Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Noeru Ninagawa

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Noeru Ninagawa




Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 23/07/11

Noeru Ninagawa Empty
MesajKonu: Noeru Ninagawa   Noeru Ninagawa Icon_minitimeC.tesi Tem. 23, 2011 6:26 am

Adımlarımı attıkça yağmur hızını arttırıyordu. Yıkık dökük ahşap eve ulaştığımda yere ulaşan yıldırımların sesini çok net duyabiliyordum. Yavaşça evi gözden geçirdim. Pencereleri kırıktı, ahşaptan olan dış cephe de yosun tutmuştu çoktan, içeriden gelen inanılmaz enerji göz ardı edilebilecek kadar değildi. Solmuş çimenlerden ve çürümüş yapak yığınlarıyla çevrili bahçeye hafifçe göz attığımda hiç düşünmeden yan yana sıralı seramik saksılara doğru gittim, sondan ikinci saksıdaki vıcık vıcık olmuş toprağı biraz eşeleyince parlak metal bir halka ortaya çıktı. Anahtarı elime alıp elimdeki çamuru da üzerime sildim. Bıkkın bir acelecilikle harabe sayılabilecek evin kapısının önüne geldim. Evin tek sağlam yeri bu paslanmış metal kapıydı. Üzerindeki desen pas yüzünden pek ayırt edilemese de ağzını açmış ejderhaların kapı üzerinde oynaştığını görebiliyordum belli belirsiz. Eskiden altın rengi olduğunu tahmin ettiğim fakat şu anda çoğunluğu soyulmuş olan anahtarı zorla kapının anahtar deliğine geçirdim ve tüm gücümle çevirmeye çalıştım. Uzun süredir açılmamış olan kapı yerinde durmaktan sıkılmışçasına gürültülü bir sesle açıldı ve kapı gıcırdayarak savruldu. Ev beni içeriye davet ediyordu, geri çeviremezdim artık. İlk adımımla birlikte içerinin dışarısından daha soğuk olduğunu hissettim. Evin içine girmemle birlikte evde bir hareketlenme oldu. İkinci adımımdaysa duvardaki çerçevelerden birisi yere düştü. Ev beni ne kadar istese de evin sahiplerinin aynı düşüncede olduğunu sanmıyordum. Üçüncü adımımda yukarı kattan, çok uzaklardan fakat çok içli bir çığlık yükseldi. Marry olarak hissettiğim ölü beni ne kadar korkutmaya çalışsa da yaptıklarının pek işe yaradığını söyleyemem. Kısık bir sesle başlayan gülmem dalga geçen bir kahkahaya dönüştü ve tüm evde adeta yankılandı. Bir anda etrafıma toplandılar, soğuk titrememe yol açtı. Burnunu benim burnuma dayayan sarışın benden hoşlanmışa benziyordu, adı Peter’dı. Buradakiler birbirinden tamamen farklı fakat bir aile bütünlüğüyle bu harabede bulunan, yaşamları boyunca başarısızlıklar ve hayal kırıkları yaşamış insanlardan arta kalan ruhlardı. Buraya geliş sebebimse Lisa idi. Korkunç bir cinayette kurban giden, henüz yedi yaşında olan ufak tefek bir kız çocuğu. Bu evde bulunuş sebebiyse kendi cinslerinin çokluğu ve hayatında kendisini istemeyen annesi ve üvey babasından görmediği sevgiyle birlikte bir zamanlar varolduğunu kanıtlayabilecek delillerdi, zeten bu yüzden bu dünyada kalmıştı, katledildiği dünyada… Pek bir çekingen ve kırılgandı Lisa, yaşadığında da öldüğünde de. Yağmurlu havalardan, daha çok da şimşeklerden korkardı. Kirli beyaz örtüsünün altında sessizce ağlardı, hep ağlardı, ama gizli gizli. Daima kirli beyaz yatak örtüsünün altına gizlenirdi, bembeyaz elleri titreyerek vücudundaki morlukların üzerinde gezinirdi ama hiç ses çıkarmazdı, sessizce ağlar, ağlar ve ağlardı. Kimseye karşı gelemez, kimseyi incitemezdi. Dünya ona karşı ne kadar gaddar olsa da o severdi, her şeyi sevdiği gibi. Sonsuz bir sevgi vardı içinde, başkaları onu sevmese de sevmeyi çok iyi bilirdi minik kız. Başkası gibi değildi, farklıydı, iyimser ve saftı, her şeye inanır asla hiçbir şeye inkar edemezdi. Birisi ondan bir şey isterse ucunda ölüm bile olsa yerine getirmek isterdi. Onu tanıyordum, bana yardım edeceğini de biliyordum.
Yanımdaki meraklı ruhları önemsemeden merdivenlere yöneldim, hepsi peşime takıldı, Peter’sa yanımdaydı. Her basamakta ayaklarım ileriye adım atmakta daha çok zorlanıyordu, beni merdivenlerden aşağıya itmeye çalıştıklarının farkındaydım, durdum ve elebaşlarına döndüm. "Üzgünüm ama ben bir medyumum. Beni senin gibi yenik düşmüş bir ruhun işimden alıkoyacağını sanmam." Bir anda üzerime bir hafiflik çöktü, beni kendi halime bırakmışlardı, bir kısmı aşağıya inip gürültü çıkarmaya başlamışlardı bile. Lisa’yı hissedebiliyordum, beni hala vazgeçirebileceklerine inanmış olan peşime takılanlarla birlikte uzun kolidoru aştım ve soldan sonuncu kapının önüne geldim. Beyaz bir kapıydı ve pek hasar almamıştı, üzerinde hafifçe silinmiş minik kalpler vardı. Gümüş renkli tokmağı tutup yavaşça çevirdim. Lisa bir gün geleceğimi biliyordu ve beni bekliyordu, kapının önünde duruyor, usulca bana bakıyordu. Gözlerinde hala aynı ürkeklik ve tatlı saflık vardı. Üzerinde kana bulanmış beyaz bir elbise vardı, gördüklerim kadar olmasa da çok ürkütücüydü. Üzerime çöken büyük pişmanlık… Lisa’nın gözlerinden kaçırıyordum gözlerimi, çünkü korkuyordum, neden demesinden korkuyordum. Ona verebilecek bir cevabım yoktu. Lisa benim çocukluk arkadaşımdı, evlatlık verildiğim evin yanındaki evde yaşıyordu, komşuyduk, yaşıttık. Ben garip bir çocuktum, sevimli bir görünüşüm ama gizemli bir kişiliğim vardı. Değişik bir izlenim bırakırdım herkeste, korkuturdum onları, uzaklaşırlardı benden hep.
Parlak bir ilkbahar gününde beni kabullendiklerinden pişman olan insanlarla dolup taşan evden ayrılıp yeşil çimenlerin üzerine uzanıp bulutları seyre dalmıştım. Baş ucumda beyaz elbisesiyle gelip gülümseyerek durmuştu Lisa, çok içten gülümsüyordu. Gelip yanıma uzanmıştı, üvey babası küfrederek çağırana kadar da yanımda kalmıştı. Birbirimize bir kelime bile etmemiştik ama hissetmiştim ilk defa, o kızı sevmiştim. Ama o gülümseyerek gider gitmez gözyaşlarına boğulmuştum. Çünkü biliyordum, minik kızı canlı kanlı bir biçimde gördüğümden itibaren katledileceğini biliyordum.
Cesaret edip gözlerimi kaldırdım, Lisa’nın gözlerine baktım. Parlıyorlardı, sanki yaşıyordu, elimi uzatsam ona ulaşabilecekmişim gibiydi. Uzun süre bakıştık, etraf çok sessizdi, ruhların merakla bir şeyler beklediklerini hissediyordum, oysa Lisa çok sessizdi, bendeyse konuşacak cesaret yoktu. "Hiç değişmemişsin." Yumuşak sesini odanın duvarları yavaş yavaş emdi ve kelimeler odanın içinde kayboldu. Hafifçe başımı öne eğdim, ben ne kadar canayakın olsam da o beni sevebilen tek kişiydi oysa. Ondan sorular bekliyordum fakat dudaklarım aralandığı an fısıltıyla bir kelime döküldü dudaklarımdan "Nasıl?" Oysa üvey babasıyla gaddar annesinin önceden planlayıp da Lisa’yı nasıl öldürdüklerini, nasıl hiç de acımadan ufacık kıza onca eziyetten sonra defalarda bıçak sapladıklarını, nasıl da zevk çığlıkları attıklarını ondan daha iyi bilen bendim. "Üzgünüm." Sesimin odada yankılandığını hissettim, kafamı kaldırıp Lisa’ya baktığımda beni hemencecik affettiğini anladım, her zamanki gibiydi Lisa, on yıl geçmişti ama hala aynıydı. Ölü bir beden hemencecik ufalanırdı zaten fakat bir ruh asla değişmezdi. Yaşarken nasılsan, öldüğünde de aynısın. Ölümden hiç ders almazsın, hiç. "Geç kaldın. Seni daha erken bekliyordum." Yargılayıcı bir ses tonu yoktu, fakat sesi bedeni ne kadar aynı kalsa da büyüdüğünü gösteriyordu. Lisa büyümüştü, hala aynı saflığını korusa da büyümüştü. Belki de ölüm onu büyütmüştü. Bilmiyorum dercesine omzumu kaldırdım fakat Lisa'nın gelme cesaretini yeni bulduğumu bildiğinden emindim. "Günlük…" Evet, o da asıl geliş nedenimi biliyordu işte. Benden nefret eden üvey ailemin sır gibi gizlediği geçmişimin bir parçasını barındırıyordu o günlük. Mühürlenmişti ve onun hakkında hiçbir şey göremiyordum. Ne hakkında olduğu veya kimin yazdığı hakkında bir fikrim yoktu ama geçmişimi barındırdığını ve üvey annem tarafından yok etmesi için büyük paralarla birlikte Lisa’nın babasına verilen günlüktü. Ve bu günlük bir anda ortadan yok olmuştu, üvey baba önce çok tedirgin olmuştu fakat ondan istemen sonuçta günlüğün yok olmasıydı, günlükse ortadan kaybolmuştu. Ama biliyordum, günlük Lisa’daydı, üvey babasıyla üvey annemin konuşmalarını dinlemiş ve bana iyilik yapmak istemişti, saf Lisa, güzel Lisa. Bu olaydan bir gün sonra katledildi işte. Kimse günlüğün yerini öğrenemedi, Lisa ölümüne dek beni korudu fakat ben onun ölümünü bildiğim halde ona yardım etmedim. Benim bencilliğim yüzünden öleceğini biliyordum fakat, hiçbir şey yapmadım. Lisa yan evde öldürülürken ben şaşalı salonumuzda piyano başında tuşlara bastım, onun en sevdiği besteyi çaldım, saatlarce çaldım, parmaklarım artık kıpırdayamaz olana dek çaldım ve uyumadan önce sessizce ağladım, hıçkırıklarımı yastığımla paylaştım. Yedi yaşındaydım ve bıçak darbelerini vücudumda hisseden bendim adeta, Lisa değildi. O kadar masum bir insan asla acı hissedemezdi.
Günlüğün yerini on yıl sonra ilk defa bana söyledi. Ona minnettarlıkla gülümsedim, yanıma gelip bana sarıldı, fiziksel olarak olmasa da kollarını hissettim, beni sımsıkı saran kollarını, minik kollarını ruhumun etrafında sarılı olarak hissettim. "Artık gidebilirim." On yıldır dünya üzerinde beni beklemişti meğersem, gözlerimin minik bir çocuğunki gibi dolduğunu hissedebiliyordum. Gözlerimi ona çevirdim, yine yüzüme gülümseyerek bakıyordu. Birbirimizi son görüşümüz de ilk görüşümüz gibi oldu, sessiz ve acınaklı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Noeru Ninagawa Empty
MesajKonu: Geri: Noeru Ninagawa   Noeru Ninagawa Icon_minitimePaz Tem. 24, 2011 12:28 am

*Üzgünüm, Olimpos'ta yalnızca site kurgusuyla alakalı olan giriş rp'leri puanlanır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Noeru Ninagawa
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: