49- Cephanelikte bir rp yaz.
Mekan: Cephanelik
Katılacaklar: Lucy.
Derslikte öğrencilerime kullandırmak için birkaç tane daha kılıca ihtiyacım vardı, bir Hephaistos çocuğuyla alışveriş yapmaktansa, Hermes çocuğu gibi takılmanın karlı olabileceğini düşündüm ve gizlice cephaneliğe gitmeye karar verdim. Akşam hava iyice karardıktan sonra, kampın silah deposunun yolunu tuttum. Kimseye görünmeden içeri girmeyi başarınca, derin bir nefes aldım ve suratıma yerleşen muzip gülümseme eşliğinde etrafı karıştırmaya koyuldum. İçeride ışık yanmıyordu ve önümü görebilmek için kılıcım Nefesalan'ı çıkarmam gerekti. Biricik silahımın en çok çevreye ışık saçma özelliğini seviyordum. Kısa bir aramanın ardından kılıçların olduğu bölümü buldum, bir eğitmen titizliğiyle hepsini tek tek incelemeye başladım. İçlerinden beğendiklerimi ayrı bir köşeye koyuyordum. Yaklaşık on tane işe yarar kılıç bulmayı başardıktan sonra, sadece zevk için etrafı kurcalama işine giriştim.
Ah, benim gibi savaş ve düello meraklısı biri için burası kesinlikle cennetti! Birbirinden güzel mızraklar, zarif ok ve yay takımları, hançerler... Benim hiç hançerim olmamıştı! Tabii ki birçok kez hançer kullanmış, hatta bir sürü meleze bu savaş aletiyle ders vermiştim ama, asla özellikle sevdiğim ve hep yanımda taşıdığım bir hançerim olmamıştı. Eh, yüzyıllardır savaş malzemesi deposu olarak kullanılan bu cephanelik, kendime güzel bir hançer bulmam için kesinlikle biçilmiş kaftan olan mekandı. Kollarımı sıvazlayarak tekrar araştırma yapmaya başladım. Arada elime minik yüzükler, bileklikler ve saatler geliyordu; bunların eskiden yaşamış kahramanlara ait sihirli eşyalar olduklarını biliyordum. Birden boğazım düğümlendi, acaba ben öldükten sonra Nefesalan ve Aegis de bu yığının arasına karışıp kendilerine yeni bir sahip bulmayı mı bekleyeceklerdi? Hayır hayır, benim kılıcımı öyle herkes kullanamazdı. Miras yazmalı ve onu almasına izin verebileceğim kişilerin listesini orada belirtmeliydim. "Off, iyice saçmaladın sen Lucy." dedim kendi kendime. Şimdi sırası mıydı ölümü düşünmenin?
Ah, tabii ki değildi! Önümde birbirinden harika hançerler dururken keyfimi hiçbir şey bozamazdı. Hançerlerin arasına çöktüm ve kılıcımın ışığı eşliğinde hepsini teker teker incelemeye başladım. Belki kendime gerçekten de kılıcım, mızrağım veya kalkanım kadar eşsiz bir silah bulabilirdim. "İşte bu!" dedim sevinçle, elimde şu ana kadar gördüğüm en muhteşem hançeri tutuyordum. Gümüş işlemeli kılıfını dikkatlice çıkardım ve keskin, parlak gümüş hançere hayranlıkla bakmaya başladım. Üzerinde sarmaşıkları andıran değişik semboller vardı, antik Yunanca bildiğim için onları biraz zorlanarak da olsa okumayı başardım: Sadece en mükemmeli için. Yazının anlamını derince inceleme gereği görmedim, en mükemmel olanın sahip olabileceği bir hançerdi bu! "Ben en mükemmelim." dedim gururla. Özenle verilmiş biçimi elime tam olarak uymuştu ve onu tuttuğum ilk anda vücuduma tatlı bir sıcaklık yayılmıştı. Sabah olması için sabırsızlanıyordum, ilk iş olarak arenaya gidip yeni oyuncağımı denemeliydim.
Aceleyle toplanmaya başladım, etrafı karıştırdığım fazlaca belli oluyordu ama zaten kimsenin gelip buradaki silahların tutanağını tutacağı yoktu. Bir deste kılıç ve mükemmellere layık hançer ile birlikte cephanelikten çıktım ve gecenin karanlığında bir gölgeden farksız şekilde kulübemin yolunu tuttum.
Bir noktayı doğru tahmin etmiştim; bu hançer mükemmellere layıktı. Yalnız o zamanlar düşünemediğim kısım, hançerin sahibinin mükemmel olması değil, o keskin gümüşle ölenlerin mükemmel olması gerektiğiydi. Hançer bir zamanlar kimindi bilmiyordum ama üzerinden yayılan güç dalgasının da anlattığı gibi, kesinlikle drakonları toz bulutuna çevirmek için kullanılmıyordu. Bu hançer, en mükemmellere layıktı. En mükemmellerin canını almaya...