Genç kız nereye gittiğini bilmeden dolaşıyordu kampta. Bir amacı yoktu, sadece kulübesinde oturmaktan canı sıkılmıştı. O da kampta birkça defa turlamanın üzerinde iyi bir etki bırakacağını düşünmüştü. Adımlarını hızlandırarak çevresindeki yapıları incelemeye ve kampı turlamaya devam etti. Yanılmıştı belli ki, hala canı sıkılıyordu. Kamp artık ona yenilikler ile doluymuş gibi gelmiyordu, yeni gelmesine rağmen kolayca uyum sağlamıştı kampa. O sırada birden duyduğu hafif toynak sesleri ve kişnemeler duraksamasına sebep oldu. Başını çevirip gözleri ile çevresine bakınınca bu seslerin küçük, şirin bir yapının içinden geldiğini fark etti. İlgisini çekmişti bu şey... Ahır. Evet, bir ahırdı bu. O sırada aklına dank etti Dekka'nın, kardeşleri ona pegasuslardan bahsetmemişler miydi? Hatta çoğunun kendi pegasusu bile vardı. Dekka onların anlattıklarını duyunca çok özenmişti onlara, kendisinin de yakın bir dost olarak görebileceği bir pegasusu olmasını istemişti. Şimdi önüne çıkan fırsatı ona sunan kader değil de neydi? Tereddüt etmeden içeri girdi Dekka. Aslında atlar ile arası iyiydi, pek çok kere babasının zoru ile at binme eğitimi almıştı. Sadece onlara binmeyi değil, onların dillerinden ve duygularından anlamayı da öğretmişti öğretmeni ona. Şimdi bu yeteneklerini sınamak için de önüne bir fırsat çıkmıştı. İçeri girdiğinde pek az pegasus başlarını çevirip ona baktılar. Bir kısmı da onu görünce çok korkutucu bir yaratık görmüşler gibi geri çekildiler. Ama Dekka umursamadı, önüne gelen ilk pegasusa yaklaşıp yelesini okşamaya ve ona hoş sözler yağdırmaya başladı. Pegasus ilgilenmiş gibi gözüküyordu, başını yavaşça Dekka'nın yanağına sürttü. Bu harekete karşılık olarak Dekka gülümsedi. Ardından da başka bir pegasusun yanına gitti. Yanına gittiği her pegasus onu hoş bir şekilde karşıladı, bir pegasus hariç. Dekka'yı hiç şaşırtmadı pegasusların onu sevecenlik ve neşe ile karşılamaları. Asıl şaşırdığı an bir pegasusun sürekli ondan kaçması idi. Tatlı bir pegasustu bu, altın rengi gözleri ve gözleri ile uyumlu olan beyaz bedeni vardı. Gözleri gibi yelelesi ve kuyruğu da altın sarısıydı. Çok güçlü görünen bir bedeni ve geniş kanatlara sahipti pegasus. Alnının ortasnda da kirli beyaz bir renkte küçük bir mercan vardı. Dövme gibi bir şeydi bu. Dekka ilk başta neden pegasusun ondan sürekli uzaklaştığını anlayamadı, fakat daha sonra bunun bir oyun olduğunun farkına vardı. O da kafasında kendi oyununu tasarlamaya başladı. Artık pegasusu kovalamayacaktı, onun kendisini kovalamasını bekleyecekti. Artık gerçekten bir oyuna dönüşmüşü bu, ahırın içinde bir oraya bir buraya zıplıyor, pegasusun kendisini yakalamasına izin vermiyordu. Bu yaklaşık bir saat boyunca böyle sürdü...
Bir saatin sonunda pegasusun ona bakmadığına emin olup onun boynuna atıldı Dekka. Yapmaya çalıştığı şey kesinlikle pegasusu falan boğmak değildi, yapmazdı da zaten. Sadece oyunu sonlandırmak istiyordu, yormuştu onu pegasus. Dekka boynuna atıldığı zaman da hiçbir tepkide bulunmadı. Genç kız pegasusun altın rengi yelesini öperek burnunun hemen üzerindeki kadifemsi bölgeyi yavaşça okşadı. Pegasus kişnemek ile yetindi. Bir-iki dakika boyunca pegasusu okşayıp seven Dekka en sonunda akşam yemeğine gitmesi gerektiğini fark etti, saat geç olmuştu. Pegasusun başını avuçlarının arasına alarak "Oyun bu kadardı kızım. Gerçekten eğlendim. Hatta ne yapacağım biliyor musun? Seni daha sık ziyarete geleceğim. Evet, sorumluluk sahibi olmasam da yapacağım bunu, adın Corallo olsun." diye fısıldadı pegasusun kulağına. Corallo. Bu ismi alnındaki mercan şeklinden esinlenerek koymuştu ona Dekka. Pegasus tuhaf bri biçimde ona baktı, sanki "Tuhaf ama güzel bir isim, sevdim ben bunu!" diyor gibiydi. Dekka gülümseyerek alnını, tam mercan şeklinin olduğu noktayı öptü pegasusun. Ardından da çıktı ahırlardan.
-Rp Bitmiştir.-