Masada oturmuş çaresiz bir şekilde Teo'yu Kerberus'a gitmeye ikna etmeye çalışıyordum. Ben hayatımda bu kadar inatçı çocuk görmemiştim yahu! Ama herkesin şansı yaver gider, benimde bu sefer şansım devreye girdi ve kafamı kaldırdığım anda bir çocukla göz göze geldim. Muhtemelen bizi dinliyordu. "Sanırım Kerberus'u görmek istiyormuşsun. İstersen ben senle gelirim. Kardeşin gibi korkak biriyle gidersen zaten oradan çıkamazsın." Teo'ya korkak demek ha? Bu hoşuma gitmişti. Hem yalan söylüyorda sayılmazdı, Teo bugün gıcıklık günündeydi ve bu durumdayken onu sinirlendirirsem beni orda bırakıp gidebilirdi. Yanımda oturan Teo'ya, sana ihtiyacım kalmadı ben kendime arkadaş buldum bile, bakışımı fırlatıp masadan fırladım. Çocuk masamıza iyice yaklaşmıştı. Tam gitmemiz gerektiğini söyleyecektim ki çocukla daha tanışmadığımızı fark ettim. "Ben Ange," diye kendimi tanıttım. Çocuk bildiğini gösterircesine omuz silkti. "Bende Myron." Teo, hala çocuğa korkutucu derecede bakışlar fırlatıyordu. Ama Myron'un onu taktığını sanmıyorum yapısı gereğimiydi bu? Çok umursamaz duruyordu. Teo'nun gerginliğini hissedip heran kavga çıkaracağını sezdiğimde Myron'a döndüm. "Hadi gidelim," Myron'la beraber Melez Kafe'nin çıkışına doğru ilerledik. Aradaki sessizlikten sıkılarak konuşma açmaya karar verdim. "Ben Apollon'un kızıyım," dedim. Sesimden gurur akıyordu. Apollon'un kızı olmak hep hoşuma gitmişti hemde çok iyi kardeşlere sahiptim. "Thanatos'un çocuğuyum." dedi. Kaşlarımı kaldırdım. Sanırım bu neden Kerberus'a gitmek istediğini açıklıyordu.