Umarım okuyabilecek kadar sabrınız vardır...
Güneşin dalga geçermişçesine yağmurlu bir günün ardından sırıtarak bulutların arasından sıyrılıp çamura bulanmış arazi üzerinde kuruluk yarattığı bir salı günün sabah saatleriydi. Yatağından güç bela kalkıp tatlı uykusunu böldükten sonra aynı ağırlıkla banyoya gitmiş, soğuk suyla yüzünü yıkamasına rağmen hâlen ayılamamıştı. Öyle olacak ki pantolonunu sağ bacağına sokarken tökezleyip kafasını yere çarptığında hissettiği acı, uyku sersemliğini silip atmıştı. Etrafında ona gülen birkaç arkadaşına küfredip hazırlanmaya devam ederken Ryder’ın sıcak yatağında hâlâ uyuyor olmasına imrendi. Lanet olasıca astronomi dersini almıyordu ve sabahın bu kör vaktinde tatlı uykusunun tadını doyumsuzca hissedebiliyordu. Kendine gelip kötü başlayan gününün böylece devam etmesine müsaade etmeyeceğini kafasından geçirip çantasının tek kolunu sağ omzuna geçirdi ve hızlı adımlarla yatakhaneden ayrıldı. Kızlar yatakhanesi ile Erkeler yatakhanesinin birleştiği Ortak Salonun çıkışına geldiğinde dersin başlangıcına tam yarım saat vardı. O uzak ve en üst katta uzanan merdivenleri tırmanması (!) için yeterli bir zaman mıydı bu, emin değildi. Endişesini zihninden silip ortak salondan çıktı ve restore edilerek okula dönüştürülmüş şatonun soğuk zindanlarını bir bir geçti. En son zindanın açıldığı geniş hole ulaştığında sağ çaprazında olan hareketsiz, okul merdivenleri için doğru bir tabirdi, merdivenden giriş katına çıktı. Giriş salonunu arkasında bırakıp yemekhaneye açılan geniş koridora girdi. Hızlı adımlarla kocaman koridoru geçti ve yemekhaneye girdi. Hızlı adımlarla aksi müdirenin yemek masasını geçip arkadaşlarının oturduğu masaya ulaştı ve her zamanki yerini aldığında kahvaltı için bile vakti derken, birçok soruyla karşılaştı. Masadaki hemen hemen herkes, hafta sonu yapılacak olan okullar arası yapılan maç için düşüncelerini soruyordu. Sinir kat sayısı bir bir üstlere tırmanırken sakin kalmaya çalışıp girişken bir cevap vererek herkesi susturdu. “Sesinizi keserseniz yetişeceğim belli bile olmayan astronomi dersi için karnımı doyuracağım.” Sert bakışlarını birkaç yüze çevirip herkesin gözünü kendinden çekmesini sağlayınca, ukala bir tavırla konuştu. “Teşekkürler.”
Zaman kaybetmemek için hızla yaptığı kahvaltısının midesine oturduğunu bu merdivenlerden tırmanırken daha iyi hissedebiliyordu. Midesinde bir göl yaratan meyve suyunun içinde hareket hâlinde olduklarını hissettiği iki tost ve yulaf ezmesi, yüzünü ekşitmesine neden oldu. Her basamağı çıkışında midesinde hissettiği çalkalanma, onun daha beter hissetmesine neden olurken yapacak bir şeyinin olmaması; hatta bir derse yetişmesi gerektiği düşüncesi kendini daha kötü hissetmesinden başka hiçbir halta yaramıyordu. En üst kata vardığında, dersliğin bulunduğu koridorun başında durup soluklandı. Midesi bulamaç olmuştu ve şu an nefes darlığı çekiyordu. “Tanrı’m, bundan daha iyi bir gün olamazdı!” Sesi koridorun sessizliğini yarıp geçerken sınıfa girmekte olan iki kız öğrenci dönüp ona baktı. Sert bakışlarını yüzsüzce onların üzerinde gezdirdikten sonra sınıfa girmelerini sağladı ve bir dakika daha orada soluklanıp dersliğe girdi.
Profesör Schatten, yeni profesörlerdendi. Genç yaşı, güzel yüzü ve fiziğiyle beyinsiz birkaç öğrencinin arzuladığı profesörlerdendi belki de. Masasında oturmuş gelecek öğrencileri bekleyen Profesör Schatten, dalgın görünüyordu. Tanımadığı bu kadına selam vermeksizin tekli olan rahat sıralardan birine kuruldu. Anlaşılan bu ders, ders gibi geçecekti. Hemen yanında bulunan teleskop, ders başlayana kadar onun sayılmazdı; dolayısıyla onunla şimdi ilgilenemeyecekti. Ian’ın sınıfa gelişinden bir iki dakika sonra ders, profesörün kurallarını belirtmesiyle başladı. Nezaket, profesörün ödün vermediği tek şeydi anlaşılan. Oyununu kurallarına göre oynayacak bu sinsi Slytherin için gerekli bir bilgiydi bu. Hafızasına not ettiği bu bilgiyi, ileride kullanacağından şüphesi bile yoktu. Dudağının sinsice kıvrılmasını engelleyip, profesörü dinlemeye devam etti. Sözlerini bitiren profesör, kendi teleskopunun başına geçip sınıfın ışık alan pencerelerini kalın bir perdeyle kapattıktan sonra, tam karşılarında bulunan yıldız galaksisinin parıldamasını sağladı. Derste yapmaları gerektiği şeyleri kısaca belirten profesör, herkesin sırasının üzerinde bir yıldız haritasının bulunmasını sağladı. Hemen sonra bir harita daha dağıttı; ekti bu. Yararlanmaları gereken bir kâğıt olmaktan çok, daha sonra ilgilenecekleri bir haritaydı. Ian’ın düşüncesi buydu en azından. Son dağıtılan yıldız haritasını katlayıp çantasına koyduktan sonra işini yapmaya koyuldu.
Teleskopunun gerekli yerine gözünü koydu ve bulanık görüntünün düzelmesi için dürbün üzerinde birkaç oynama yaptı. Net bir görüntü elde ettikten sonra elindeki kâğıt üzerine, gördüğü şeylerin cisimlerini çizdi. Vega, Altair ve Rasalhague üçlüsünden yararlanıp eşkenar bir üçgen yarattı; bunu önündeki yıldız haritasına çizdi. S13, Tray7 ve adını bilmediği birkaç küçük yıldızdan yararlanarak basit bir hediye paketi çizdi. Phydor, max102 ve Antium yıldız topluluğundaki birkaç yıldızdan yararlanarak basit bir baykuş hayal etti. Düşüncesini önündeki yıldız haritasına yansıttı. Zaman hızlı ilerliyordu, profesör ara sıra yerinden kalkıp tüm öğrencilerin yaptıklarını denetliyordu. İkinci dersin son saatine geldiklerinde Ian, bir üçgen, bir hediye paketi, bir baykuş, bir köpek ve bir süpürge çizmeyi başarabilmişti. Haritasının hemen yanına, bunlar için astrolojik bilgiler yazmıştı. Her ne kadar bu sene fizik dersi almıyor olsa da, geçen sene aldıklarından yararlanarak bunları halletmiş. Eşkenar üçgenin, düşünceleri ve uzun çabaları sonunda bir biriyle aynı üç gün geçireceği anlamına geldiğini yazdı. Eğer tahmini doğruysa, aynı geçecek o üç günün birinin bu olmaması için dua etti. Hediye paketi, sürpriz bir olayla karşılaşacağının göstergesiydi. Baykuş, birinden en kısa zamanda haber alacağını simgeliyordu. Köpek, gizemin işaretiydi ve süpürge, hafta sonu olacak maçla ilgiliydi. Sağlam bir süpürge olduğuna göre bu kazanacakları anlamına geliyor olmalıydı. Belki de böyle olmasını umduğu için bu şekilde düşünüyordu; fakat yine de yorumunu yıldız haritasına ekledi. Dersi noktalayan zilin sesi duyulduğunda yıldız haritasını profesörün masasına bıraktı. Profesör Schatten, kulağına “Dersten sonra sınıftan çıkma.” Derken kadının kendinde ne sorun bulduğunu düşünüyordu. Derse yetişmiş, kurallarına uymuş, mükemmel bir biçimde verdiği etkinliği yapmıştı.
Dersin bitiş zili çaldığında merakla profesöre baktı. Ona küçümseyici bakışlar fırlatmamak için kendini zor tutuyordu. “Bayan Ozera, bildiğim kadarıyla babanız yoktu değil mi?” dedi. “Buda nereden çıktı şimdi?” sorusu zihninde yankılanırken bunu nereden öğrendiğini merak ediyordu. Kimse babasının onu çok küçükken terk ettiğini bilmiyordu. Gözlerini kısıp rahatsız olmuşçasına yüzünü buruşturdu. “Aile hayatım ve özel hayatım kimseyi ilgilendirmez!” Sesi kadifemsi ama ölümcüldü. Profesör ellerini arkasında birleştirdi. Kaba bir sesle “Sözlerine dikkat et melez! Tabi yüreğini sökmemi istemiyorsan.” Sesi bir yılanın tıslamasını andırıyordu. Melez ne be? Kafayı yemişler için olan okullara kafayı yemiş öğretmenler getirdiklerini bilmiyordum. Kadın arkasında gizlediği ellerini ortaya çıkarırken elindeki kılıcı Lilith’e saplamaya çalıştı. Son anda yerinden fırlaması işine yaramıştı. Ne reflekslerim varmışta haberim yokmuş. Kapının önünde duruyor olması kesinlikle işine gelmiyordu. Sınıfın arka taraflarına doğru kaçtı. Sanki bir yararı olacakmış gibi. Kadının gözleri artık kırmızı bir renkte parlıyordu. Dişleri sipsivri olmuştu. Korku Lilith’in ruhunu esir alırken kadının savurduğu kılıç darbesini engelleyen kılıçla afalladı. Kılıcı tutan kişi Ian’dı. Bunun burada ne işi var? Birkaç kılıç darbesinden sonra kadını yere serdi ve kılıcı kalbine sapladı. Kadın sülfür gibi sarı bir toz yığınına dönüşürken delirdiğini düşünüyordu. En iyi arkadaşı canavar gibi görünen biriyle düello yapmıştı. Ne sanabilirdi ki? Ian yumuşak bir sesle konuştu. “Korkma. Biliyorum delice geliyor ama sana her şeyi anlatacağım. Şimdi benimle gel. Ailen hakkındaki her şeyi öğreneceksin.” Lilith şaşkın bakışlarını bir kenara bırakıp Ian’ı süzdü. Neyden anlamamıştı bile. Ağzından çıkan tek laf “Ne?” oldu. Ian gözlerini devirip kızı bileğinden tuttuğu gibi sürüklerken Lilith hala neler döndüğünü anlayamamıştı.