Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeC.tesi Tem. 30, 2011 3:17 am

Arenaya adımımı atar atmaz seyircilerin bulunduğu yerden büyük bir uğultu yükseldi. Bu beni heyecanlandırmasına rağmen bana cesaret verdiği için işime yaradığı da söylenebilirdi. Yüzüğümü, kalkanımı ve kılıcımı kontrol ettikten sonra buz gibi bir ifadeyle karşıya bakmaya başladım. Muhtemelen birkaç dakika içinde rakibim de gelecekti. Düelloda karşımda yer alacak kişi Nyks'in dövüş ustası çocuğu Zack'ti. Onunla yakın dosttuk ve beraber bir çok maceraya çıkmıştık. Canımız pahasına birbirimizi korumamıza rağmen şu an karşı karşıyaydık. Onunla beraber yaşadığımız maceralar, zihnimde bir bir canlanıyordu. Aslında Zack ile atıldığımız bir macera hiçbir zaman aklımdan çıkmamıştı. Her saniye, her dakika... Altı çocuğun sesleri sürekli zihnimde yankılanıyordu. Yardım istiyor ve onları kurtarmamızı bekliyorlardı. Sirenler, çocukları bir bir götürmüştü. O kadar şaşkındım ki ağzımı bile açamamıştım. Tam ölmeden önce göz göze geldiğimiz çocuk canlandı aklımda. Simsiyah gözlerle bana bakıyordu. Onlara ihanet ettiğimizi düşünüyorlardı. Bana o kadar kötü bakmıştı ki, bir an onun yerinde olmayı dilemiştim. Altı çocuk ölürken Zack, kendini ve beni kurtarmıştı. "Neden ben değil de o altı çocuk öldü? Neden Zack onların yerine benim duyularımı elimden aldı?" Günlerce karanlık bir odada düşüncelerimle yalnız kalmışken, aklımdan sadece bu geçiyordu. Beynimi saran düşünce seli içerisinde adeta kendimi kaybetmiştim. Kamp içerisindeki kendine güvenen, sert çocuk Marcus'tan eser kalmamıştı. Yavaşça gülümsedim. Bu gülümseme içinde hiçbir duygu barındırmıyordu. "Merhamet duygusuna sahip olduğum zamanlar..." Kafamda yankılanan ses, içimdeki suçluluk duygusunu tamamen silip süpürmüştü. Yüzümdeki şeytani gülümseme yavaşça silindi. Tribünlere ufak bir bakış attım. Arenaya girdiğim andaki uğultu yerini fısıldaşmalara bırakmıştı. Kardeşlerimin oturduğu yere doğru bir bakış attım. Hepsi beni süzüyorlardı. Benim kazanacağımdan emin gibiydiler. Ben de onlara kendime güvenimin tam olduğunu göstermek için hafifçe gülümsedim. Gözlerim tribünlerde dolaşmaya devam ediyordu. Arkadaşlarımın hepsi arenadaydı bugün. Beni desteklemek için geldiklerini umuyordum. Ben seyircilerin önünde düello yapan birini, konsere çıkan bir şarkıcıya benzetirdim. Şarkı her ne kadar iyi olsa da, şarkıcıya ilham veren seyircinin tepkisidir. Seyirci müziğin sihrine kapılıp tepki vermedikçe, şarkıcı da moral bakımından eksilere düşerdi. Bu yüzden yaptığım her düelloda tekniğim kadar olmasa da, sahne şovlarına da önem verirdim. Seyircilerin ismimi haykırmaları ve benim için tezahürat yapmaları bana cesaret verirdi her zaman. Onlar bana moral verdiğinde, ben de onlara istediklerini verirdim. Zafer, kan ve acı... Seyircilerin bulunduğu tarafa bakınmaya devam ederken onu gördüm. Masmavi gözleriyle beni süzüyordu. Derin bir nefes aldım ve tüm seyircilerin önünde bir tepki vermemeye gayret ettim. "Luna, senin burada ne işin var?" Eşimin bu düelloya gelmesi beni bir hayli sinirlendirmişti. Bana sabah düelloyu izlemek istediğini söylediğinde şiddetle karşı çıkmıştım. "Eğer seni düşünmek zorunda kalırsam düelloya odaklanmam zorlaşır. Lütfen düelloya gelme, kazanacağımdan emin olabilirsin." demiştim ona. Beynimin içinde yine aynı sesler yankılanıyordu. "Sen benim için endişelenirken ve alacağım her yarada üzülecekken, bu düelloyu kazanamam Luna." Beni desteklemek için gelenlerin çoğunluk olmasını umuyordum. Aslında ummaktan da öte, böyle olduğunu biliyordum. Herkesin bir favorisi vardı bu düelloda. Hatta kamptakilerin çoğu bahis bile oynamıştı. Benim için bu düello birkaç drahmiden çok daha önemliydi. "Aptallar..." Dudaklarımı hafifçe kıpırdatarak ve çok kısık bir sesle söylemiştim bunu. "Bizim bahsimiz sizinkilerden çok daha büyük!"

İşin ucunda kulübe liderliğinin olduğunu sürekli kendime hatırlatıyordum. Evet, Zack ve benim bahsimiz buydu işte. Kaybedersem, kulübe kulübe liderliğini bırakacaktım fakat aynı şekilde Zack'in de kaybetmesi durumunda kendi liderliğini başka bir kardeşine devredecekti. "Yenilemem, kulübe liderliğini kaybedemem!" diye düşündüm. O ana kadar liderliğimi kimse sorgulamamıştı bile. Bir anda liderliği bırakmak, benim için hüsran olurdu. "Marcus'un liderlikten düşüşü!" Ah, ne kadar da utanç verici. Yenilmem durumunda, bir daha kamptakilerin yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. Bana saygı gösteren ve korkan kişiler bile otoritemi sorgular duruma gelirlerdi böyle bir durumda. Kimsenin bana saygısı kalmazdı. Aslında işin önemli kısmı bu değildi. Başkalarının saygısından ziyade, kendi kendime olan saygımı kaybederdim. "Kaybedeceğini düşünme Marcus. Kazanacaksın, tek yol bu." Kazanacağımdan emin olmasam da kendime güveniyordum. Yetenekliydim, güçlüydüm... Aslında kafamın içindeki sonsuz düşünce ve kaygıya rağmen hiçbir fiziksel tepki vermememi bile bir yetenek sayıyordum. Arenanın ortasına geldiğimde beri vücudumda isteğim dışında bir kas bile oynamamıştı. Simsiyah gözlerimin parıldadığını hissedebiliyorum. Başım dik ve gözlerim ileriye bakıyordu. Vücudum ise dimdik bir şekilde duruyordu. Evet, tam da bir Zeus çocuğuna yakışır gibi. Üzerimdeki baskı her geçen saniye artıyordu. Şu ana kadar büyük sorumluluklar almıştım. En önemlisi de bir baba olmuştum ve şimdi ise belki de büyük yaralar alabileceğim bir düelloya giriyordum. Normal düellolarda düşmanı ağır bir şekilde yaralamak ve öldürmek yasaktı; fakat bunun normal bir düello olmadığını biliyordum. İkimiz de kulübe lideri olmanın önemini biliyorduk ve bunun için ölümüne saldıracaktık birbirimize. "Etler kesilecek, kalkanlar kırılacak. Düello zamanı, kan zamanı..." Düellonun başlamasına az bir süre kaldığı için yavaş yavaş konsantrasyonumu sağlıyordum. Zihnimi düşüncelerden arındırmadan bir savaş girdiğim çok nadir görülmüştür belki de. Hızlı refleksler, ani kararlar ve daha nicesi... Farklı düşünceler bunları kısıtlıyordu ve benim düşünce gücümü azaltıyordu. Bir Athena çocuğu kadar olmasa da savaş stratejilerinde bir hayli kendimi geliştirmiştim. Rakibime göre artı ve eksilerimi belirlediğim taktirde, onunla savaşırken daha rahat olacağımı biliyordum. İşe eksi yönlerimi düşünerek başladım. Zack vücut olarak benden daha üstündü. Yani bütün vücuduyla, tüm gücünü kullanarak yaptığı bir saldırıda işimin bitme olasılığı vardı. Aslında biraz daha düşündüğüm zaman Zack'in benden tek üstün olan yönünün bu olduğunu fark ettim. Sağlam bir vücut... Ben ise vücut bakımından Zack'in daha alt bir seviyesinde olsam bile güçsüz sayılmazdım. Aynı şekilde Zack'ten daha hızlıydım. Özel gücümü kullanabilmem de bir etkendi tabii ki. Ona şimşek hızında darbeler vurup bu işi bitirmeyi planlıyordum. Yine de bunun hiç kolay olmayacağının farkındaydım. Gözlerim hafif kısık bir şekilde ileriye doğru bakıyordu. Seyircilerden ani bir uğultu yükseldiğinde ise hiç şaşırmamıştım. Evet, artık zamanı gelmişti sanırım. Güçlü bir rüzgar yerden epey bir kum tanesi kaldırdı ve karşıyı göremememe rağmen gelenin kim olduğunu tahmin etmekte zorlanmamıştım. Rüzgar etkisini yitirdiği zaman ise bana doğru ilerleyen biri vardı. Sağlam bir vücut, gergin yüz hatları ve asla pes etmeyeceğini belli eden bir surat. Bu surata baktığımda düellonun çok çetin geçeceğini anında anlıyordum. Mutlaka birimizin ağır bir yara alması gerekecekti. Belki de yaralanmanın daha ötesinde bir şeyler olacaktı. Birbirimize buz gibi soğuk bakışlar atıyorduk. Zack yavaş adımlarla bana doğru gelirken küçük kum fırtınaları oluşuyordu etrafında. Birkaç metre ötemde durduğunda düellonun başlangıcına kadar beklememiz gerektiği için üzülüyordum aslında. Ona hemen saldırıp mağlup etmek istiyordum. Birkaç dakika bile bekleyecek sabrım kalmamıştı çünkü. Ruhdeşen'i alıp yerde bir çukur kazmaya başladım. Tüm seyirciler gibi Zack de bu yaptığım şeyin anlamını çözmekten aciz kalmıştı. Kısa bir sürede küçük bir çukur açtıktan sonra içinde hiç duygu barındırmayan bir sesle bağırdım. "Zack Cliff Burton! Senin ile olan dostluğumuzu işte buraya gömüyorum!" dedikten sonra açtığım küçük çukurun içine tükürdüm. Aslında bunun hoş bir davranış olmadığının ben de farkındaydım fakat Zack'in ne kadar kararlı olduğumu görmesini istiyordum. Tabii aynı şekilde tüm seyircilerin de... Rakibimin yüz ifadesi iki kat daha sinirli ve duygusuz bir duruma gelmişti. Seyircilerin bulunduğu bölümden yine bir uğultu yükseldi. Bazıları bu yaptığımın ukalalık olduğunu düşünüyor olmalıydılar. Diğerleri ise bunu savaşın bir gerekliliği olduğunu anlamış olanlardı. Zack'i biraz daha kışkırtmanın, onun psikolojik olarak çöküntüye uğratmakta yardımı olabileceğini düşünüyordum. Aslında bunu birçok rakibimin üzerinde denemiş olmama rağmen nedense iş Zack'e gelince tereddüt ediyordum. Bir Nyks çocuğunun gözlerine bakmak akıl karı değildi. Aslında eğer bunu yapmazsam, cesaretimin olmadığını düşünecektim. Bundan kimsenin haberi olmasa da, kendime olan güvenimi kaybetmek istemezdim. Çok sert bir ifadeyle tekrar bağırmaya başladım. Seyircilerin de bunu duyması, Zack'in daha da etkilenmesi anlamına geliyordu. Benim de istediğim buydu zaten... "Ah Zack, bu düelloya gelirken eşini ve çocuğunu getirmek gibi bir hata yapmamış olmanı umuyorum. Çünkü sen yerde acıyla kıvranırken çocuğunun veya eşinin ağlaması pek hoş bir durum olmazdı gerçekten." Bunları dedikten sonra Zack bir iki saniye bekledi. Kafasını yere eğmişti fakat birkaç saniye sonra olacakları az çok kestirebiliyordum. Bu yüzden de kılıcımı hazır tutuyordum. Zack kafasını kaldırıp bana baktığında bırakıp gitmek istedim. Bir Nyks çocuğunun gözlerine bakmanın akıl karı olmadığını biliyordum, fakat bu apayrı bir şeydi. Bu saf öfkeydi ve bununla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum. Ben de onun gözlerine bakmaya başladım. Gözlerimi kaçırdığım anda zayıflık görüntüsü vereceğimin farkındaydım. Yine de onun gözüne baktığım her salise, vücudumu parçalara ayıran bir kılıçtan daha çok zarar veriyordu. Yaklaşık iki saniyelik bir bakışmadan sonra Zack üzerime koşmaya başladı. "İşte bu..." diye düşündüm. "Sana düellodan önce bile zarar vermeyi başardım." Bana yaklaşmasını izliyordum ve tam bir adım kala kılıcımı çekip Zack'in göğsüne doğru tuttum. "Hayır hayır, henüz düello başlamadı. Yanlış bir hareket yapayım deme." Yüksek sesle bir kahkaha atıp her zamankinden yüksek bir sesle bağırmaya başladım. "Gerçekten az önce söylediklerim için pişmanlık duyacağımı sanıyor musun? Yahut öyle bir durumda kızın veya eşin için üzüleceğimi? Sırf onlar izliyor diye sana merhamet edebileceğimi gerçekten düşündün mü? Hayır hayır, artık benim için birçok duygunun önemi yok. Hepsini sildim onların. Ne zaman mı, bilmek ister misin? Tanrıların Oyunu denen o lanet oyunda! Artık gülümsemeye başlamıştım. Yalnız bu gülümsemenin normal halimden farkı, çok daha şeytani olmasıydı. Bu işten artık zevk almaya başlıyordum. "Şefkat, merhamet, acıma... Bunların hepsi benim için önemini kaybetti... Bu öfkeyi tanrılar resmetti Zack ve onlar bana acımamıştı. Şimdi ben de sana acımayacağım!" Zack'i ruhsal açıdan yıpratmam gerekiyordu. Böylece düello sırasında mantıklı düşünemeyecekti. Bu halinle seni yenmem zor olmayacak Zack." diye düşündüm. Planım tıkır tıkır işlemeye devam ediyordu. Son söylediklerimden sonra daha fazla üzerine gitmemem gerekiyordu fakat niyeyse garip bir şekilde daha fazlasını yapmak istiyordum. Onu daha fazla yıpratmam gerekiyordu. Aslında şimdi söyleyeceklerimin Zack için bir şey ifade ettiğini sanmıyordum. "Nyks'in çocuğu, dövüş ustası Zack. Aciz insanlara dayak atmaktan başka bir şey bildiğini sanmıyorum." Söylediklerimin daha çok etkili olması için Zack'e yaklaştım ve kulağına fısıldadım. Bu durumdan sonra seyircilerin artık benim için bir önemi yoktu. "Unutma benim dövüşçü dostum. Dayakla yola koyulanlar kıyasıya savaştan arta kalanlardır!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeC.tesi Tem. 30, 2011 10:31 am

Marcus: 7.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
Zack Cliff Burton
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Zack Cliff Burton


Mesaj Sayısı : 814
Kayıt tarihi : 23/02/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 9:14 am

Poseidon’un yedi denizini aratmayan masmavi gözleri ile kılıcı Rebellion’un kabzasına uzun ve derin bakışlar atarak düşüncelerine yoğunlaştı. Şu an neredeydi? Nerede ne yapıyordu? Neden içinde endişe hissi vardı? Neden cevaplarını bildiği soruları kendine soruyordu? Şu an Yunan tanrılarının çocukları için yaratılan melez kampındaki düello alanının çeşitli eski taşlarla yaratılmış karanlık ve rutubetli girişindeydi. O karanlığın içinde durmuş ve konsantre olmaya çalışıyordu. Neden mi o karanlığın içindeydi? Çünkü biraz sonra hayatının en zorlu savaşlarından birini verecekti. Bir numaralı kulübe Zeus kulübesinin lideri Marcus ile bir bahis’e girmişlerdi. Tüm güçleri ile düello alanında savaşacaklar ve kanları ile alanın kumlarını ıslatırken kaybeden kişi bulunduğu kulübenin liderliğini bırakacaktı. Her ikisi içinde önemli bir rütbeyi bırakmak biraz zor geliyordu ama aralarındaki bu savaşma aşkı rütbe sevdası ile sınırlı değildi. Her ikisi de tanıştıkları zamandan bu yana birbirlerine karşı her zaman bir dövüşme dürtüsü hissetse de bu dürtüyü dizginlemek zorunda kalmışlardı. Bu bahis onlar için sadece özgürlüğe ve dizginleri bırakmaya açılan bir kapı niteliğindeydi. Zack de en az Marcus kadar kendi kulübesini seviyor ve kendi güçlerine güveniyordu. Karşısındaki Marcus yerine başka bir melez olsaydı içindeki bu endişe hissi gün yüzüne çıkmazdı belki de. Şu ana kadar hiçbir dövüşünde yenilmemiş ve de ustası haricinde hiç kimsenin karşısında dizlerinin üstüne düşmemişti. Ancak bu durum bekli de bugün yok olacaktı. Kampta kendisine dövüş konusunda rakip gördüğü tek kişi olan Marcus ile biraz sonra kıyasıya dövüşecekti. Marcus belki Zack kadar eğitim görmemişti ama ondaki vahşilik onu son derece tehlikeliler listesine koyuyordu. Kılıcının kabzasını daha sıkı bir şekilde kavradı ve kumlarla kaplı dövüş alanına doğru döndü. Arenadan gelen büyük uğultu Marcus’un savaş alanına geldiğini gösteriyordu. Uğultudaki coşku ise Zack’in kaybedeceğini… Sinirli bir şekilde yüz kaslarını sıktı ve dövüş alanına doğru kendinden emin bir adım attı.

Adım atmasıyla birlikte arkasından bir iç çekme sesi duydu. Hızlı ve şaşırmış bir tavırla arkasını döndü ve savaşçılardan başka herkese yasak olan bekleme koridorunda bulunan kişinin kim olduğunu anlamak için gözlerini kıstı. Gözlerinin işlevlerini hemen yerine getirmesi üzerine beyaz bir t-shirt giymiş, kot pantolonlu bir kadın grimsi gözleri ile Zack’in gözleri tarafından fark edildi. Kadın, Zack’e doğru bir adım daha atarken Zack de karşısındaki kişinin kim olduğunu anladı. Karşısındaki kişi gri gözleri ile insana ne kadar cahil olduğunu hissettiren bilgelik ve savaş stratejisi Tanrıçası Athena idi. Zack gözlerini şaşkınlık ile kırpıştırırken Tanrıça Athena Zack’e doğru yürümeye devam etti. Zack kendisine iyice yaklaşan Tanrıçaya bir kez daha inanamayarak baktı ve '' Tanrıçam burada ne işiniz var? '' diye sordu şaşkınlığını gizleyemeyerek. Tanrıça Athena tüm ciddiyetini koruyarak konuşmaya başladı, '' Nyks oğlu Zack Cliff Burton, bu savaşı kaybetmen gerekiyor. '' Tanrıçanın sözleri karşısında sessizliğini koruyan Zack içini çekerek bir kez daha konuşmak için ağzını açtı ve '' Ne demek istediğinizi anlayamadım Tanrıçam. '' dedi gözlerini insanı buharlaştırmaya yetecek kadar sert bakışlı olan Tanrıçadan ayırmadan. Tanrıça açıkça sinirlenmişçesine yüz kaslarını sıktı ve '' Bunu anlamayacak kadar salak olduğunu sanmıyorum Zack Cliff Burton. Karşındaki kişi Tanrıların kralı Zeus’un oğlu Marcus. Eğer ki onu yenersen bu açıkça Tanrı Zeus’un otoritesini ve mutlak gücünün takipçilerinin düşüncelerini etkiler. Bu yüzden senin gibi bir Nyks oğlunun bir Zeus oğlunu yenmesine izin veremeyiz. Şimdi anladın mı? '' dedi sinirli ifadesini devam ettirerek. Zack, Tanrıçanın sözleri karşısında beyninden vurulmuşa dönerek gözlerini Tanrıçadan çekti ve yerdeki kum tanelerine odakladı. Ne demekti bu? Marcus sırf kral Tanrının oğlu diye Zack yenilmek zorunda mıydı yani? Hayır, buna asla izin veremezdi. Sonunda ölümü olsa bile tüm gücünü kullanarak dövüşecekti onunla ve aralarına kimsenin girmesine izin vermeyecekti. Gözlerini kum taneciklerinden ayırdı ve bakışlarını Tanrıça Athena’ya yönelterek konuşmaya başladı '' Üzgünüm ama kimseye bilerek yenilmem. Eğer Marcus benden güçsüz ise yenilmeyi hak ediyordur. Eğer ben ondan daha güçsüz isem zaten benim yenilmeme gerek kalmadan kendisi beni yenecektir. Ama bunun Tanrı Zeus ile uzaktan ya da yakından hiçbir alakası olmayacaktır '' dedi ve nefes alış verişini düzenlemek için birkaç saniyenin geçmesini bekledi. Tanrıça Athena’nın yüzündeki ifade öfkeden anlayışlı bir ifadeye dönerken Zack’de gözlerini Tanrıçadan ayırmadı. Zack içindeki endişe hissinin yüz ifadesine bulaşmasını engellemek için tüm iradesini korurken Tanrıça Athena konuşmaya başlayarak dikkatini üzerine çekti. '' Bu cevabı vereceğini biliyordum Zack. Ancak güçlerin bir Nyks oğlu için biraz fazla. Her ne kadar doğru bulmasam da bu Tanrı Zeus’un emridir. Bu emri gerçekleştirmek ise benim görevim. Özel yeteneğin ve tecrübelerin yüzünden Marcus’u sana dokunamadan yenebilirsin ve biz buna izin veremeyiz '' dedi elini hafifçe yukarı kaldırırken. Tanrıçanın eli Zack’in göğüs kafesi hizasına çıktıktan sonra hafif bir şekilde parlamaya başladı. Gittikçe parlamaya devam eden elini Zack’in göğsünün ortasına yavaşça yerleştirdi ve '' Bu lanet, özel yeteneğini ve birkaç özelliğini düello bitene kadar elinden alacak. '' dedi eli ile Zack’in göğsüne bir acı dalgası yayarken. Zack’in gözleri görüntüleri bulanık görmeye başlarken vücudunun da nefes alış verişleri gittikçe hızlanmıştı. Göğsündeki inanılmaz ağrı nedeniyle bir elini duvara koyarken kafasını da duvara dayayıp acısını boş yere unutmaya çalıştı. Acı ile gözlerini tanrıça Athena’ya çevirdi ve gözlerindeki acı ifadesini aratmayan bir ses tonuyla '' Neden? '' diye sordu. Tanrıça Athena’nın cevap vermesine izin vermeden elini taş duvara bir kez daha vurdu ve bu sefer gözlerindeki saf öfkeyle tanrıçaya baktı. Aslında bu bakışı atmasıyla Tanrıçanın onu buharlaştıracağını sanıyordu ama Tanrıça Athena’nın gözlerindeki değişkenlik öfkesinin dağılmasını sağladı. Tanrıça Athena da böyle olmasını istemiyordu. Bu tamamıyla Tanrı Zeus’un emriydi. Bu sefer Tanrıçaya öfke ile bakmak yerine acısını görmezden gelerek sırtını dikleştirdi ve '' Tanrı Zeus bu lanetin beni durdurabileceğini sanıyorsa kesinlikle yanılıyor. Her ne kadar yeteneklerimi köreltip ve beni verdiği acıyla rahatsız etse de bu pes edeceğim anlamına gelmez. Kanımın son damlasına kadar savaşacak ve herkese bir Nyks oğlunun bir Zeus oğlunu nasıl yendiğini göstereceğim. '' dedi yüzüne anlayışlı bir ifade takarak. Tanrıça, Zack’in bu kendinden emin görüntüsüne bakarken '' Sende eski bir savaşçının izlerini görüyorum Zack. O da aynı senin gibi tanrılar ona karşı olsa da kanının son damlasına kadar savaşmıştı. Ama tanrılar –bizzat ben- onun ölümünü istedi. Karşısındaki kişi bir melezdi, o ise sadece bir ölümlü. Kazanmasına asla izin verilemezdi. Ama bugün sana bakarken o günkü kararımı yanlış verdiğimi görüyorum. '' dedi ve arkasını dönerek yürümeye başladı. Zack arkasından şaşkın bir şekilde bakarak '' Kimdi o savaşçı? '' diye sordu. Tanrıça Athena başını hafifçe çevirerek Zack’e baktı ve '' Truva prensi Hektor’du. '' dedi hafif bir gülümseme ile.

Uzun ve rutubetli koridordan savaş alanına doğru çıkarken güçlü bir doğu rüzgârı alandaki kumları havaya kaldırdı. Sanki rüzgâr Tanrısı Aeolus, Zack karşısında tüm hizmetkârlarını hazır ola geçirtmişti. Kendinden emin adımlar atarak alanın içinde yürümeye başladı. Zack’in yürümesiyle birlikte uğultular yükseldi. Fakat bu uğultular tezahürat için değil, daha çok Zack’in kaybedeceğini söylemek için çıkıyordu. Kalabalığın arasında ise birkaç kardeşi onu desteklemek için birkaç pankart hazırlamış ve hazırladıkları karton ve keçeli kalem birleşimini heyecanlı melezler arasında dikkat çekecek bir şekilde havaya kaldırmışlardı. Zack onlara bir salise gibi küçük bir zaman aralığında gülümsemiş ve bakışlarını karşısındaki rakibi Marcus’a çevirmişti. Marcus’a doğru kendinden emin bir şekilde yürümeye devam ederken kalabalık seslerini kesmişti. Onlar da ortamın gerginliğini fark etmişlerdi. Marcus’un birkaç metre ilerisinde durduktan sonra gözlerini tamamen ona kilitledi. Etrafında oluşan güçlü rüzgârlar üstündeki kapüşonu engin bir bayrak gibi dalgalandırırken kılıcı Rebellion’u sırtındaki görünmez kınından çıkardı ve yere saplayarak eline destek olabilecek bir değnek işlevi görmesini sağladı. Her ne kadar şu anda hiçbir sorunu yok gibi görünse de alanın içinde Marcus’un karşısında inanılmaz bir acı çekiyordu. Tanrıça’nın yaptığı bu kısıtlama laneti gittikçe etkisini gösteriyordu. Gözlerini Marcus’un üzerinde gezdirirken duyularına odaklanmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Sanki bir duvar onu engelliyordu. Duyularına ulaşmayı denemeyi bıraktıktan sonra Marcus’un yüz ifadesini fark etti. Son derece sabırsız ve vahşi görünüyordu. Zack diğer mimiklerini incelemeye başlarken Marcus, kılıcını alıp yerde bir çukur açtı. Zack de dahil olmak üzere alanda bulunan herkes Marcus’un ne yaptığını merak ederken Marcus '' Zack Cliff Burton! Senin ile olan dostluğumuzu işte buraya gömüyorum! '' diye bağırıp açtığı çukura tükürdü. Son derece çocukça ve gereksiz bir hareketle Zack’i sinirlendirmeye çalıştığı belliydi. Ama bir açıdan da haklıydı. Bu arenada artık dostluk konuşmayacaktı. Zack, Marcus’un bu hareketine karşı haklı olduğunu göstermek için yüzündeki son duygucuk damlasını da silerek sinirli bir ifade ile gözlerini Marcus’a dikmeye devam etti. Marcus, Zack’in gözleri ile buluşmamaya özen gösterirken alanından çeşitli uğultular yükselmeye başladı. Zack hepsine kulağını kapatıp Marcus’un bu tepkiler karşısındaki tepkisine baktı. Açıkça kendini beğenmişçesine gülümsüyor ve gelen her türlü övgü ile eleştiriyi kabul ediyordu. Uğultuların yavaş yavaş kesilmesi üzerine Marcus, bir kez daha bağırarak konuşmak için ağzını açtı ve '' Ah Zack, bu düelloya gelirken eşini ve çocuğunu getirmek gibi bir hata yapmamış olmanı umuyorum. Çünkü sen yerde acıyla kıvranırken çocuğun veya eşinin ağlaması pek hoş olmazdı gerçekten.'' dedi Zack’in beyninden vurulmuşa dönmesini sağlayarak. Marcus’daki bu küstahlıkta neydi böyle? Sinirine hâkim olmaya çalışarak kafasını eğdi ve kılıcının kabzasını kıracakmışçasına sıkan eline baktı. İstese şu anda Marcus’a çığlıklar attırabilirdi. Tüm duyularını elinden alarak yavaşça yanına gider ve kalbinin tam ortasına kılıcını yavaş ve zevkli bir şekilde yerleştirebilirdi. Sonrasında ise alandaki kalabalığa dönüp '' Dövüşü bu kadar kısa tuttuğum için özür dilerim ama daha önemli işlerim var '' diyerek oradan ayrılırdı. Tabii ki bu düşündükleri Tanrıça Athena’nın Tanrı Zeus’un emriyle gelip Zack’i kısıtlamasıyla buhar olup uçmuştu. Kafasını eğip gözlerini kapattıktan sonra düşünceler hızlı bir şekilde kafasının içinde dönmüştü ama sinirini alamamıştı. Öfkeden ve kıskançlıktan kuduruyordu. Ustası şu anda yanında olsa herhalde Zack’e sağlam bir tokat geçirerek kendisine gelmesini söylerdi. Yaklaşık iki üç saniye sonra kafasını kaldırıp öfkeli bakışlarını Marcus’a dikti. Marcus’un gözleri Zack’in öfkeden çılgına dönmüş ama yinede yerinde sakince duran öfkesini içine atmış bakışlarını görünce gözlerini kaçırmamak için kendini zorlamaya başladı. Zack bunu her ne kadar takdir etse de artık kurşun silahtan çıkmıştı. Yaklaşık iki saniye daha bakıştıktan sonra Zack, yere sapladığı kılıcını yerinden çıkartıp Marcus’a doğru koşmaya başladı. Fakat bir terslik vardı. Etrafındaki taraftar çok hızlıydı. Marcus’un Zack’in göğsüne doğru çıkan kılıcıda gereğinden çok hızlıydı. Bir anlık hareketlenmeden sonra Marcus’un kılıcı Zack’in göğsünde bulunuyordu. Marcus kılıcını hafif bir şekilde dürterek gülümsedi ve '' Hayır hayır, henüz düello başlamadı. Yanlış bir hareket yapayım deme. '' diyerek bir kahkaha kopardı. Zack sinirli bir şekilde yüz kaslarını sıkarken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Lanet etkisini göstermeye devam ediyordu. Hızı aşırı şekilde düşmüştü ve Marcus da bunu fırsat bilerek kılıcını Zack’in göğsüne çıkarmıştı. Marcus kahkahasını kestikten sonra sinsi bir şekilde gülümseyip '' Gerçekten az önce söylediklerim için pişmanlık duyacağımı sanıyor musun? Yahut öyle bir durumda kızın veya eşin için üzüleceğimi? Sırf onlar izliyor diye sana merhamet edebileceğimi gerçekten düşündün mü? Hayır, hayır, artık benim için birçok duygunun önemi yok. Hepsini sildim onların. Ne zaman mı, bilmek ister misin? Tanrıların Oyunu denen o lanet oyunda! '' Marcus’un kendini kaybetmişçesine şeytani bir gülümsemeyle Zack’e bakmaya devam etmesi üzerine Zack kaşlarını çatarak Marcus’a bakmaya devam etti. Marcus, Zack’in bakışlarına aldırmadan konuşmaya devam etti. '' Şefkat, merhamet, acıma... Bunların hepsi benim için önemini kaybetti... Bu öfkeyi tanrılar resmetti Zack ve onlar bana acımamıştı. Şimdi ben de sana acımayacağım! '' Tanrılar acımamış mıydı?! Bu söz Zack için bardağı taşıran son damla oldu. Üzerindeki lanet gittikçe canını yakmaya devam ederken Marcus, Zack’in buruşmuş yüzüne bakıp bir anlam çıkartmaya çalıştı. Bir süre Zack’i süzdükten sonra tekrardan konuşmaya başladı. '' Nyks'in çocuğu, dövüş ustası Zack. Aciz insanlara dayak atmaktan başka bir şey bildiğini sanmıyorum. '' artık gittikçe saçmalamaya başlamıştı Marcus. Saçma sözlerine devam etmek istercesine Zack’in kulağına yaklaştı ve '' Unutma benim dövüşçü dostum. Dayakla yola koyulanlar kıyasıya savaştan arta kalanlardır! '' diyerek ayak bileğini Zack’in ayak bileğine dolayıp Zack’i ittirdi. Normal koşullarda böylesine ezik bir hareket Zack’i yerinden bir santimetre bile kıpırdatamazdı ama şu an ki haliyle eski halinin arasında Everest Dağı kadar bir fark vardı. Göğsündeki acı devam ederken yere doğru sırt üstü sağlam bir düşüş yaşadı. Düellonun daha başlamamasına rağmen Marcus böylesine çirkin bir hareket yapıp Zack’i yere düşürmekle kalmamış aynı zamanda yere düştükten sonra üstüne çıkıp yumruk atmaya başlamıştı. Neler olduğunu kavradıktan sonra bacaklarını kaldırmış ve Marcus’un ulaşmasını engellemek için kullanmaya başlamıştı. Marcus’un, Zack’e attığı yumruklar yüzüne ulaşmayı bırakınca Marcus da geriye doğru bir adım atarak uzaklaşmaya çalıştı ama bu sefer de Zack bacaklarını Marcus’un bileğine dolayarak Marcus’un düşmesini sağladı. Marcus yere düşerken Zack’de acıya rağmen hızlıca ayağa kalkmıştı. Marcus ile aralarına yaklaşık iki metre gibi bir uzaklık koyup Marcus’un ayağa kalkmasını bekledi. Marcus, seyircilerin önünde yere düşmekten rahatsız olacak ki yüzündeki nefret yüz metre ilerideki yaşlı bir insan tarafından bile fark edilebilirdi. Marcus bacaklarının üstünde doğrulurken Zack’de dudağından akan kanı eliyle yokladı ve eline bulaşan kanı öfkeli gözlerle inceledi. Gözlerini elinden ayırdıktan sonra karşısında kılıcını çekmiş bir vaziyette duran Marcus’a baktı ve '' Hey, biraz önce neler saçmaladın sen? '' diye sordu birçok insan tarafından kaba diye tabir edilebilecek bir ses tonuyla. Marcus, Zack’in ne demek istediğini anlayamayarak bakışlarını Zack’in üzerinde gezdirdi. Zack elindeki kılıcının kabzasını kavramaya devam ederken ucunu omzuna attı ve hafif bir gülümseme ile gözlerinin önüne düşen saçlarını geriye atarken Marcus’a baktı. '' Sen acımasızlık görmemişsin. Ama haklısın Tanrıların kralı Zeus’un oğluna daha iyi davranmaları lazımdı, değil mi? Sana bir şey soracağım Marcus; Sence neden duyularını elinden almadım? Biraz önceki gibi beni kolayca kılıcının önüne alabilmen sana da biraz saçma gelmedi mi? '' dedi dudaklarını ağlayacakmış gibi bükerek. Hafif ve tiz bir kahkaha daha kopararak yine konuşmaya başladı. '' Ah, hadi ama ben boşuna eğitmen olarak seçilmedim Marcus. Beni bu kadar kolay bir lokma olarak görmen kalbimi kırdı doğrusu ama sana bugün burada hiç kimsenin görmediği bir yanımı göstereceğim, buna hazır mısın? Hazır olsan iyi olur çünkü bir dahaki sefere tüm gücümle geleceğim. Tabi ki baban izin verirse… '' dedikten sonra kılıcı Rebellion’u gökyüzünü işaret edecek bir şekilde kaldırdı ve rüzgârların şiddetini arkasına alarak Marcus’a doğru gerçek hızında koşmaya başladı. Artık hızını engelleyen bir şey yoktu. Karşısında zafere ulaşmak için tek bir engel vardı, o da hileye başvuran Tanrı Zeus’un oğlu Marcus’tu.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimePtsi Ağus. 01, 2011 1:44 am

Zack: 6.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 9:15 am

Zack'in konuşmasının sinirlerim üzerinde bir etkisi olmamıştı. Eğer Jüpiter çocuğu olmam, birilerinin beni kayırması anlamına gelseydi bundan sadece mutlu olurdum. Bu yüzden ettiği deli saçması sözleri aklımdan sildim ve düelloya odaklandım. Düelloda nasıl bir taktik yapacağımı henüz kendim bile bilmiyordum. Her zamanki gibi buraya da hazırlıksız gelmiştim tabii ki. "Carpe diem..." diye bir ses yankılandı kafamın içinde. "Anı yaşa Marcus. Onlar geçmişi yad edip gelecek için plan yapadursunlar. Sen sadece anı yaşa..." Kafamda yankılanan seslerden sıyrılıp önüme baktığım sırada Zack'in bana doğru koştuğunu gördüm. Gerçekten hızlı bir biçimde üzerime geliyordu fakat henüz düello başlamamıştı. Bu yüzden ona saldırmayı düşünmüyordum. O bana yaklaşırken birkaç adım gerildim ve üzerine şimşek hızında koşmaya başladım. Çok kısa bir süre sonra buluştuğumuzda o sadece varlığımı ve muhtemelen ayağındaki keskin acıyı hissetmişti. Düellonun henüz başlamaması, kendimi savunmasız bırakacağım anlamına gelmiyordu. "Düello başlamadan üzerime saldıracak kadar saygısız bir Nyks çocuğu beklemiyordum açıkçası." dedim, Zack'in mavi gözlerinin tam içine bakarak. Orada şimşek hızında bir hamleyle Zack'in kafasını kesebilirdim. Evet, aslında bunu istiyordum. Gözlerimi bir anlığına kapattım ve o anı düşledim.

Zack'in bedenine yatay eksende savuruyordum kılıcımı. Tamamen korunmasız bir durumda olması bana apayrı bir zevk veriyordu. Kılıcın boynuna değmesi ile büyük bir miktar kanın fışkırması bir oluyordu. Ardından ağır bir şey tamamen bilinçsizce yere düşüyor. O kadar şaşkınım ki, gözümün önündeki şeyi görmekten bile aciz kalıyorum. Birkaç saniye sonra anlıyorum ki yere düşen şey Zack'in bedeni. Bedenin bir metre kadar sağına baktığımda ise Zack'in kafasını görüyorum. Yere eğilip inceleme isteği duyuyorum nedense. Bir Nyks çocuğunun görüntüsüyle hiç uyuşmayan bir sima beliriyor karşımda. Sapsarı ve düz saçlarının yanında mavi gözleri de herhangi bir Nyks çocuğunun görüntüsüyle tamamen zıt bir durumda. Çok uzun olmasa da sakallarının da belirli olduğu surata baktım. Ona bakmak bana acı vermiyordu. Yüreğimin bir yerlerinde serbest kalmak için çaba gösteren duygular vardı. Onlara ihtiyacım olmadığını düşündüm. Şefkat, merhamet, acıma duygusu... "Şefkat, kalbime zahmettir." diye düşünüyordum. "Merhamet, vicdanda kabir azabı..." Güçlü ellerimle Zack'in o sarı saçlarını tuttum ve kafasını havaya kaldırdım. Bir kedinin, öldürdüğü bir fare ile nasıl oynadığını düşündüm. Ben de bu kafayla böyle mi oynayacaktım? Simsiyah gözlerimi Zack'in bedeninden ayrılmış olan kafasına diktim. Boynundan hala kan damlıyordu. Yere düşen her kırmızı damlada arenanın kumları kirleniyordu. Ardından ağzımdan şu ana kadar attığım en vahşi kahkaha çıktı. Elimdeki kafaya ve birkaç metre ötemdeki cansız bedene baktıkça kahkaha atıyordum. Gülüyordum, gülüyordum ve gülüyordum...

Gözlerimi açtığımda birkaç adım geriledim ve Zack'e buz gibi bir bakış fırlattım. Bu belki de ona bir şekilde "Sana asla acımayacağım!" demenin farklı bir şekliydi. Zack ani bir hareketle kalktı ve bana tekrar saldıracağını belli eden bir şekilde baktı. Vücudunun durumu da bu teorimi doğruluyordu aslında. Kılıcımı kaldırmaya bile gerek görmeden gelecek saldırıyı beklemeye başladım. Prensipleri olan bir melez olmuştum her zaman. Düello başlamadan önce ona saldırmaya niyetim yoktu. Kafamı yavaşça iki yana salladım. Bu sırada Zack'in şeytani bir gülümsemeyle bana baktığını görüyordum. Bana saldırmak için ileri doğru bir adım attığı sırada buz gibi bir ses arenada yankılandı. "Melezler!" Kafamı çevirmeye gerek duymadan gözlerimi sesin geldiği tarafa yönelttim. "Tam da beklediğim gibi." diye düşündüm. İri ve gri gözler, kıvırcık saçlar ve sert yüz hatları. Zack'e attığı, insanın kanını donduran bakıştan sonra yanımıza yürümeye başladı. Elimde tuttuğum ve kalkanın arkasında saklamaya çalıştığım iki adet ince nesneyi sıktım. Düellonun hakemi Athena olacaktı. Elimdeki şeyleri tahmin etmemesini umuyordum. Bunlar benim gizli silah olarak kullanacağım şeylerdi ve bazı durumlarda canımı bile kurtarabilirlerdi. Bunları sadece en zor durumlarda çıkaracaktım. Düelloyu kaybetmeye yakın olduğum zamanlarda... Athena yanımıza geldiğinde kuralları sıralamaya başladı fakat ne yazık ki onu duymuyordum bile. Zack ile birbirimize o kadar sert bakıyorduk ki, ikimizden birinin düello başlamadan kaçacağını düşünmüştüm. Benim gibi Zack'in de kuralları dinlemediğini biliyordum. Kim ne derse desin bu düellonun sonunda ikimizden biri için ağır bir bedel olacaktı. Derin bir nefes aldım ve konsantre olmaya çalıştım. Onunla ölümüne dövüşmem gerekiyordu. Kimse bunu garipsemezdi zaten. Herkes "Evet, Jüpiter çocuğu yine sorumluluğunu yerine getiriyor." tarzı şeyler söylerdi. Üzerimdeki sorumluluk çok fazla olsa da, hepsini yerine getirmeye çalışıyordum. Athena birkaç saniye duraksadı ve ağzından artık geri dönüşü olmayan kelimeler çıktı. "Peki o halde, düello başlasın!"

Düello başladığı anda, ben de değişime başlamıştım. Kılıcımla Zack'in üzerine doğru gitmeye başladım. Zayıf hamleler yapıyordum ve haliyle onun da savuşturması pek zor olmuyordu. Bunu yaparak onun savunmasındaki açıkları görmeye çalışıyordum fakat ne yazık ki şu an herhangi bir açığını yakalayamamıştım. Önceden yaptığın düelloların hepsinde, önce yavaş başlanırdı ve zaman ilerledikçe saldırılar hızlanırdı ama bu normal bir düello değildi. Bu bir ölüm kalım savaşıydı adeta. Zack üzerime koştuğunda onun nereden hamle yapacağını anında anlamıştım. Kılıcı tutuş tarzına bakılırsa sağ taraftan bir saldırı yapacaktı. Romalı yanım kendini göstermeye şimdiden başlamıştı. Rakibi inceliyor ve yapacağı saldırıları seziyordum. Zack koşup üzerime zıpladı ve kılıcını yatay bir eksende, tahmin ettiğim gibi sağ taraftan salladı. Kalkanımı kaldırdığımda bu saldırıyı kolaylıkla savuşturmuş oldum. "Seni ahmak... Beni böyle hamleler..." Cümlem yarım kalmıştı çünkü boş bıraktığım sol taraftan tam dudaklarımın üstüne çok hızlı bir yumruk gelmişti. Yumruğun etkisiyle sersemledim ve birkaç adım geriledim. Dilimi ağzımda gezdirdiğimde kanın tadını almıştım bile. Seyircilere kısa bir bakış attığımda bunu beklemediklerini anlamıştım. Seyirciler tepki verememişlerdi çünkü işin garip tarafı, ben de bir tepki verememiştim. Yapmam gereken şeyi anlayamıyordum. Dişlerimin tamamını Zack'e gösterecek şekilde gülmeye başladım. Bembeyaz dişlerim tamamen kırmızıya boyanmıştı. Ağzımdaki kan ile beraber bir dişimi de yere tükürüp gülmeye devam ettim. O kadar yüksek sesle gülüyordum ki hem seyircilerin, hem de Zack'in şaşırdığını hissediyordum. "Lanet olsun, beni böyle ucuz numaralarla yenemezsin Zack. Daha fazlası gerekecek!" Gırtlağımı söküp koparırcasına bir savaş narası attım. Şimdi saldırma sırası bendeydi. Bu sefer bütün gücümle saldıracaktım. Şimşek hızında olmasa da, çok yüksek bir hızda koşup Zack'in üzerine zıpladım. Kenara çekilip benden kurtulduğunda suratına kılıcımı savurdum. Aslında böyle bir hamlenin yasak olması gerekiyordu fakat o yasakları bir kenara bırakmıştım. Onlar benim için artık sözlü veya yazılı saçmalıklardan ibaretti. Kılıcım ile yaptığım hamleden kafasını yana çevirip sıyrılmıştı Zack. Hamleyi savuşturmanın rahatlığı ile kafasını tekrar bana çevirdiğinde ise şaşırtma sırası bu sefer bendeydi. Kalkanımı tam Zack'in burnuna denk gelecek bir şekilde savurdum. Zack geriye doğru birkaç adım atarken ben bu sırada tekrar onun üzerine gidiyordum. Hızla koşup zıpladığım ve Zack'in tam suratına bir tekme savurdum. Zack için kolay sayılabilecek bir hamle sayılırdı bu. Öyle de olmuştu. Zack eğilerek bu hamleden kurtuldu. Yüksek sesle bir kahkaha attı. Sinsice gülümsedim. "Eğer bilmiyorsan sana bir taktik vereyim Zack, sakın düşmanının arkandan saldırmasına izin verme!" Zack'in kahkahası yarım kalmıştı. Evet, şimdi ne yapmak istediğimi anlamıştı. O tekme ile yapmak istediğim şey Zack'in bunu fark etmesi ve eğilmesiydi. Böylece onun arkasına geçecektim ve daha kolay hamle yapma şansı bulacaktım. O anda kılıcı kaburgalarına saplayıp onu yere sermekte zorlanmazdım. Yine de bunu istemiyordum. "Daha eğlence yeni başlıyor!" diye düşündüm ve bütün gücümle Zack'in diz kapağının arkasına bir tekme attım. Zack'in güçlü bir çocuk olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Böyle bir darbeden sonra yere düşmeyen her kişi güçlü sayılabilirdi. Yine de bunun bir faydası olmayacaktı Zack'e. Bu darbeden sonra dizlerinin üstüne çöktü ve tam suratının ortasına yediği tekme ile yere düştü. Zack yerde yatıyordu fakat uzun süre böyle kalmayacağından emindim. Kılıcımı alıp Zack'in yanına eğildim. "Ben kılıcı bir kere sokarım dostum, ataların bile acı çeker!" diye bağırdım ve kılıcı dikey bir biçimde Zack'in kafasına saplamak için hamle yaptım. Bu hamleden kurtulmasının imkansız olduğunu düşünüyordum. Böyle bir hamleden kurtulan kişinin ya mükemmel bir savaşçı, ya da dünyanın en şanslı insanı olması gerekiyordu. Kılıcı sapladığım zaman çıkan sesten sonra irkildim. Daha önce bir çok kez insanları kılıçtan geçirmiştim fakat hiçbirinde böyle bir ses çıkmamıştı. Simsiyah gözlerim adeta yuvalarından fırlayacak durumdaydı. Zack, bu saldırıdan kurtulmayı nasıl başarmıştı? Yaşadığım tereddütten sonra tek hissettiğim şey beş adet güçlü parmağın boğazımı sıkması olmuştu. Mengene gibi elleriyle boğazımı sıkıyordu Zack. Bana baktığında mavi gözlerindeki ifade o kadar karanlıktı ki bir an görme yeteneğimi kaybettiğimi sanmıştım. Zack ani bir hareketle boğazımda olan elini, enseme kaydırdı ve vücudumu aşağı çekti. Aynı anda burnuma yediğim bir diz darbesi ile burnumdan kanlar fışkırmaya başladı. Her ne kadar kendimden geçmeme ramak kalmış olsa da, koşarak kılıcımı aldım. Artık dizginleri elime almam gerektiğinin farkındaydım. "Son bir saldırı..." diye düşündüm. "Son bir saldırı yapıp bitirici olana geçeceğim." Karşı karşıya duruyorduk Zack ile. İkimiz de, karşımızdakinden hamle bekliyorduk. Suratıma şeytani bir gülümseme yerleştirdim. "Peki öyleyse Zack, senin istediğin olsun!" Son sürat Zack'e doğru koşmaya başladım. Attığım her adımdan sonra ayağımın altından kumlar havaya yükseliyordu. Burnuma yediğim dizin acısına katlanmak zorunda hissediyordum kendimi. Burnumdan akan kanlar dudağımın üzerinde koyu bir kırmızılık oluşturmuştu. Ter yüzünden vücudumun her noktası sırılsıklamdı. Kısacası düello havasına girmeme az kalmıştı. İçimdeki kan dökme isteğine sahip canavar uyanmak üzereydi. Şimdiye kadar onu uyandırmak için ayrıca bir şey yapmamıştım. Zaman adeta yavaşlamıştı benim için. Zack'in durumu da benden farklı değildi. Burnundan akan kan durmuştu. Saçlarının arasındaki kum tanelerini ayırt etmek de pek zor değildi benim için. "Yanıltıcı bir hamleye ihtiyacım var." diye düşündüm. Dolaylı yollar ile saldırdığım hem onun kafasını karıştırmış, hem de daha fazla hasar vermiş oluyordum. Kafamda anında bir strateji belirlemiştim. Birkaç adım daha ilerledikten sonra Zack ile aramızda yaklaşık iki metre kalmıştı. Buradan sonra son derece dikkatli ve hızlı olmalıydım. Özel gücümü şu ana kadar kullanmamıştım çünkü kendimi fazla yormak istemiyordum. Gücümü sona saklıyordum. Yani bitirici darbeye... Kalkanımı Zack'e doğru fırlattıktan sonra hiç duraksamadan koşmaya devam ettim. Zack kalkanı görünce yine beni unutmuştu. "Yine tuzağıma düştün Zack, senden daha zeki bir düşmanla karşılaşmak beni daha çok eğlendirirdi!" diye düşündüm. Tahmin ettiğim gibi Zack kolayca kaçmıştı kalkandan. Tekrar bana doğru döndüğü zaman havaya sıçradım ve Ruhdeşen'i yatay bir biçimde Zack'in göğsüne savurdum. "Eğer şansım varsa yüreğini paramparça etmişimdir!" Hamleden sonra yere düştüğümde Zack'ten zayıf bir hırıltı yükseldi. Onu öldürmeyi başaramamıştım. Yine de omzunda derin bir yara açmıştım ve bu da önemli bir gelişme sayılabilirdi. Zack dizlerinin üstüne çöküp elini yarasının üstüne koydu. Yaptığım saldırının, zırhın korumadığı bir yere gelmiş olması benim için büyük bir şanstı. Yarasından akan kanlar, sol kolunu kıpkırmızı yapmıştı. "Zack Cliff Burton! Beni yenip kampın önemli çocuğu olacaksın demek. Kendini göklerde mi hissedeceksin Zack? Sana bir şey söyleyeyim mi? Yerin altına inmeden, kimse göğe çıkamaz!" Zack'in yarasından akan kanlara rağmen kalkmak üzere olduğunu görüyordum. Bu yara düelloyu kaybetmesine yetecek kadar derin değildi. Aynı şekilde savaşmasını da engelleyemezdi. Zack yavaşça ayağa kalkarken vücudumdaki hiçbir kas oynamadı. Sadece durup onun kalkmasını bekledim. Bitirici hamlemi yaptığım sırada yerde olmasını istemezdim. "Canını kaburgandan alırım Zack, bir damla kanını üzerime bulaştırmam. İstersen dakika sürmez ruhunu cehennemine ulaştırmam!" Zack bu sözlerimin üzerine gülümsemekle yetindi. Bunu boş bir tehdit olarak algılaması sinirimi bozmuştu. Şu ana kadar tehdit ettiğim insanları bir şekilde sindirmeyi başarmıştım. Fakat Zack'in gözlerinden kararlılık okunuyordu. Bu düelloda her şeyiyle savaşacağını belli ediyordu. "Güçlü ve cesur biri olduğunu inkar etmiyorum Zack. Cesaretine yaraşır bir ölüm hazırlayacağım sana!" Zack'in ayağa kalkıp kılıcını aldığı sırada planıma başlamıştım. Yavaşça gözlerimi kısıp konsantre oldum. Bir anda şimşek hızında ileri fırladım ve Zack'in etrafında koşmaya başladım. O, şaşkınlıktan çığlık atacak biri değildi. Yine de ağzının açık kalmasına engel olamamıştı. Bütün gücümü şimdi kullanacaktım. Yaptığım saldırının başarısız olması durumunda, düellonun geri kalan kısmında beni türlü zorluklar bekleyecekti. "Anı yaşa Marcus... Anı yaşa ve bitir şu işi!" Şimşek hızında Zack'in etrafında koşarak çember çiziyordum. Daha şimdiden kumlar havaya dağılmaya başlamıştı. Geçtiğim yerlerde yoğun bir "kum fırtınası" oluşuyordu. Zack'in gözleri adeta yuvalarından fırlayacaktı. Her tarafa bakıyordu ve dikkatinin dağıldığını sezmiştim. Hızım ile çemberin daralması doğru orantılı olarak gerçekleşiyordu. Hızım arttığında, çember de daralıyordu. Bu saldırıyı yeni keşfetmiştim ve ilk defa bir melez üzerinde uygulayacaktım. Rakibe hem psikolojik yönden zarar veriyordu, hem de doğru uygulandığı takdirde mükemmel bir bitirici vuruş olabiliyordu. Zack hala etrafa bakıyordu. Artık çember o kadar daralmıştı ki, Zack'in görüş mesafesi muhtemelen yarım metre ile kısıtlıydı. Artık gücümün yavaş yavaş tükendiğini hissedebiliyordum. Saldırı zamanının geldiğini düşünüyordum. Kum fırtınasının arasından şimşek hızında çıktım. Zack'in beni bu karmaşada görmesi imkansızdı. Tek korktuğum şey; varlığımı hissetmesiydi. Yine dolaylı yoldan saldıracaktım. Güvendiğim bir yöntemdi ve şu ana kadar hiçbir terslikle karşılaşmamıştım. "Bu son olacak..." diye düşündüm. "Bu senin sonun olacak Zack!" Kalkanı fırlattıktan sonra bir süre bekledim. Bu hızda aniden saldırmam durumunda kalkandan önce Zack'in yanına varırdım. Yaklaşık iki saniye sonra şimşek hızında ileri atıldım. Kum fırtınasının içinden çıktığım için kalkanın Zack'e yaklaştığını görüyordum. Yine kalkandan kurtulmuştu. Muhtemelen yine beni fark etmemişti. Gülümsüyordum. "Bu kadar aptal olduğun için teşekkür ederim Zack!" diye düşündüm. Bir saniye gibi kısa bir sürede Zack'e ulaşmıştım. Kılıcımı kaldırdım ve saldırmaya hazırlandım. Zaman artık yavaşlamıştı. Kılıcımı Zack'in bedenine sokmadan önce gördüğüm tek şey onun ürkütücü gözleri olmuştu...

Yerde yatıyordum. Kalktığımda hissettiğim ilk şey baldırımdaki acıydı. Hayır, orada bir de cisim bulunduğundan emindim. Öyle bir durumdaydım ki, gözlerimi açmaya dahi korkuyordum. Göz kapaklarım yavaşça kalktıklarında ise gördüğüm şey beni şoka uğratmıştı. Bacağımda Zack'in kılıcı Rebellion, yarısına kadar saplanmış bir biçimde duruyordu. "Saldırı başarısız oldu." diye düşündüm. Birkaç saniyelik şokun ardından Zack'e bakmayı da akıl edebilmiştim. Ona baktığımda ise gördüğüm şey beni adeta bir çocuk gibi sevindirmişti. Zack'in omzundaki, eski açtığım yarayı tekrar deşmişti Ruhdeşen. Belirli bir kısmı saplanmıştı omzuna. İkimizin yaralarından da oluk oluk kan akıyordu. Güçsüz düşeceğimi hissediyordum. Yine de bu düellodan vazgeçmeyecektim. Rebellion'un kabzasından tuttum ve acı bir çığlık eşliğinde tek seferde bacağımdan çıkarttım. Dizlerimin üzerine çökmüştüm. Bu bile bana inanılmaz bir acı veriyordu. "Sandığım kadar aptal çıkmadın Zack." Bu lafımdan sonra kahkaha atmaya başladım. Zack'in bile şaşırdığına emindim. Garipseyen gözlerle bana bakıyordu. "Kan deryasına merhabalarla uyandım, umut bekleme hiçbir şeyden Zack." diye bağırdım yarı inleyen bir şekilde. İçimdeki canavar uyanmaya başlıyordu. Etraf garip bir kırmızıya bürünüyordu. Zack dışında hiçbir şey görmüyordum. İçimdeki kan dökme isteği yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Zack'in gözlerinin tam içine bakıyordum. "Giderek daha zevkli oluyor Zack. Giderek daha zevkli oluyor!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 10:50 pm

Marcus: 9.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
Zack Cliff Burton
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Zack Cliff Burton


Mesaj Sayısı : 814
Kayıt tarihi : 23/02/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimePerş. Ağus. 04, 2011 2:00 am

Omzundan akan kanları durdurmak için sağ eli ile omzuna işe yaramayan bir tampon yaparken sol eli ile de kılıcı Rebellion’a uzanmaya çalışıyordu. Marcus’un kahkahası ile ürpermesinden beri sol eli durmadan titriyor ve kendine hâkim olamıyordu. Yarı sinir ve yarı korkunun verdiği şaşkınlıkla dişlerini sıkarken kılıcına uzanmaya çalışan eli amacına ulaşamadan kanlarla ıslanmış kumlara düştü. Acı ile hafif bir inilti koy verdi ve bir kez daha ayağa kalkmaya çalıştı. Lanet’in sınırladığı gücüne ve çektiği acıya rağmen tüm iradesini kullanarak ayağa kalkarken bir bacağını destek olsun diye arkaya attı. Sırtını kamburlaştırmış bir şekilde yavaş yavaş yerden kalkmaya çalışırken Marcus’un yaralı bacağına rağmen çoktan ayağa kalkmış olduğunu gördü. Sinirli bir ifade ile yüz kaslarını sıkıp elini yumruk haline getirdi ve kumlara sağlam bir yumruk geçirerek ayağa kalktı. Sinirli bir şekilde Marcus’a bakışlarını dikti ve ‘’ Güzel hareketti Marcus ama beni yenebilmek için bundan çok daha iyilerini yapabilmen lazım. ‘’ dedi ve gözlerini Marcus’un ellerine kaydırdı. Marcus bir eli ile kendi kılıcını tutarken diğer eli ile de Zack’in kılıcını tutuyordu. Şaşkınlıkla ağzı açılırken Marcus’un şeytani gülümsemesini gördü ve içindeki korku kabarcıkları ortaya çıkmaya başladı. Etrafına korku ile bakarken savaşmasına yardım edecek bir alet aradı ama beklediği gibi başarılı olamadı. Yarı korkmuş ve yarı sinirli yüz ifadesi ile gözlerini Marcus’un gözlerine sabitledi. Gözleri ile Marcus’un gözlerinin içine bakarken seviyesini bu kadarda düşürmemiş olduğunu umarak bakışlarını sürdürmeye devam etti. Marcus’un yüzündeki gülümseme gittikçe artarken Zack’de bir eli ile cebindeki şişkinliğe dokundu. Hala bir silahı vardı ama şu durumunda işe yarayacağını sanmıyordu. Marcus şeytani gülümsemesini aratmayan bir kahkaha ile Zack’in ürpermesini sağladı. Sadece Zack değil bütün seyirciler ürpermişti. Marcus kahkahasını devam ettirirken Rebellion’u havaya kaldırdı ve arena’nın seyirciler için ayrılmış fakat izleyiciler tarafından rağbet görmemiş olan yere fırlattı. Zack şaşkınlıkla kılıcının saplandığı yere bakarken bakışlarını yavaş yavaş Marcus’a çevirdi. Ama Marcus bulunduğu yerde yoktu. Yaklaşık bir saniye sonra yüzüne doğru bir kılıcın savrulduğunu gördü. Reflekslerini lanet’in izin verdiği ölçüde kullanarak kılıçtan kaçmayı başardı ama bu yüzünün kesilmesini engellemedi. Yanağından hafifçe kan sızarken bir elini yüzüne götürerek kanının aktığını teyit etti. Sinirli görünmeye çalışsa da korktuğu belliydi. Bu lanet üzerindeyken Marcus’u yenmenin zor olacağını biliyordu ama bu denli bir zorluk ile karşılaşacağını ummuyordu. İçinde küçük bir miktar korku barındırarak acı ile inledi ve dövüş pozisyonu aldı. Marcus Zack’in kulaklarını tırmalayan bir kahkaha daha attı ve şimşeğe dönüşerek koşmaya başladı. Daha önce Marcus’un bir dövüş içinde bu kadar kararlı ya da kana susamış olduğunu görmemişti. Gözlerini saniyenin küçük bir parçasında kapatarak ‘’ Sana neler oldu böyle. ‘’ dedi ve gözlerini şu ana kadar kimsenin görmediği bir öfke ile yeniden açtı. Marcus yine aynı hareketi yapıyordu ama bu sefer daha hızlıydı. Marcus hızını gittikçe arttırırken koştuğu çember de gittikçe daralıyordu. Zack korku ile etrafına bakınırken Marcus’un bulunduğu yeri ayırt etmeye çalışıyordu ama bunda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Marcus’un etrafında son sürat dönmesi nedeni ile yavaş yavaş başı da dönmeye başlamıştı. Artık tek dönen Marcus değildi. Artık Marcus ile birlikte dünyada şimşek hızında dönüyordu. Yavaş yavaş dizlerinin üzerine çökmeye başlarken Marcus’un kahkahası da kulaklarında çınlıyordu. Korkuyordu, daha önce korkmadığı kadar korkuyordu. Her ne kadar korktuğunu bilme hissi onu rahatsız etse de korkmasının bir sebebi vardı. Çocuklarını ve eşini düşündüğü için korkuyordu. Bu tehlikeli dünyada bir başlarına kalacaklardı ve Zack onları korumak için bir şey yapamayacaktı. Gözyaşları gözlerinden ağır bir şekilde çıkarken Zack de yaklaşan ölümünü beklemeye başladı. Marcus’un vücudundan çıkan elektrik sesleri gittikçe yaklaşırken kulakları uğuldamaya başladı. Kulaklarındaki bu garip sesi ölüme yaklaşmasının bir göstergesi diye kabul ederken aniden üşümeye başladı. Ölümün Tanrısı’nın yaklaşması ile oluştuğunu düşündüğü bu garip olaylar karşısında sadece gülümsedi. Ölüme gülümseyerek gidecekti. Kulaklarındaki uğultu gittikçe şiddetli bir hal alırken ‘’ Ne yapıyorsun? ‘’ diye sordu aşırı şekilde tanıdık gelen bir ses.

Gözlerini şaşkınlıkla açtığında karanlık bir odada olduğunu gördü. Gözlerini sesin geldiği yere çevirdi ve hayatı boyunca yaşadığı en büyük şaşkınlığı yaşadı. ‘’ Usta… ? ‘’ dedi gördüklerine inanamayarak. Her ne kadar gördüklerine inanamasa da karşısındaki Ustası James Shiba’ydı. Her zamanki gibi kör bir bıçak ile kolsuz hale getirdiği gömleğini giymiş altına da siyah bir pantolon geçirmişti. Daha önceki savaşlarından aldığı yaralar kollarını kaplarken takma bacağı ve korsanlarınkine benzeyen göz bandı ile insanın dikkatini bir hayli çekiyordu. Yüzünde her zamanki memnun olmamış bir ifade ve ağzından hiç düşürmediği sigarası ile Zack’e bakıyordu. ‘’ Niye kaçıyorsun Zack? ‘’ diye sordu küçük tanrıların bile saklanmasına yol açacak sert sesi ile. Zack ustasının sorusu üzerine korku ile yere sindi. Ustasının en çok nefret ettiği şey korkaklıktı ve bunun cezası çok ama çok ağırdı. Ustasının sorusu üzerine korkmasına rağmen ayağa kalktı ve ‘’ Usta burada ne yapı… Öldüm değil mi? ‘’ diye sordu hafif bir hüsran ile. Ustası Zack’in sorusu üzerine yavaşça Zack’e doğru yürümeye başladı. Ustasının her adımı ile korkusu daha da artarken ustası Marcus’un hızından daha hızlı bir yumruk çıkararak Zack’in yüzüne yerleştirdi. Karanlık odanın en ucuna kadar yerde yuvarlandıktan sonra yüzünü tutarak yerden kalktı ve ‘’ Benimle dalga mı geçiyorsun? Yıllardır yasını tuttuktan sonra ilk karşılaşmamızda bana vuruyor musun? Kafan iyi mi senin yaşlı bunak! ‘’ dedi son derece sinirli bir şekilde. Ama ustası sinirini görmezden gelerek bir kez daha yumruğunu geçirdikten sonra ‘’ Öncelikle saygı duymayı yeniden öğrenmen lazım seni ana kuzusu! Belki biraz erkek olursan benim çeyreğim kadar cesur olabilirsin! ‘’ dedi kendini göstererek. Zack yüzündeki kanı elinin tersiyle silerken ustası yeniden konuşmaya başladı ve ‘’ Kulaklarını tıkayan yersiz bir korkudur evlat. Sana eğitiminde öğrettiğim en önemli şeyi unutmuşsun anlaşılan . ‘’ dedi yapmacık bir hüsran ile. Zack ustasına özlemle bir kez daha baktı ve ‘’ Öldükten sonra bir kez daha görüşebileceğimizi biliyordum usta, ‘’ dedi ve en içten şekilde gülümsedi. Ustası her utandığında yaptığı gibi ellerini saçlarının arasından geçirdi ve ‘’ Sen daha ölmedin Zack. Nedense bu düello Tanrılar tarafından dikkatle izlenmeye başlandı. Tanrı Hades sana yapılan haksızlığa karşı sinirlendi ve Zeus’a karşı çıkarak beni bu adil olmayan düelloda sana yardım etmem için gönderdi. Biraz sonra tek bir vücut olarak dövüşeceğiz Zack. ‘’ diyerek Zack’in yanına yaklaştı. Omuzlarından tutarak Zack’i sarstı ve ‘’ Hazır mısın Zack ?! Biraz sonra sana öğrettiğim tüm teknikleri kullanacağız! ‘’ dedi. Ustasının söyledikleri karşısında şaşkına dönen Zack ustasının gözlerine kararlı bir şekilde baktı ve ‘’ Yenilmeye başından beri niyetim yoktu zaten usta! ‘’ dedi bağırarak. Ustası şeytani gülümsemesini yüzüne takınıp ‘’ Güzel. O halde savaşa dönmenin zamanı geldi demektir. ‘’ diyerek karanlık odada oda ile birlikte gözden kaybolmaya başladı. Gözleri aniden açıldı. Artık ahşap zeminde değil kum dolu bir zeminde duruyordu. Marcus hala etrafında dönüyordu ve yaklaşmasına az kalmıştı. Vücudu kendiliğinden ayağa kalktı ve istemsizce kaslarını gerdi. Marcus Zack’in etrafında dönerken Zack’in vücudu da kendi kendine alıştırma yaparcasına havaya yumruklar savuruyordu. Vücudu ısınma antrenmanını bitirdikten sonra zihninden ustasının sesi ‘’ Başlıyoruz. ‘’ diyerek Zack’i uyardı.

Marcus’un hızıyla oluşan kum fırtınalarına aldırmadan Marcus’un gelmesini bekliyordu. Vücudu hiçbir zaman olmadığı kadar dövüşe hazırdı ve dikkatle yapılacak saldırıyı bekliyordu. Marcus gittikçe yaklaşırken ustası Zack’in zihninden konuşmaya başladı ve ‘’ Dinle Zack. Düşman bir, sen birsin. Korkulacak ne var? Korkundan kurtul! İleri bak! İleri git! Asla olduğun yerde durma! Geri adım atarsan yaşlanacaksın! Tereddüt edersen öleceksin! Kazanacağını herkese haykır! ‘’ diyerek bağırdı. Ustasının her zaman ki moral konuşmasının ardından Zack nostaljinin verdiği huzur ile gülümseyerek ‘’ Kazanacağım! ‘’ diye haykırdı. Bağırması ile birlikte vücudu da harekete geçti. Eli etrafında oluşan ışık sütununa girdi ve girdiği gibi bir gırtlağı kaptı. Marcus artık etrafında koşmuyordu. Artık Zack’in ellerinden kurtulmak için çabalıyordu ama beceremiyordu. Marcus’un boşa çabalarından sıkılan vücudu Marcus’un vücudunu yere geçirdi. Kumlar kanlarla ıslanırken Zack’in vücudu da ustaca hareket ederek Marcus’un vücudunu kilitledi. Bir kolunu bacaklarının arasına alıp kolları ile şah damarını sıkmaya başladı ama şu anki güçsüz hali ile bunu başarabilmesi imkânsızdı. Ustası da bunu fark etmiş olacak ki ‘’ Evlat bu lanet cidden seni kısıtlıyor. ‘’ dedi Zack’in zihninden. Bunu demesinin ardından Marcus’un kolundan hafif bir sıcaklık yayıldı ve Zack’in bacağını acıtacak derecede yaktı. Refleksleri yüzünden bacağını anında çekti ve Marcus bunu fırsat bilip şimşeğe dönüştü ve kafasını Zack’in kollarından kurtararak kaçtı. Zack bacaklarının şimşeğe dönüşürken ortaça çıkan ısı tarafından yanmasını beklemediğinden biraz afallamış görünüyordu ama ustası hemen dizginleri eline alarak ‘’ Kendine gel Zack! ‘’ diye bağırdı zihninin içinden. Marcus aralarına olabildiğince mesafe koymuş ve boynunu ovarken sinirli bir şekilde Zack’e bakıyordu. Zack’in vücudu istemsizce kaslarını gerdi ve kollarını iki yana açtıktan sonra ellerini göğsünün önünde birleştirdi. Ellerin birleşmesi ile vücudu eğildi ve gereksiz bir karate selamı verdi. Bunu gören seyirciler kıkırdamalarını tutamazken Marcus Zack’in gözüne daha da sinirli gözüktü. Ustası bunu bilerek mi yapıyordu, yoksa geleneklere saygısını mı gösteriyordu anlayabilmiş değildi. Karate selamını verdikten sonra vücudu dizlerini kırdı ve ayaklarını yere sağlam bir şekilde bastı. Klasik duruşlardan birini yaptıktan sonra elleri bir kez daha ileri çıktı ve bu sefer Marcus’a gelmesini işaret etti. Marcus sinirli bir bakış attıktan sonra bir savaş narası atıp Zack’e doğru koşmaya başladı. Zack’in vücudu hareketsizce Marcus’un gelmesini bekledi. Marcus şimşek hızında yanlarına gelip kılıcını savurduğunda Zack’in bedeni de kendi kendine hareket edip savurduğu kılıcını tutan elini yakaladı ve judodan basit bir hareket ile Marcus’u yere çarptı. Marcus bir şey olmamışçasına yerden hızlıca kalktı ve bir çığlık daha atıp kılıcını bir kez daha savurdu. Ama vücudu bu saldırıdan da çok rahat bir şekilde kaçtı. Zack’in vücudu kılıçtan bu kadar rahat bir şekilde kaçarken Marcus da sinirli olduğunu gösteren bir tavır ile savaş naraları atarak kılıcını savurup duruyordu. Marcus’un kılıcı yaklaşık altı defa boşa çıktıktan sonra Zack’in vücudu bir kez daha istemsiz çalışıp Marcus’un en son saldırısında Wing Chun’dan bir ayak hareketi ile yana kaçtı. Yana kaçması ile birlikte Marcus’un sağ kulağına düz bir yumruk çıkardı. Yarım daire kanallarına gelen darbe yüzünden olacak ki Marcus kısa bir süre dengesini sağlayamadı. Zack’in vücudu bunu fırsat bilerek Savate’nin eski zamanlarından kalma bir tekme tekniği ile kaburgalarına sağlam bir tekme geçirdi. Marcus’un ağzından çıkan kanlar ustasının bu işte ciddi olduğunu gösteriyordu. Marcus yavaşça dizlerinin üstüne çökerken Zack’in vücudu yine Zack’den izin istemeden harekete geçti ve Marcus’un saçlarını kavradı. Seyircilerden endişeli fısıltılar çıkarken birisi bağırdı. ‘’ Marcus! Ayağa kalk! ‘’ Bu Marcus’un karısı Luna’ydı. Gözleri ağlamaktan kızarmış bir halde bir eli ile gözyaşlarını silmek için kullandığı mendili tutarken bir eli ile de tırabzanlara sıkıca tutunmuş, Marcus’a kalkmasını söylüyordu. Zack bir an için Luna’ya ‘’ Eşin artık kalkamaz. Çok üzgünüm. ‘’ demek istedi ama iradesini kullanarak bu isteğine hâkim oldu. Luna bir kez daha ağlamaklı sesi ile ‘’ Marcus Leon Stanislaus! Hemen ayağa kalk! Kızımız için ayağa kalk! ‘’ diye bağırdı. Zack gözlerini devirdi ve elleri istemsizce Marcus’un saçlarını daha sıkı sıktı. Sol eli saçlarını kavrarken sağ elide şah damarına yapılacak hızlı ve etkili bir vuruş için hazırlandı. Sağ elini vururken hız kazanmak için havaya kaldırdı ve gözlerini yumarak Marcus için Tanrı Hades’e dua ederken Marcus’un ailesine bakacağına dair kendi kendine söz verdi. Marcus yavaş yavaş kendine gelirken göğsünden hırıltılar çıkmaya başlamıştı. Zack zamanın geldiğini anlayarak elini bir kılıcı anımsatacak bir şekilde açtı ve son sürat Marcus’un şah damarına yönlendirdi. Elinin aniden durdurulması üzerine gözleri ani bir şaşkınlık ile açıldı. Marcus nefreti andıran bir yüz ifadesi ile Zack’e bakarken aynı zamanda eliyle de Zack’in saldırısını durdurmuştu.

Zack şaşkınlık ile Marcus’un yüzüne bakarken ustası Zack’in zihninden bir ıslık çalıp ‘’ Bu çocukta gerçekten iş var ‘’ dedi ve Marcus şimşeğe dönüşürken Zack’in vücudunu kontrol edip ellerini istemsiz olarak çekmesini sağladı. Marcus şimşeğe dönüştükten sonra kılıcının bulunduğu yere doğru koştu ve kılıcını kaptı. Kılıcını kaptığı gibi nefretin bile yanında sönük kalacağı bir bakış ile Zack’e baktı. Zack sessizce ne yapacağını görmek için beklerken Marcus aniden karşılarında belirdi. Kılıcını savurdu ve savurmasıyla birlikte sağlam bir tekme attı. Ustasının kontrolü sayesinde kılıçtan hafif bir yara alsa da tekmeden kaçamadı. Tekmenin gücü gerçekten inanılmazdı. Öyle ki Zack’in yaklaşık dört metre geriye uçmasına neden olmuştu. Artık arenanın en köşesine gelmişlerdi. Zack duvara dayanarak ayaklarının üzerine kalktı ve dengesini sağladı. Ustası zihninden ‘’ İşte bunu beklemiyordum. ‘’ derken Zack de elini cebine atmıştı. Cebinde aradığı şeyi bulduktan sonra ‘’ Usta senin için bir şeyim var. ‘’ dedi ve yüzüne şeytani bir gülümseme koyarak elindeki minik şişeyi Marcus’a gösterdi. Fakat Marcus buna aldırmadan Zack’in gözlerine bakmaya devam etti. Marcus’un sessiz cevabına rağmen Zack’in ustası zihninin içinde ‘’ Aferin Zack! Sana öğrettiğim en önemli ikinci dersi unutmamışsın! ‘’ diye bağırdı. Zack ise şeytani gülümsemesini devam ettirerek ‘’ Yanında her zaman alkol bulundur ‘’ diye tamamladı ustasını. Gerçi bu tür bir şeyin on yaşındaki bir çocuğa söylenmesi her ne kadar yanlış olsa da, Zack ustasının Sarhoş Dövüşünü öğrettiği günden beri yanında her zaman alkol bulunduruyordu. ‘’ Ne dersin usta? Seyircilere Sarhoş Dövüşünün inceliklerini gösterelim mi? ‘’ dedi şişenin kapağını açarken. Ustası zihninin içinde mutlu bir ses tonu ile ‘’ Elbette! Ama bu kadar küçük bir şişe işe yarar mı? ‘’ dedi sonlara doğru hayal kırıklığı yaşamış gibi yaparak. Zack sessizce kıkırdadı ve ‘’ Normal bir şişe olsaydı yaramazdı ama bu şişe Hekate çocuklarının büyüleri ile yapıldı. Yaklaşık iki büyük şişe kapasitesinde. ‘’ diye cevap verdikten sonra küçük şişeyi kafasına dikti. Şişenin içindeki alkol musluktan su akıtırcasına Zack’in boğazına akıyordu ve her geçen saniye rahatlayıp gevşemesine neden oluyordu. Şişenin içindeki alkol sınırına ulaştığında Zack’in kızarmış yüzünde aptal bir gülümseme vardı. Seyirciler Zack’in yüz ifadesine gülerken Marcus da, ‘’ İşimi bu kadar kolaylaştırmak zorunda mısın Zack? ‘’ diye sordu. Zack gülümsemeye devam ederken Marcus’a doğru dengesini kaybetmiş bir şekilde yürümeye başladı. Aralarında iki metre gibi bir mesafe kalmışken Zack durdu ve gülümsemeye devam ederek elini öne çıkardı. Öne çıkan elinden işaret parmağını havaya kaldırıp iki yana sallandı. Bu hareketle birlikte Zack de ‘’ Hayır hayır, sarhoş falan olmadım. Ben sarhoş değilim! ‘’ diye bağırıp bir kahkaha kopardı. Zack’in tavırları yüzünden tüm seyirciler gülme krizine girerken Marcus tiksinmiş bir yüz ifadesi ile Zack’e baktı ve kılıcını Zack’in göğsüne savurdu. Zack sarhoşluğun getirdiği dengesizlikle yana doğru dengesini kaybetti ve yana kaydı. Yana kaymasıyla kılıçtan çok rahat bir şekilde kaçtı. Bu sefer tüm izleyiciler sustu. Herkes şaşkın bir şekilde o kılıç darbesinden nasıl kaçtığını anlamaya çalışıyordu. Ama Zack bunların hiç birisini umursamayarak gülmeye devam ediyordu. En sonunda kahkaha atarak yere düşünce Marcus bir kez daha kılıcını diklemesine Zack’e geçirmeye çalıştı ama Zack sırtüstü yatıp yana doğru yuvarlanınca kılıç toprağa saplandı. Artık Zack dışında tek bir gülen bile yoktu. Bir tek ustası zihninin içinden gülüyordu. Zack gülmeye devam ederken bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu. Marcus sinirlendiğini göstermek istercesine bir savaş narası atıp Zack’in üstüne koştu ama Zack bunu fazla önemsemedi. Marcus kılıcını koşarken yine Zack’in göğsüne savurdu ama Zack yine aynı şekilde kaçmayı başarmıştı. Aynı sahne birkaç kez daha gösterildikten sonra Zack bir bacağını yukarı kaldırdı ve Marcus’a gülümseyerek ayağını Marcus’un ayağının üstüne koydu. Ayağı ile iyice bastırırken göğsü ile sert bir şekilde Marcus’un göğsüne bilerek çarpıp fiziksel üstünlüğünü kanıtlamışçasına gülümsedi. Bu darbe sonrasında yere düşen Marcus hızlıca ayağa kalkerken Zack kahkaha atıyor ve eski bir Çin şarkısı söylüyordu. Marcus son derece sinirlenmiş bir şekilde Zack’e bakarken Zack’de el sallayarak Marcus’un yüzündeki sinir ifadesini daha da sertleştirdi. Marcus, sinir ve nefret dolu yüz ifadesi ile Zack’in üzerine doğru koşmaya başlayınca Zack bir kahkaha daha koparıp ‘’ Çok hızlı koşuyorsun değil mi? ‘’ diye sordu gülümseyerek. Marcus cevap olarak bir savaş narası verdi ve kılıcını havaya kaldırdı. Zack de cevap olarak kendini Marcus’un üstüne attı. Marcus refleks olarak onu tutarken Zack bir kez daha güldü ve Marcus’a sarıldı. Sarılırken bir bacağını Marcus’un bacağına doladı ve kendi ağırlığını Marcus’a verdi. Marcus hem kendi ağırlını hem de Zack’in ağırlığını taşıyamayarak dizlerinin üzerine çöktü. Marcus dizlerinin üzerine çökerken Zack de dirseğini Marcus’un kafasına geçirip geriye doğru attı kendini. Kumlara sırt üstü düştükten sonra kahkaha atmaya devam edip kumda kolları ile bacaklarını açıp kapatarak karların içindeymiş gibi melekler yapmaya başladı. Marcus kafasını tutarak Zack’e doğru yavaş yavaş yürürken Zack onu görmezlikten geldi. Bunun üzerine Marcus sinirle hırladı ve kılıcını bir kez daha savurarak Zack’in ayağa kalkmasını sağladı. Zack ayağa kalkınca elindeki kalkanı Zack’e fırlattı. Zack sağa doğru dengesini kaybederek kalkandan kaçtı ama bu seferde Marcus saldırdı. Zack bir kez daha dengesini kaybederek geriye doğru kendini sırt üstü yere attı ve ellerini yere koyarak kendini hemen geri kaldırdı. Geri kalkması ile birlikte Marcus’un yüzüne düz ve sağlam bir yumruk geçirdi. Kahkaha atmaya devam ederken Marcus’a baktı ve ‘’ Bu tür saldırılar Sarhoş Yumruk sanatına karşı işe yaramaz Marcus! ‘’ dedikten sonra öne doğru dengesini kaybedip Marcus’a beklemediği bir yumruk daha attı. Marcus geriye doğru düşerken Zack de bir bacağını arkaya atıp dizlerini kırdı ve sırtını kamburlaştırarak garip bir dövüş pozisyonu aldı. Sarhoş Yumruğun duruşuna geçerken ellerini öne doğru uzatıp işaret parmağı ile başparmağını birleştirdi ve ellerinin düzenini bozmadan yine dengesini kaybetti. Bunun üzerine bir kahkaha daha attı ve Marcus’a bakıp ‘’ Sana Çin dövüş sanatlarının en eğlenceli sanatını göstereceğim Marcus ‘’ dedikten sonra göz kırpıp kaşlarını havaya kaldırarak gülümsedi.

Marcus burnundan akan kanlara aldırmıyormuş gibi Zack’e bakmaya devam etti ve kılıcını ona doğrulttu. Şimşek hızında zikzak çizerek koşmaya başlarken şimşeğin içinden gelen tek bir kişiden çıkan sinirli bağırışları duydu ve bir kahkaha daha kopardı. Şimşek son bir zikzak daha yaptıktan sonra Zack’in engellemesi en zor olan yere doğru yöneldi. Fakat Zack bunu fark etse de tek yaptığı gülmek ve dengesini sağlamaya çalışmaktı. Marcus Romalı olduğunu gösterircesine naralar atarak gelirken Zack kahkahalar atıyor ve şişesinin içinde kalan alkol parçaları ile ağzını ıslatıyordu. Marcus ile aralarında yaklaşık bir metre gibi kısa bir mesafe kala Zack eğildi ve yana kaçtı ama Marcus bunu yapacağını tahmin etmiş olacak ki kılıcının yörüngesini değiştirerek Zack’i şaşırttı. Zack son anda şişeyi tuttuğu elini havaya kaldırdı. Kılıç son sürat ile kesmek için aşağı inerken tiz bir kırılma sesi duydu. Belki de ona şu anda dokunabilecek tek sesi… Gözlerini korkarak eline götürdü ve şişesinin kırılmış olduğunu gördü. Sinirli bir şekilde gözlerini şişesinden kaldırıp, ‘’ Hey o benim son büyülü şişemdi! Ayrıca içinde hala içilecek içki vardı! Buna nasıl cüret edersin Marcus? Buna pişman olacaksın! ‘’ dedi ve kendini ayağa kaldırıp Sarhoş Yumruğun temel dövüş pozisyonunu aldı. Marcus Zack’in söylediği sözlerden zerre etkilenmiş gözükmeden kılıcını savurdu ama Zack kılıçtan çok rahat bir şekilde kaçtı. Kılıçtan kaçması ile birlikte kılıcının ıskalaması ile gardını indiren Marcus’un yüzüne sağlam bir yumruk geçirirken aynı anda diyaframına da ayak tabanı ile düz bir tekme geçirdi. Diyaframına gelen tekme ile iki büklüm olan Marcus’un sağına doğru adımını atarken vücudunu onla aynı hizaya getirmek isteyerek döndürdü ve dönerken kazandığı hız ile kaburgalarına bir yumruk geçirdi. Marcus sessizce yere düşerken Zack de bir yılana benzemesine yol açan gülümsemesi ile Marcus’a baktı ve ‘’ Diyaframın yırtıldı, en az bir kaburganla birlikte burnunu kırdım. Ayrıca yarım daire kanallarına hasar verirken de kulak zarını yırttım. Özür dilerim. ‘’ dedi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeC.tesi Ağus. 06, 2011 9:46 am

Zack: 9.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimePaz Ağus. 07, 2011 10:49 pm

Arkadaşlar ben hakemlikten çekiliyorum, yeni bulacağınız hakem tüm rp'leri tekrar puanlasın. Smile
İyi düellolar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
Katherine M. von Dorff
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Katherine M. von Dorff


Mesaj Sayısı : 4525
Kayıt tarihi : 05/03/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeSalı Ağus. 09, 2011 1:15 am

Yeni hakem olarak tüm turları puanlıyorum o zaman.

İlk tur puanları;

Marcus, Athena nedenini açıklamış. Puanın 7.

Zack, Athena nedenini açıklamış. Puanın 6.

İlk tur puanlamalarında değişiklik olmayacak.

İkinci tur puanları;

Marcus, ilk rp'ne göre kesinlikle daha iyiydi. Anlatım aynı şekilde daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Onun dışında her şeyden tam puan aldın. Puanın 8.

Zack, ilk rp'ne göre iyiydi ya da kötüydü gibi bir yorumda bulunmayacağım. Öncelikle bozduğun kuralları söyleyeyim. Düellolarda amaç rakibi öldürmek değil, tamamen etkisiz hale getirmektir. Rakibinin dövüşmesini engelleyecek yaralar yasak. Kulak zarını, diyaframı yırtmak, kaburgalarını kırmak, yarım daire kanallarına hasar vermek ? Direk öldürseydin demek istiyorum. Aynı zamanda cümle sonlarında da noktalama kullanmamışsın. Anlatımda da aynı nedenlerden sorun oluşuyordu. Puanın 5.


Puanlama ile sorununuz olursa konuşurum. Açıkça verdiğim puanların nedenini açıkladığım görülüyor. Ben yine yüksek veren bir hakemim, itiraz duyarsam, sonraki düellolarda gerçekten hak ettiğiniz puanları veririm. Karar sizin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://camelot.hareketforum.org/
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimeÇarş. Ağus. 10, 2011 3:39 pm

"Diyaframın yırtıldı, en az bir kaburganla birlikte burnunu kırdım. Ayrıca yarım daire kanallarına hasar verirken de kulak zarını yırttım. Özür dilerim." demişti Zack, garip bir gülümseme eşliğinde. Kulaklarım şimdiden uğuldamaya başlamıştı. Burnumda ise keskin bir acı vardı ve zorlukla nefes alıyordum. Dizlerimin üstüne çökmüştüm. Bu kadar çok darbeyi yedikten sonra hala yaşıyor olmam, beni şaşırtıyordu. Hayata sımsıkı sarılmıştım belki de. Belki de yapmak istediğim şey sadece bu düelloyu kazanmaktı. Her zaman sıcak olan ve bedenimi yakan kumları şimdi hissetmekte zorlanıyordum. Seyircilerin bulunduğu tarafa baktım. Çoğu melez kaygılı gözler ile bakıyordu bana. Bazıları ise yenildiğimi şimdiden garantilemişlerdi. O an yere serilip sonsuz bir uykuya yatmak istiyordum. Bunu yaptığım takdirde, Zack de istediğimi bana verecekti. Zack'e bakmaya başladım bir anda. Gözlerini bana dikmişti ve gülümsüyordu. Ona ne olduğunu bilmesem de, savaşan kişi Zack değildi. Ondan daha soğukkanlı, daha acımasız ve daha güçlü biri vardı karşımda. Şimdi ise onun karşısında dizlerimin üzerine çökmüştüm. Ecelin yaklaştığını hissettiğimde, hayatım da bir film şeridi gibi geçip gitmeye başlamıştı gözlerimin önünden.

Luna ile ilk tanıştığım gün... Masmavi gözleri en derin okyanuslardan bile daha fazla içine çekiyordu beni. Simsiyah, ipeksi saçlarına dokunmak ise apayrı bir haz veriyordu. "Bizi tanrılar bile ayıramaz. Denerlerse bile... Hepsini öldürürüm!" demiştim ona. Tanrılara bile kafa tutmaya hazır birisi, bir melezin önünde eğiliyordu şimdi. Kızım Helen'in sevinç çığlıklarını duymaya başlamıştım. Helen, benim ilk göz ağrımdı. Beni bir kahraman olarak görüyordu. İnsanları kurtaran, iyi yürekli ve yardımsever bir kahraman... Kızımın isteklerini ise şimdi boşa çıkarıyordum. Bir arena köşesinde, tamamen kahramanlıktan uzak bir biçimde ölmeyi bekliyordum o an. Kardeşlerimin düellodan önce beni cesaretlendirerek "Kazanacaksın, sana güveniyoruz!" dediklerini görüyordum. Gözleri parıldıyordu hepsinin. Suratımda hafif bir gülümseme oluşmuştu. Bu gülümsemenin diğerlerinden tek farkı, tamamen saf ve pozitif duygulardan oluşmasıydı belki de. Görüntüler değişmeye başladığında ise tüm bedenim titredi. Bir kadın ve bir kız çocuğunun ağladıklarını duyuyordum. En çok ses onlardan çıkıyordu, gökyüzüne siyah dumanlar yükselirken. Kız ve erkeklerden oluşan dokuz kişilik bir grup, siyah bir kefeni ateşe vermişlerdi. Şaşırtıcı bir biçimde bu insanları tanıdığımı fark ediyordum. Kefeni ateşe atanlardan biri arkasını döndüğünde, şaşkınlıktan dilimi yutacaktım az daha. Yüzü çökmüş bir adam vardı karşımda. Ağlamıyordu, gözleri de dolmamıştı ama üzüntüsünü anlayabiliyordum. "Leonard..." diye bir ses yankılandı kafamın içinde. Karşımda tanıdığım Leo'dan eser yoktu. Kırk yaşındaki gibi biriydi, yaşlanmıştı. Her yandan fısıltılar yükseliyordu. Kalabalığın arasında gözyaşlarına hakim olmayanları görebiliyordum. "Yanan kefen, benim kefenim..." diye düşündüm. Az önce sevdiklerimi görmüştüm. Şimdi gördüklerim ise arkamda bıraktığım insanlardı. Gerçek dünyaya döndüğümde ise gözlerimden yola çıkan bir damla yaş, sayısız ter damlası ile birlikte yanaklarımdan indi ve arenadaki kumların üzerine düştü. Çatlamış ve yer yer kan ile dolu olan dudaklarımdan dökülen kelimeleri ise kimsenin duymadığını düşünüyordum. "Sen söz vermiştin ya kendine. Dünya güzel olacaktı hani? Sen kaç kere yere düştün Marcus? Kalk hadi. Asker, kalk hadi!"

Ayağa kalktığımda gücümün tükenmek üzere olduğunu hissediyordum. Tek çarem olan o iki adet büyük iğneyi kullanmaktan çekiniyordum açıkçası. Tanrıların benim yanımda olmadığını fark ediyordum. Yine de gücüm bitene kadar savaşacaktım. ellerimde tuttuğum ve şu ana kadar kimsenin görmediği iki iğne, benim son umudumdu. Kılıcımı havaya kaldırdım ve bağırmaya başladım. ''Hayatta tek bir şeyden korkarım Zack. Başlarsam kendimi durduramamaktan..." Korkutucu gözler ve sevimli bir gülümsemenin bir araya gelmesinden kaynaklanan psikopat bir bakış attım. Yeri göğü inleten bir kahkaha geldi bu bakışımın ardından. Bu sırada büyük bir yıldırım, benim kahkahamı yarıda kesecek bir biçimde arenanın ortasına düştü. Az önce bedenimi kavuran ve bazen gözlerimi kısmamı gerektiren güneş, yerini gri renkli bulutlara bırakmıştı. Gök gürültülerini hissediyordum. Etraftaki elektronlara yoğunlaştım. Onlar benim en büyük gücümdü ve böyle durumlarda havadaki elektron sayısı artıyordu. Bu da benim özel gücümü daha verimli kullanmamı sağlıyordu. Aslında bulunduğum durumda ayakta kalmam bile bir mucizeydi. Zack'in şaşırdığını görebiliyordum. Ona az sonra yapacağım sürprizi hayatı boyunca unutmamasını diliyordum. "Ah, bu arada unutmadan söyleyeyim Zack. Benim büyülü şişelere ihtiyacım yok. Çünkü seninle işim bittiğinde kafatasını içki içmek için kullanacağım!" dedikten sonra yüksek sesle bir savaş narası atıp saldırıya geçtim. Karşımdaki kişinin Zack olmadığını biliyordum. Karşımda çok daha tecrübeli ve muhtemelen de yaşlı biri vardı. Benim sahip olduğum fakat onda bulunmayan bir özellik aramam gerekiyordu. Birkaç deneme yapmam gerektiğini hissediyordum. Bu yüzden Zack'in üzerine atıldım. Kılıçlarımız havada çarpıştığında bacaklarına doğru bir tekme savurdum. Geriye doğru çekilerek bu tekmeden kurtuldu ve o da benim suratıma tekme atmak için bir hamle yaptı. Bu saldırı oldukça hızlıydı fakat son anda kendimi yana çekmeyi başarmıştım. Düşüncelerimi toparlamam gerekiyordu fakat rakibim muhtemelen bunu anlamıştı. Üzerime son sürat koşup gözlerimin bile zor gördüğü bir yumruk salladı suratıma. Nasıl olduğunu anlayamamıştım fakat bu saldırıyı savuşturmayı başarmıştım işte! Yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu. Şimdi tam sırasıydı, arkamı dönüp kılıcımı boydan boya Zack'in karnına sokacaktım. Son sürat arkamı döndüğümde Zack'in arkası bana dönüktü. Kılıcımı dik bir biçimde Zack'e savuracağım sırada bir kırılma sesi duydum. Bir saniye sonra da bacağımda dayanılmaz bir acı oluşmuştu. Birkaç adım geriledim ve bacağıma baktım. Kaval kemiğime çok sert bir topuk darbesi aldığımı yeni fark ediyordum. Kemik kırılmamıştı fakat ağır bir biçimde zedelenmişti. Muhtemelen çatlamıştı. "Tek bir darbede kaval kemiğini çatlatmak... Bu adam gerçekten inanılmaz." Zack'in duraksamasından faydalanıp ben de birkaç saniye bekledim. Düşüncelerimi toparlamam ve her şeyimle düelloya odaklanmam gerekiyordu. İçimdeki öfkenin çıkmasına izin vermiştim. Kafamın içinde tek bir ses çınlıyordu. "Öldür, öldür..." Vücut ısım aniden artmaya başlamıştı. Nefes alış verişimin yanına garip ve korkutucu bir hırıltı eşlik ediyordu. Gözüme adeta bir perde inmişti artık. Sadece Zack vardı. Başka hiçbir şeyi göremiyordum. Zack'in şaşırdığını görebiliyordum fakat bununla ilgilenemeyecek durumdaydım. Öncekilere hiç benzemeyen, eşsiz bir savaş narası eşliğinde Zack'e doğru koşmaya başladım. Rakibim hiçbir tepki vermemişti. Şaşırtıcı bir biçimde bundan rahatsızlık duymaya başlamıştım. Kılıcımı kontrolsüz bir biçimde Zack'e salladığımda ise sadece bir adım geri çekildi ve güldü. Beni ciddiye bile almadığını düşünüyordum. Kılıcını yatay bir biçimde, boynuma doğru savurmuştu. Yana doğru bir takla attım ve hiç beklemeden Zack'in üzerine saldırdım. Bu saldırı ile en azından biraz üstünlük kurabileceğimi düşünüyordum; fakat Zack yana çekildi ve kılıcının kabzası ile enseme müthiş bir darbe indirdi. Dizlerimin üzerine bile çökmeden, adeta uçarcasına kumların üzerine düştüm. Arenanın kumu ağzıma dolmuştu. Bedenim, içi taş dolu bir çuvaldan farklı değildi o an. Boş yere saldırıyordum ve yaptığım her saldırıdan sonra biraz daha yorgun düşüyordum. Kafamı yavaşça kaldırdım ve ağzımdaki her bir kum tanesini yere tükürdüm. Beynim farklı işlemeye başlamıştı. Karşımdaki Zack olsaydı, şu ana kadar muhtemelen beni öldürmüş olurdu. Fakat şu an rakibim ise soğukkanlılıkla benim ayağa kalkmamı bekliyordu. Zack gibi dövüşmediğini fark etmiştim. Daha kontrollü, daha teknik ve daha soğukkanlıydı. "Ona ne olduğu umurumda değil. Onun içindeki gerçek Zack'i ortaya çıkarmalıyım. Yoksa bu düelloyu kazanamayacağım." Yavaş hareketlerle ayağa kalktım ve o an işe yarayacağını umduğum tek planı uygulamaya koydum. Kollarımı iki yana açtım ve "Haydi Zack, bitir işimi. Beni öldür ve sakın tereddüt etme. Beni öldürürken de, bu düellodan yenilmiş olarak ayrılmam durumunda eşini ve çocuğunu öldürebilecek kaç tanıdığım olduğunu düşün." dedim. Karşımdaki kişinin surat ifadesi değişmişti. Kendisi ile çelişiyor gibiydi. Sanki bir bedende, kontrolü ele almaya çalışan iki kişi vardı. "Eşinin feryatlarını düşün Zack... Çocuğunun acı dolu çığlıklarını. Ah, küçük beyefendi gözleri önünde annesi katledilirken oldukça çok bağırır sanırım." Ardından bütün arenayı inleten bir kahkaha attım. Zack'in yüz kasları garip bir biçimde oynamaya başlamıştı. Zorlukla kolunu havaya kaldırarak beni işaret etti. "Sen..." Her kelime ağzından çıkarken çok zorlandığı belliydi. Yüzümde şeytani bir gülümseme oluştu. Şimdi oyunu benim kurallarıma göre oynamak zorunda kalacaktı Zack. Son kelimeleri söylerken daha çok, kendisi gibiydi. "Sen öldün!" Evet, eski Zack'i geri getirdiğime işte şimdi emin olmuştum. Benliğinin içerisinden eski Zack'i çıkarıp almıştım. Esas düello, şimdi başlıyordu.

Zack tamamen kontrolsüz bir biçimde üzerime geliyordu. Kılıcını dengesiz bir biçimde savurduğunda, kaçmakta epey zorlanmıştım. Her ne kadar eski Zack ortaya çıksa da, bir hayli iyi kılıç kullanıyordu. Muhtemelen vücudunu paylaştığını düşündüğüm diğer kişi, ona hala yardım ediyordu. "Belki de yenilirim, en azından tek bir hamleyle kafam kopacak. Diğer kişi her kim ise, acı çektirmeyi belli ki çok seviyor." Yine de Zack şu an, az önceki haline göre çok daha kontrolsüzce savaşıyordu. Ya bana karşı yenilecek, ya da çok zorlanmadan yenecekti beni. Bir yandan savaşırken, öteki yandan da en tehlikeli planımı uygulamaya koymayı düşünüyordum. O kadar tehlikeli bir plandı ki, tamamen tükendiğim bir zamanda kullanmayı düşünüyordum bunu. Ayrıca az önce benim ile dövüşen Zack duruma hakimken bunu yaparsam, muhtemelen anlaşılacaktı. Bu yüzden her hamlemi dikkatlice seçmeliydim. Bir yandan onunla savaşırken, bir yandan da kışkırtmam gerekiyordu ve bu hiç de kolay bir iş sayılmazdı. Düşüncelerimden sıyrılmak için, suratımın birkaç santim yakınından geçen kılıcı görmek yeterli olmuştu. Kılıçlarımız havada her çarpıştığında, etrafa yoğun bir ozon kokusu yayılıyordu. Artık vücudumun bazı bölümleri işlevselliğini kaybediyordu yavaş yavaş. Kulağıma aldığım darbeler yüzünden düzgün bir şekilde duyamıyordum. Ayrıca vücut dengemi de yitirmek üzereydim. Kırıldığını tahmin ettiğim birkaç kaburga kemiğim ise muhtemelen vücudumda bir iç kanamaya yol açmıştı. Bendeki değişikliği muhtemelen Zack de fark etmişti ve bütün gücüyle saldırıyordu. Artık dayanma sınırına gelmiştim. Zack'in yatay bir biçimde bana kaçtığı kılıçtan son anda geriye doğru zıplayarak kaçtım ve kılıcımı dosdoğru Zack'in karnına sokmak için hamle yaptım.

Bir an gözlerimi kapatıp açtığımda, kılıcım kabzasına kadar Zack'in karnına girmişti. Gözlerine bakıyordum Zack'in. Adeta yuvalarından çıkacak kadar çok açmıştı gözlerini. Masmavi gözlerinin akında yer yer kırmızı noktalar göze çarpıyordu. Kılıcı tüm gücümle çevirdim ve tek hamlede çıkarttım. Karnından akan kanlar, beni hiç rahatsız etmiyordu. Hatta garip bir şekilde bundan zevk aldığımı bile söyleyebilirdim. Ağzından bir miktar kan çıktı ve çenesine doğru inmeye başladı. "Kazandım..." diye düşünüyordum, Zack'in ağzından kanlar boşalmaya devam ederken. Zack'in suratına bakmaya devam ediyordum. Ağzındaki kanama durmuyordu. Şüphelenmeye başlamıştım aslında. Bunun nasıl bir yara olduğunu düşünüyordum. Tam o anda gördüğüm şey ise korkudan kalp krizi geçirmeme neden oluyordu. Zack aniden tüm dişlerini göstererek gülmeye başladı. Karşımdaki gördüğüm şey, beni dehşete düşürmüştü. Dişleri kıpkırmızıydı ve doğal olmayacak bir biçimde gülüyordu. O an bir savaş narası ile kendime gelmiştim.

Gerçek dünyaya döndüğümde ise ilk fark ettiğim şey, vücuduma yatay eksende gelen bir kılıçtı. Saniye saniye yaklaşıyordu, muhtemelen göğsüme geliyordu. Normal bir durumda bu hamleden sonra muhtemelen iki parçaya ayrılırdı vücudum fakat az önce gördüklerimden sonra dehşete düştüğüm için bir anlık sıçrama ile geriye sıçradım. Hafif bir yırtılma sesi ve boğuk bir çığlık... Göğsümden yükselen bir miktar kan suratıma geliyordu. Artık dayanamayacağımı anlamıştım. Sırt üstü düştüğümde kırık olan kaburga kemiklerimden dayanılmaz bir acı yayıldı vücuduma. Kılıç beni ikiye ayırmasa da, göğsümde bir kesik oluşturmuştu. Paniklemeye başladığımı anlıyordum. Nefes alış verişim giderek düzensizleşiyordu. Kafamı kaldırdığımda ise Zack'in bana doğru geldiğini gördüm. Muhtemelen şimdi işimi bitirecekti. Şu an çektiğim acıya kıyasla ölüm bana cazip gelmeye başlamıştı bile. "Eğer hala yaşıyorsam, yeterince acı çekmemişim demektir." diye düşündüm. Zack her adım attığında yaşayacağıma dair umudum biraz daha ölüyordu. "Burada bitemez, yenilemem." diye düşündüm. Artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Bitik bir durumdaydım, adeta yarı ölü gibiydim. Yani planımı devreye sokmanın tam zamanı gelmişti.

Düellonun başından beri sakladığım iki iğneyi kullanmaya karar verdiğim anda Apollon'un sözleri gelmişti aklına. Evet, kampa gelmeden önce Olimpos'ta yaşamış ve Apollon tarafından senelerce gerçek bir kahraman olmak için eğitilmiştim. Apollon'un sözlerini hala unutamamıştım. "Bak Marcus, vücutta bir çok akupunktur noktası var. Tabii tüm noktaları tek tek anlatmayacağım fakat bunlardan iki tanesini bilmen yeterli. demişti Apollon, boynumdaki iki noktaya dokunarak. "Bu iki noktaya yapılan darbeler ile nabız bir süre boyunca durdurulabilir. Yani buna bir çeşit "ölü taklidi" de diyebilirsin. Genelde bu iş için uzun iğneler kullanılır. Bu tekniği bir gün uygularsan eğer, küçük hançerler bile kullanmamalısın. Her ne kadar akapunktur noktaları olsa bile o kadar büyük bir yaraya dayanamaz, ölürsün. Tabii eğer yanlış yapar ve belirli noktaları bir santimetre bile kaçırırsan, yine ölürsün. Kesinlikle kimseye göstermemen gereken bir hareket. Bir de benden sana bir uyarı, eğer savaşacak hiçbir şeyin kalmadıysa, işte o zaman kullan bu tekniği." Bu teknik çok tehlikeliydi, hatta bir delilikti. Yine de şu an savaşacak hiçbir şeyim yoktu. Ancak böyle kurtulabilirdim. Zack bana doğru ilerlerken iki iğneyi de havaya kaldırdım ve boynuma sokarken tereddüt dahi etmedim. Kafam kumların üzerine düştüğünde tüm seyircilerden bir gürültü çıkmıştı. Birazdan görecekleri ise onları şok edecekti. Aynı Zack'i de edeceği gibi...

Zack'in ayak seslerini duyabiliyordum. Yanıma geldiğinde ise vücudumdaki hiçbir kasın oynamaması gerektiğini hatırlatıyordum kendime. Herhangi bir hareketimde Zack kafamı vücudumdan ayırabilirdi. Boynumda nabzımı inceleyen iki adet parmağı hissettiğimde yavaş yavaş heyecanlanmaya başlıyordum. Yine de vücudumun adrenalin salgılamasından dolayı sistemler tekrar harekete geçebilir ve nabzım tekrar atmaya başlayabilirdi. Bu da beni kaçınılmaz bir sona sürüklerdi. Bana seneler gibi uzun gelen birkaç saniyeden sonra Zack ellerini, boynumdan çekip ayağa kalktı. "Lanet olsun, ölmüş..." O an gülmemek için kendimi çok zor tutuyordum. Beni öldürme şerefini ona vermediğim için sevinçliydim belki de. Ölen ben olmayacaktım, artık bunu biliyordum. Zack arkasını döndü ve tahminimce birkaç adım ilerledi. Gözlerimi açamadığım ve kulağıma da ağır bir darbe yediğim için mesafeyi tahmin edemiyordum. Rakibim deli gibi bağırmaya başlamıştı. Zafer naraları atıyordu adeta. Seyircilerin bir kısmı ona tezahürat ederken, diğer kısım ise hala şaşkınlık yaşıyordu. Kısa bir süre daha beklemem gerektiğini düşünüyordum. Onu en zayıf anında vuracaktım. Bu süre zarfında da güç toplayıp ona bitirici bir darbe vurmam gerekiyordu. Asıl merak ettiğim şey ise, benim yaşadığımı gördüğünde yüzünün alacağı biçimdi. Zack bağırmaya devam ediyordu. Seyirciler ise yavaş yavaş şaşkınlık halinden çıkıp bağırmaya başlıyorlardı. Seyircilerden büyük bir uğultu yükseliyordu. "İşte şimdi tam zamanı." diye düşündüm. Yavaş bir hareket ile iğnelere dokundum. "İğneleri yavaşça çıkarmalıyım. Yoksa gerçekten de ölebilirim." diye düşündüm. Bu sırada ne kadar şanslı olduğumu da düşünmeden edemiyordum. Eğer o iğneler belirli noktaların birkaç santimetre dışarısına gitse bile, şu anda Zack gerçekten de düelloyu kazanmış olacaktı. Yavaş hareketler ile iğneleri vücudumdan çıkarmaya başladım. Bu benim için dayanılmaz bir acı veriyordu. Yine de bütün acıları göze almıştım artık. Ne pahasına olursa olsun, bu düelloyu kazanmam gerekiyordu. Seyircilerin bir kısmı beni fark etmişti ve bu seferki uğultu, diğerinin belki de on katıydı. Zack ise hala olan bitenin farkında değildi, zafer sarhoşuydu adeta. İğneleri bir kenara atıp birkaç saniye soluklandım. Artık bu düello fazla uzamıştı. Zack'in işini bir an önce bitirmem gerekiyordu. Ayağa kalktığımda ise tüm arena adeta inlemeye başlamıştı. Seyircilere dönüp bakmamıştım bile. Yerden kılıcımı aldıktan sonra yavaş ve sessiz adımlarla Zack'in arkasına geçtim. İnsanın kanını donduracak bir sesle "Bu kadar kolay olacağını düşünmedin değil mi Zack?" dedim. Zack birkaç saniye durdu. Adeta şokta gibiydi. Eh, aslında olanlardan sonra bu kadarının normal olacağını düşünüyordum. Telaşla arkasını döndüğünde ise yüksek sesle bir kahkaha eşliğinde suratına doğru kılıcım ile hamle yaptım. Her ne kadar şokta olsa da, o iyi bir savaşçıydı. Son anda bir adım gerileyerek bu hamleden kurtulmuştu fakat bu suratında derin bir çizik açmamı engelleyememişti. O henüz şoktan kurtulamadan, silahımın kabzasını Zack'in burnuna geçirdim. Zack artık yerdeydi ve bana dehşet içinde olduğunu belli eder bir biçimde bakıyordu. Bir kahkaha daha attım. "Az önceki cesur Zack nerede acaba? Şu an hissettiğim şeyler kalp atışların ve yalvaran bakışların... Az sonra kalbini söküp alacağım. Ayağa kalk ve dövüş Zack! Eşin için yap bunu, çocukların için yap!" Yüksek sesle bir kahkaha daha attım. Muhtemelen Zack şu an moral bakımından eksilere düşmüştü bile. "Yoksa onların acı dolu çığlıkları eşliğinde seni öldürmek, benim için büyük bir zevk olacak!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Katherine M. von Dorff
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Katherine M. von Dorff


Mesaj Sayısı : 4525
Kayıt tarihi : 05/03/11

Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Empty
MesajKonu: Geri: Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"   Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus" Icon_minitimePerş. Ağus. 11, 2011 12:34 am

Marcus, okurken sıkılmadığımı söyleyebilirim. Ufak bir hatan gözüme çarptı. Zack'in kendisi gibi dövüşmediğini anlamadan önce, içinde başkası olduğunu anladığını yazmışsın, bunu nasıl anladın peki? Aynı zamanda önceki rp'sinde Zack kılıcının ulaşamayacağı bir uzaklığa gittiğini yazmış, sen ise sanki bu hiç olmamış gibi davranmışsın. Yine de genel açıdan bakıldığında oldukça güzel bir rp'ydi. Kurgun çok yaratıcıydı. Puanın 7.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://camelot.hareketforum.org/
 
Asrın Düellosu: "Zack Cliff Burton - Marcus L. Stanislaus"
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Zack Cliff Burton
» Zack Cliff Burton
» Zack Cliff Burton rp2
» Zack Cliff Burton
» Zack Cliff Burton rp3

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Melez Kampı :: Arena :: Düello Alanı-
Buraya geçin: