayıt tarihi : 09/12/10

Marcus Heath Laxell Empty
MesajKonu: Marcus Heath Laxell   Marcus Heath Laxell Icon_minitimePerş. Ara. 09, 2010 4:19 am

K U T S A L T A K D İ M

BÖLÜM 1 ~ BEKLENMEYEN



Dolunayın sert çehresinin, sararmış otları ve yabani çiçekleri aydınlattığı geniş çayır, ruhani bir dünyanın beyaz ve kaşmir yumuşaklığına bezenmiş tabanını andırıyordu sanki. Her biri işinde profesyonelleşmiş beş büyücü ve iki cadı bu ruhani dünyanın kahverengi topraklarında belirli bir ahenk eşliğinde savuruyorlardı belli belirsiz siluetlerini. Bir müddet etrafı saran tek ses, yabani hayvanların uğultularıyken, sessizliğin yarattığı atmosferi bozan kahverengi peleriniyle sarmalanmış vücudunu düzenin ilk sırasına yerleştirmiş olan kudretli büyücü bozmuştu. Saçları geçmişte yaşadığı deneyimlerin birer kanıtı gibi parlıyordu, gecenin koynunda büyüyen ay ışığı eşiğinde. Yaşlanmış vücuduyla tezat oluşturan hareketleri bir o kadar dinç ve etkileyiciydi. Geçmişin izlerini barındıran yaşlanmaya yüz tutmuş kırışık elleri, otların ötesindeki dairesel biçimdeki alanı işaret ediyordu nazik bir bilek hareketiyle. İnce, solgun dudaklarından dökülen kelimeler hayat bulduğunda diğer büyücü ve cadıların dikkatini çekmekte hiç vakit kaybetmemişti.“Sonunda geldik sanırım.” Dedi. Her ne kadar sakin görünmeye çalışsa da yüzündeki endişe ve belki de bir nebzede olsa var olan korku açıkça okunabiliyordu. Yıllardır açılmamış bu muazzam anıtın barındırdığı sırları kim tahmin edebilirdi ki?

“Tam olarak nereye geldik?” Diye sordu gruptaki iki kadından sarışın ve diğerine oranla daha genç olanı. Bir yandan da ay ışığında altın gibi parlayan saçlarını çekiştiriyordu. “Bir mezar, öyle değil mi?” Diye söze karıştı kalın, ürkütücü sesi ile içlerinden şişman ve boyu normalin altında seyreden büyücü. Öncü, diğerlerinin dudak bükmelerine aldırmadan kafasını sallayarak bu tıknaz adımı onayladı. Ardından dizlerini kırıp yere doğru kıvrılarak arka cebine yerleştirmiş olduğu asasını bir solukta çıkardı ve çıplaklığını sergilemekten çekinmeyen yumuşak toprağa nazikçe dokundurdu. Toprak yavaşça aralanmaya ve ay ışığıyla yıkanmaya başlamıştı bile bu sihirli hareket sonucu. Yedi büyücü –her ne kadar hiç biri gerçekten istekli olmasa da- karanlığın esaretine mahkûm olmuş bu çukura adımlarını attı. Dudaklardan dökülen sihirli kelimeler sonucu mucizevî bir biçimde küçücük bir asanın benliğinden dökülegelen göz alıcı ışık sayesinde karanlığı delip geçmişler ve bu ortamı berrak bir ışık huzmesi ile doldurmayı başarmıştı kudretli büyücüler. Karanlıktan arındırılmış kasvetli bu yer bir mezardan çok tüneli andırıyordu. Tünel boyunca ayak sesleri tek yardımcılarıydı sanki boğucu sessizlik eşliğinde. Öncü dışında hiç birinin ne aradıkları ya da ne bulacakları hakkında en ufak bir dahi fikri yoktu.

“Burası kimin mezarı ve ne arıyoruz?” Diye sordu kısa saçlı esmer kadın. Herkesin merak ettiği; fakat sormaktan bilhassa çekindiği soruyu dile getirme cüretini göstermişti. Öncü, yönelttiği soruya bir müddet sessiz kalma yolunu tercih edince, yaşadığı hayal kırıklığının yarattığı etki ile başını hafifçe öne doğru eğme eğilimine girişti.“Burası bir temsili mezar. Hogwarts kurucularından Helga Hufflepuff’ın mezarındayız sevgili kardeşlerim.” Dedi meslektaşlarının suratındaki şaşkınlık ifadesi şimdi ruhunun bir köşesinde alevlenen hazzın yarattığı etkiyle sert çehresine yumuşak bir gülümseme eklerken. “Fakat Helga Hufflepuff’ın mezarı ola…” Öncü, sarışın cadının sözünü kesmişti.“Temsili dedim sevgili kız kardeşim.” Dedi korkutucu derecede gizemli bir sesle. “Onun adına yapılmış ve bir sır barındıran, gizli bir mezar.” Diye devam etti aynı ürkütücü ses tonu ile.“Peki, tam olarak ne arıyoruz.” Kısa saçlı kadın kekeleyerek söze girivermişti, diğer tüm meslektaşları onun bu cesaretini takdire şayan bulurken.

“Sorun şu ki, ben de bilmiyorum.” Dedi öncü kaygılı bir sesle. Şimdi yüzünden uzun zamandır çıkarmadığı korkutucu adam maskesi düşmüş ve gözbebeklerinden dahi okunan korkunun o alacarengi geri gelmişti. Ne arıyorlardı ki burada? Bilinmemezliğin yol açtığı bu vaziyet zaten yeterince huzursuz bir durum teşkil ederken böylesine boğucu bir ortamda çaresizliğin en hat safhasını yaşamak gerçekten ne kadar doğruydu! Ne ile karşılaşacaklarından bihaber bu topluluk ne kadar faydalı olabilirdi ki bu durumda? Sorular ancak ve ancak doğru cevaplanınca anlam teşkil ederdi ve bu durumda söylenebilecek tek söz, çıkmazın eşiğinde olduklarıydı. Zar zor sığdıkları yerin dibi, nahoş bir biçimde insanı ürpertiyordu sanki. Aradıkları her neyse bu daracık ortamın uzun ve geniş ufkunda bir yerlerde olduğuna inanmaktan başka çaresi kalmamıştı öncünün. Bitmek bilmeyen yorucu gezintileri gözlerini aydınlatan yoğun ışık huzmelerinin de darbesiyle daha bir çekilmez kılıyordu bu durumu. Arka sıralardan gelen boğucu bir ses yankılanıyordu dört bir yanda. ‘’O zaman nasıl bulmayı planlıyorsun bu sırrı, ya da her ne ise işte?’’ Tiz yankılanan sesten anlaşılacağı üzere bir kadın feryadından başka bir şey değildi bu. Peki ya haklı olamaz mıydı? Henüz öncü dahi ne aradığından bihaber iken onları bu yere kadar sürüklemek hangi mantıklı zihnin bir yansımasıydı? Lakin her şeyin bir bedeli vardı ve tarihin solgun kitap aralarından kurtarılıp gerçeğin ışığıyla arınması gerekiyordu. Bu sır her ne ise bugün, burada var olacak ve puslu zihinlerde kalıcı bir iz bırakacaktı. ‘’Biraz daha kardeşlerim, biraz daha sabır.’’ Dökülen kelimelerde beliren endişe sesinin titremesine neden oluyordu öncünün. Soğuk bir yandan keskin bir bıçak gibi tenlerde huzursuzca kıvranıyordu. Yerin bunca kat altında bu kadar soğuğun işi ne olabilirdi? Asasının ışığını bitmek bilmeyen tünelin uzak bir köşesine doğru yönelttiğinde karşısında beliren görünüm son yarım saatin belki de en umut verici kısmına delalet ediyordu. Bir kapı eşiğinden farksız dörtgen toprak kalıntılarından içeri doğru süzüldüğünde 7 farklı beden, bir anda aynı duyguya kapılmıştı. Gözleri aynı ışıltıyla parlamış ve bakışlardaki aynı soru işaretleriyle yakalanmışlardı. İçerisi oda kavramına öylesine uymaktaydı ki, bu kavramın tanımını bilmeseler bu 7 farklı kişi gözlerine inanmayacaklardı bile lakin durum ortadaydı ve bir odanın içine yerleştirilmiş küçük bir lahitten başka bir şey yoktu burada. Eski lahdin üzerinde bin bir çeşit eski zamana kalma yazılar gün ışığına çıkmayı beklercesine masumane bir tavırda görünüyordu gözlerine. Büyücülüğün ilk zamanlarına işaret eden bazı şekillerden de anlaşılacağı üzere aradıkları cevaba hiç bu kadar yakın olmamıştı herhalde bu kudretli büyücüler. ‘’Bu da neyin nesi?’’ Sarışın kadın şaşkın bakışlar ve garip davranışlar eşliğinde savuruyordu adımlarını, karanlık odanın parlayan lahdine doğru. ‘’Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım.’’ Dedi bakışları öncünün üzerinde gezinirken. Avuçlarıyla lahdin sert ve soğuk yüzünü arşınlıyordu şimdi, bakışlarında ise kusursuz bir merak dalgası baş göstermişti. ‘’Sanırım aradığımız şey bu.’’ Onaylayan çehrelere bakarken dile getirmişti bu sözleri öncü. Kırlaşmış saçlarını avuçları arasında gezdirmekte ve kayıtsızca lahde doğru yaklaşmaktaydı şimdi. Birkaç saniye sonra o soğuğa tanık olduğunda anlam verememişti olanlara. Niçin bu denli kolay olmuştu ki? Toprağın altında bulunan eski bir oda ve içerisinde yoktan var olarak parlayan küçük bir lahit. Bunun neresi dünyanın kaderini değiştirecek bir sırra ev sahipliği yapabilirdi? Sorular bulanık zihninde yer edinirken kaos ortamının yarattığı uyuşukluk devralmıştı öncünün bedenini. Sorular arasında sıkışmış lakin önünde beliren cevaba bir o kadar kayıtsız kalmıştı. Açılmayı bekleyen lahitten hangi gizemler çıkabileceği ise büyücülerin önünde büyük bir muammadan başka bir şey değildi.‘’Ne duruyoruz açalım o zaman şu gizemlerle dolu lahdi.’’ Esmer kısa saçlı kadın ileriye doğru yöneldiğinde, bu atağı diğerlerini de harekete geçirecek adrenalini yaymıştı sıcak akan kanlarına. Her biri lahdin yanında sıraya geçmiş ve avuçlarını sıkı sıkıya kenetlemişlerdi. Gözleri birbirleri üzerinde geziniyor ve ilk hamleyi kimin yapacağını tartışırcasına sadece gözleriyle konuşmayı yeğliyorlardı. Eh olağan bir biçimde öne doğru eğilen öncü diğerlerini şaşırtmamıştı doğrusu. Diğerleri de onunla birlikte lahde doğru eğilmiş ve kavradıkları asalarıyla zihinlerinden kopup gelen birkaç fısıltı eşliğinde lahdi yerinden oynatmayı bilmişlerdi. Lahdin altında beliren küçük kare şeklindeki oyuntudan gözlerine yansıyan tek şey sararmış bir kağıt parçasından başka bir şey değildi. Huysuzlanan büyücülerden homurtular yükselmeye başlamış, her birinin zihni aynı düşünce tarafından esir alınmıştı. ‘’Buraya kadar bir kağıt parçası için mi geldik?’’ Diye sormuştu kardeşlerden birisi. Üzerinde her ne yazarsa yazsın, zaman kaybından öteye geçemeyecekti bu. Öncü seri bir hareketle öne doğru atılmış, ve iri mavi gözlerini koyu lacivert şekillere dikmişti sararmış yaprak üzerindeki. Şekillerin zihnine yankılanan kısmı maviliklerini şaşkınlığın tonuna iyice yaklaştırmıştı. Boğazını yavaşça temizleyip, sinir katsayısı artmış olan kalabalığa dönerek fısıldamaya başladı. Gerçeklere bu kadar yakın olabileceği düşüncesini hiç hesaba katmadan.


Dört farklı tılsım, dört farklı kudrete eşdeğer. Eğer bir tanesini geçirirsen eline, damarlarına yayılacak kudretten daha fazlası yansıyacak bedenine. Sadece bulmak yetmeyecek bu tılsımları, önemli olan kullanmasını bilmek. Ve dördü bir araya geldiğinde neler ile karşılaşacağını en mahrem hayallerinde bile göremeyeceksin. İşte o zaman Tanrısal kudretin yerini vicdanına bırakacak ve en önemlisi artık kader senin avuçlarınla yazılacak. Bulmak istediğin avuçlarının içinde, oraya iyi bak. Yok edilmeli bu kudret. Sonuçlarını yaşamaktansa, sadece hayal etmen yeterli. Bu yüzden iyi kullan elindekini ve birer birer unuttur bu gizemi. Yaşam yada ölüm işte her şey artık senin elinde…
HH


Başını hafifçe yukarı doğru kaldırdığında bütün bakışlar üzerindeydi şimdi. Büyük sır bu muydu yani? Tanrısal kudretin insan vücuduna yansıması. Böyle bir gücü kim istemezdi ki? Hele de büyücülük dünyasının en ulu 7 büyücüsü burada durmuş aç bir kurt gibi elindeki mektuba bakarken. Böylesine bir güç dünyanın dengesini alt üst edebilirdi, yanlış ellere geçerse elbette. Egolarını tatmin etmek isteyecek herkes bu güç için bütün benliğini satabilirdi. Peki ya önündeki iki seçenek arasında hangisine başvurmalıydı? Ya dört farklı tılsıma ulaşıp Helga Hufflepuff’ın söylemi üzerine büyük bir kudrete kavuşacak ya da dünyayı böylesine bir kader deviniminden öteye taşıyacaktı. Hangisi daha mantıklı ya da daha adil olarak nitelendirilebilirdi? Üstün büyücü ırkını kudretli kılmak mıydı doğru olan. Kardeşlerinden yardım almalıydı elbette bu seçimi yaparken. Tek başına karar vermek kibrin ve bencilliğin yayılmasına izin vermek oldurdu. Bakışlarını onlara doğru yönlendirdi ve ‘Buradan çıkalım kardeşlerim, büyük bir gizem bizleri bekliyor. Büyük kararlar almaya hazır olun.’ Dedi ve zarif bilek hareketi ile geldikleri yönü işaret etti. Büyücüler birer birer bu köhne mekanı terk ederken Öncü geride kalmayı yeğlemişti. Diğerlerinin aksine etrafı iyice incelemek ve küçük ayrıntılarda gizli olan o şeytanı gün yüzüne çıkarabilmek için. Cebinden yassı, küçük gözlüğünü çıkartıp çıkıntılı burnunun üzerine yerleştirmiş ve elinde tuttuğu sayfayı yeniden gözden geçirmeye başlamıştı. Aklına bir soru takılmıştı bile, cevap avuçlarının içinde sözü neyi kastediyor olabilirdi ki? Saniyeler uzun yahutta kısa, ne kadar olursa olsun geçmek bilmezken önünde duran cevaba tutunmayı bildi yaşlı adam. Avuçlarında tuttuğu tek şey şu kağıt parçasıydı. Evet, gizem işte bu kağıtta saklıydı lakin nasıl? Düşünceler beynini kemirmeye devam ederken yakınlardan gelen bir sesle irkilmişti adam. Bakışlarını sesin geldiği yöne doğru savurduğunda karşısında duran sarışın cadıyı fark etmişti. Lakin kadında olağanın dışında bir şeyler vardı sanki. Gözlerindeki o kırmızının en yoğun halini ilk kez fark ediyordu öncü. Daha öncede bu denli kör müydü yoksa kadın bu denli iyi bir oyuncu mu? Ne olduğunu dahi anlayamadan kadının elinde beliren asa ile şaşkına dönmüştü büyücü. Bu kadın ne yapıyordu böyle? Asadan çıkan yeşil ışık huzmesini fark ettiğinde artık çok geçti. Ve o da ne? Sarışın kadın niçin bu denli farklı görünmüştü son anlarında gözüne. Beyazımsı çehresi bulanık bir renge sarı saçları ise siyaha bürünürken, düşündüğü tek kelime, hain olabilmişti yaşlı ve ölümün soğuk öpücüğünü tatmış olan adamın.



ADMİNİ OLDUĞUM SİTENİN KURGUSUDUR!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Marcus Heath Laxell Empty
MesajKonu: Geri: Marcus Heath Laxell   Marcus Heath Laxell Icon_minitimePerş. Ara. 09, 2010 4:40 am

Üzgünüm Marcus, Olimpos Rpg'de sadece PJO serisiyle ilgili yazmış olduğun giriş rp'lerini kabul edebiliriz. Değiştirmeni bekliyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
Marcus Heath Laxell
Küçük Tanrı
Küçük Tanrı
Marcus Heath Laxell


Mesaj Sayısı : 55
Kayıt tarihi : 09/12/10

Marcus Heath Laxell Empty
MesajKonu: Geri: Marcus Heath Laxell   Marcus Heath Laxell Icon_minitimeCuma Ara. 10, 2010 10:33 am

"Lanet olsun!" diye homurdandı.

Yüz sayfalık Latince ödevine kahve döken sevgili dostu Aran'a ,daha sonra bu ödevi kabul etmeyen Bayan Szabo'ya ,en son olarak sıradan okulun önünde altın gibi parlayan ve etrafı salyaları akan kaykaylı ergenlerle çevrili siyah Lamborghini limuzine lanet okudu. Babası ile uzlaştıklarını sanıyordu. Sadece önemli zamanlarda onu aldırmaya şoför Martin'i gönderecekti ;fakat önemli bir vaka -ki bunlar borsanın düşmesi ,düşman firmanın şaha kalkması gibi Marcus'u uzaktan yakından ilgilendirmeyen şeylerdi- geçmeden sonlanan bir hafta yoktu. Odön Laxell ,ne yapar ne eder Martin'i göndermenin bir yolunu bulurdu.

"Binmeyeceğim işte." diye mırıldandı. "Sen inatsan ben de inadım." diye devam etti olabildiğince oyalanarak. Kendini kapana kısılmış bir ceylan gibi hissediyordu.
"Bir şey mi dedin?" dedi ince ,hoş bir ses. Belki de o anda onu mutlu edebilcek tek ses ,tek yüz ,tek kişi... Güneşte parlayan altın sarısı saçları ve berrak mavi gözleri ile Vica yanı başında duruyordu.
"Hayır. Sadec..." sözünü yarıda kesip parmağı ile limuzini işaret etti.
"Hmm... Anlıyorum." diye somurttu Vica ;çünkü bu limuzinin onu da sıradan insanlar gibi yürümekten alıkoyacağını biliyordu. Vica ,tıplı Laxell'ler gibi zengin ve ünlü bir ailenin kızıydı. Laxell ve Méequé Malikaneleri hemen ortalarındaki gölcük dışında bitişik denecek kadar yakındı. İki aile uzun yıllardan beri süregelen bir dostluk bağı ile bağlıydılar birbirlerine. Hatta kimileri aynı atadan geldiklerini bile söylerdi. Belki bundan dolayıydı Marcus'un Vica'ya bir türlü açılamamasının sebebi. Birkaç yıldır kalbinde yanan o aşk ateşini ne söndürebilmiş ne de döktüğü sular biraz olsun dindirebilmişti.

"Koşalım mı?" dedi Vica her zamanki muzip gülüşüyle. "Ormandan gideriz ,böylelikle Martin bizi takip edemez." diye devam etti.
"Peki ya bab...?" Fakat sözü yarıda kesilmişti.
"Boşver şimdi babanı. Vica zorladı falan dersin." dedi Marcus'un kolunu cimcikleyerek.
Marcus büyük ihtimalle moraran kolunu ovalayarak kafa salladı.
"Hadi yarış yapalım." dedi Vica Marcus'un hiç beklemediği bir anda ve o daha kafasını kaldırmadan koşarak ormana daldı.
Marcus ,Martin'in şaşkın bakışları altında Vica'yı izledi. Şoförün takip edemeyeceğinden emindi. Milyondolarlık bir bebeği ergenlerle dolu bir okulun bahçesinde bırakacak kadar salak değildi elbet.

Marcus bir süre koştuktan sonra soluk almak için yaşlı bir ağacın gövdesine daytandı.
"Vica!" diye bağardı ;fakat gelen tek cevap korkarak havalanan kargaların kanat çırpma sesleriydi. Bir kez daha seslendi.
"Vica!" Yine cevap veren olmayınca telaşlandı. Yeniden koşmaya başladı. Bir yandan da haykırıyordu ;ama ne Vica'ya ne de onun en ufak bir izine rastladı. On dakika kadar koştuktan sonra göz pınarlarında patlamayı bekleyen bir damla yaş elmacık kemiklerinden boynuna doğru süzüldü. Şu ana kadar ormanın diğer yanından çıkmış olmaları gerekirdi ;fakat şu an nerede olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Tekrar bağırdı.
"Vica!" Bu sefer çağrısına acı dolu bir çığlık karşılık verdi. Oldukça tanıdık bir çığlık... Vica'nınki.

Nereye koştuğunu bilmeden ,ayaklarının onu götürdüğü yere gitti. Vica'yı çamurların içinde buldu. Sapsarı saçları kararmıştı ve beyaz teninde bariz morluklar vardı. Üstelik sol kolundan da oluk oluk kan akıyordu. Marcus hemen gömleğini çıkarıp kızın koluna sardı.
"Ne oldu?" diye sordu ağlamayı sürdürerek. "Kim yaptı?"
O an Vica'nın göz bebekleri büyüdü ve bir şeyler ifade edercesine elini kıpırdattı. En sonunda ağzından bir kelime çıktı.
"Arkand..." Fakat sözü Marcus'un çığlığıyla kesildi. Sanki bir el onu omzundan tutmuş ve tüm kemiklerini kırmıştı. Yerden havalandı ve sonra bir kuş gibi uçtu. Sert bir kayaya yüz üstü çarptı. Ekşi kanın tadını hissetti. Yüzü dağalmış olmalıydı. Yarı baygın bir şekilde doğruldu. O sırada kendine doğru gelmekte olan boynuzlu garip yaratığı gördü. Son anda kenara çekilerek ezilmekten kaçtı. Yaratık hızını alamayıp kayaya tosladı ve bir süre sersemledi. Marcus fırsattan istifade kendini çürümüş bir ağacın köklerine kadar sürüklemeyi başardı.

Yaratık kendine geldiğinde ikinci saldırısı için Marcus'u aradı. Avını gözüne kestirdiğinde ona doğru paytak paytak yürüdü. Başı dönüyor olmalıydı. Marcus hemen bir çözüm üretmesi gerektiğini biliyordu. Yoksa kurtulması imkansızdı. O sırada hemen yanı başındaki demir çubuğu fark etti. Ulaşmaya çalışsa da kırık omzu engelliyordu. O sırada yaratığın kendisine doğru koştuğunu fark etti. Son bir gayretle kendini yere itti ve kırık omzunun üzerine düştü. Acı çığlığı ormanın içinde yankılandı. Demiri yakalayıp acemi bir gladyatör gibi dik tuttu ve gözlerini kapadı. Demirin yaratığın etine girişini hissetti ,duydu ;fakat gözünü açmaya cesareti yoktu. Neden sonra bir gözünü araladı. Yaratık hala ayaktaydı ve omzuna saplanan demiri çıkartmıştı.
"Şimdi hapı yuttuk." diye yutkundu ve yaratığın demiri sağ bacağına saplamasını izledi. Orman ikinci bir çığlıkla ürperdi. Öleceğinden emindi. Kurtulma şansı kalmamıştı. Üstelik şimdi de yere çivilenmişti. Gözlerini kapayıp ölmeyi bekledi. Yaratığın kıllı elleri bu sefer boğazına sarıldı ve onu ağaca yapıştırdı. Nefes alamıyordu ,suratı morarmıştı. Ayaklarını bir oraya bir buraya sallıyordu ;fakat hiçbir etkisi olmuyordu. Neden sonra yaratığın elleri çözülüverdi. Marcus büyük bir gürültüyle yere yapıştı. Kafasını bacaklarının arasına alıp son darbeyi bekledi. Sonra ağır bir şey üzerine devrildi.

Ölmüştü. Ölmüş olmalıydı. Gözlerini açtı. Karanlıktı. Hiçbir ses yoktu. Sonra küçük bir ışık karanlığı deldi geçti. Işık büyüdü ve çamur içindeki Vica göründü. Demek o da ölmüştü.
"Şu haline bak!" dedi öksürerek Vica. Senin benden daha çok yardıma ihtiyacın var.
Marcus hala ne olduğunun farkında değildi. Güç bela kafasını çevirip yanı başında yatan yaratığa baktı. Boynuna demir bir makas saplanmıştı.
"Eh ,ilk defa işime yaradı." dedi Vica komik olmaya çalışarak.
"Koluma gir. Gitmeliyiz!" diye viyakladı Marcus'u kaldırmaya çalışırken. O anda sanki bir yaratık daha görmüşçesine açıldı Vica'nın gözleri Marcus'u olduğu yere bırakıp ayağa kalktı ve sendeleyerek ağacın arkasına yürüdü. Marcus olan gücüyle arkasına baktığında Vica'yı boş bir kemere bakarken buldu. Vica ormanın ortasındaki bu kemere ve üzerinde yazan -antik Yunan'ca gibiydi- yazıların ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Melez Kamp'ı" dedi Marcus'a dönerek. "Öyle yazıyor." dedi şaşırarak.
Bu garip alfabeyi nasıl okuduğunu bilmiyordu ;ama okumuştu işte. O an Marcus da kemerdeki garip yazının anlamlı kelimeler kombine etmeye başladığını fark etti. O da okudu.
"Melez Kamp'ı." ağzı açık kalmıştı. Ardından Vica'nın ellerini kemerden içeri sokmasını izledi...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Marcus Heath Laxell Empty
MesajKonu: Geri: Marcus Heath Laxell   Marcus Heath Laxell Icon_minitimeCuma Ara. 10, 2010 11:04 am

Rp puanı: 90, tebrikler.


/Admin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Marcus Heath Laxell
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Marcus Heath Laxell
» Marcus Arıyor.
» Marcus uçtu
» Arda Can ~ Marcus
» Hysteria | Marcus

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: