Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Eris'in Çağrısı (2) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Katherina Zoey Night Nyks'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 181 Kayıt tarihi : 02/02/11
| Konu: Eris'in Çağrısı (2) C.tesi Tem. 16, 2011 12:24 pm | |
| Labirentin girişi arkamdan kapanınca yutkunarak ilerlemeye başladım. Bir yandan da Eris'e lanet ediyordum. İlerlemeye devam ederken bir dönemece geldim. Yollar giderek daha fazla bozuluyor ve küçük taş parçaları ile kaplanıyordu. Fakat dönemece gelince artık yolun üzerinde düzgün olan hiçbir şey kalmamıştı neredeyse! Geçtiğim yerlerdeki küçük ayrıntıları aklımda tutmaya çalışıyordum çünkü bu ayrıntılar labirentten çıkış biletim olabilirdi. Ama şu anda asıl soru şuydu: Hangi yöne gidecektim. Endişe ve kızgınlık içinde olduğum her an yaptığım gibi ellerimi cebime attım ve elime değen birkaç kağıt parçası ve sert bir cisim ile irkildim. Cebimden çıkarığ baktığımda gördüğüm şey ile iç çektim. Bunlar sadece birkaç dolardı. Bir de aralarına karışmış olan Nereus'tan çaldığım deniz kabuğu. Bu deniz kabuğunun ne işe yaradığını hiç bir zaman anlayamamıştım. Daha sonra vermem gereken bir karar olduğunu hatırlayarak dönemece baktım. Birbirinden ayrılan iki yol da çok tehlikeli görünüyorlardı. Beni kimsenin duyamayacağını bildiğim için bağırarak "Bu labirenti kim tekrar yaptıysa bir haritasını çıkarmayı akıl edememiş mi!" dedim. Sesim labirentin duvarlarında yankılanınca ise iç çektim. Kendime bir yön seçmeliydim. Birkaç saniye düşünüp hemen kararımı verdim. Sol tarafa gidecektim. Hızla o tarafa giderek yolumun üzerindeki birkaç küçük ayrıntıyı aklıma not ettim. İlk olarak artık solmuş bir çiçek duvarın köşesinde büzüşmüş duruyordu. İkinci olarak ise duvarın küçük bir yerinde hafif bir pürüz vardı. İlerlemeye devam ettim. Sadece birkaç dakika geçmiş olmalıydı. Yani bana öyle geliyordu. Bileğimden eksik etmediğim küçük saatime baktım. Saat çalışmıyordu. Bileğimi sallayarak "Haydi çalış!" diye mırıldandım. Tabi ki işe yaramadı. Saati yine de çıkarmadım. Onun kolumda olmasına alışmıştım. "Keşke zamanı bilebilseydim!" diye fısıldadım kendi kendime. Bu küçük fısıltı bile labirentin duvarlarında yankılandı. İlerlemeye devam ettim. Fakat ayağım kaydı ve birden bir çukura yuvarlandım. Ağzımdan ve burnumdan içeri biraz toz girdi. Öksürerek ayağa kalktım ve ellerime bulaşan tozu silkeledikten sonra t-shirtime bulaşan kahverengi noktacıkları da silkeledim. Düştüğüm yer kabataslak hesap ile yaklaşık 3.5 metreydi. Hatta ondan bile fazlaydı ama dört metreye ulaşmıyordu. Bu kadar yüksekten düşerek yaralanmamam bir mucizeydi. Fakat buradan nasıl çıkacaktım? Asıl sorun buydu işte. Adeta hırlayarak "Bu kadarı fazla!" dedim. Ardından da çevreme bakınarak bu aptal çukurdan çıkmak için kullanabileceğim herhangi bir şey aramaya başladım. | |
| | | Katnis Roselie Graham Persephone'nin Çocuğu
Mesaj Sayısı : 84 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) C.tesi Tem. 16, 2011 1:14 pm | |
| Melanie, Natalie ve ben içeri girince kapı kapandı. İçerisi zifiri karanlıktı. Ama büyük ihtimal bu Katherina'yı etkilememişti. Sonuçta Nyks kızıydı. Bu düşünce ile gerilmiş olan omuzlarım biraz olsa da gevşedi. Katherina'yı bulmak için bu lanet yerdeydik sonuçta ve onun zarar görmesini istemezdik. "Ahhh. Ayağıma bastın!" diyen Melanie'nin sözü düşüncelerimi kesti. Bunu bana söylediğini sandığım için geriye doğru bir adım attım fakat ayağımın altında hissettiğim yumuşak ve kaygan bir şey çığlık atmama sebep oldu. Birden karanlığın içinde bir ışık beliriverdi. Melanie elinde bir mum ve kibrit kutusu tutuyor, bir yandan da "Bunu almayı iyi ki akıl etmişim!" dercesine gülümsüyordu. Ama Natalie gülümsemiyordu. Bunun yerine o "Niye çığlık attın?" diye sordu. Kekeleyerek "A-aya-ayağımın altında bi-bir birşey vardı!" diye fısıldadım. Natalie'nin yüzündeki ifade değişti ve "Umarım bir yılan değildir!" diye ciyakladı. Melanie ile birbirimize bakıp gülümsedik. Büyük ihtimalle düşündüğümüz şey aynıydı. Ben Demeter'in torunu sayılırdım ve o da onun kızıydı. Yılanlar da Demeter'in dostlarıydılar. Sonuç olarak bizim yılanlardan korkmamıza gerek yoktu. Bu düşünce ile hafifçe kıkırdadım fakat Natalie'nin pis bakışları beni susturdu. Mel ise bunu umursamadı ve elindeki mumu arkama doğru tuttu. Ardından da kahkahayı bastı. Bende arkamı döndüm ve gülümseyerek "Bu tatlı yaratıktan korkuyor olamazsın Nat!" diye haykırdım. Yavru bir gelincik labirent duvarının kenarına büzülmüş korkudan ve soğuktan titriyordu. Ayrıca yüzündeki ifade de hiç bize zarar verecekmiş gibi durmuyordu. Fakat o zaman fark ettim ki narin vücudu buna dayanamayacak kadar zayıf düşmüştü. Ölebilirdi. Ama tatlılığı bu düşünceyi kafamdan sildi. Normalde biz olmasak bile Nat'in bundan korkması gerekirdi, çünkü gelinciklerin dişleri çok keskindi. Ama bu gelincik o kadar küçükdü ki dişleri henüz büyümemiş olmalıydı. O sırada kafama dank etti. Nat ve Mel'e dönerek "Gelincik bizim geldiğimiz yönün tersinden geliyor! Bu da demektir ki ileride bir çıkış yada giriş var! Eğer Kat oradan çıkarsa onu asla bulamayız!" diye haykırdım. Natalie bunu kavrayınca Mel ile beni kolumdan tuttu ve sürükleyerek labirentin dar yollarından geçirmeye başladı. O bunu yaparken arkama bakma vaktim oldu. Gelincik duvarın kenarına büzüşmüştü ve kıpırdamıyordu. Düşündüğüm şeyleri nasıl unutabilmiştim? Ölebileceğini fark etmiştim fakat bunu kısa zamanda unutmuştum. Ama asıl sorun şuydu: Bir gelincik bir insandan daha dayanıklıydı. Buna rağmen ölmek üzereydi. Ki bu da demekti ki biz onu bulmazsak Katherina ölebilirdi! | |
| | | Melanie Arianna Bates Demeter'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 103 Kayıt tarihi : 29/04/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) C.tesi Tem. 16, 2011 2:08 pm | |
| Natalie bizi tutup kolumuzdan sürüklemeye başlayınca sinirim bozuldu. Gelincikleri severdim. Tehlikeli olsalar bile bana her zaman tatlı gelmişlerdi. Ama biraz ilerleyince bunu düşünecek vaktim olmadı çünkü bir yol ayrımına geldik. Sağ taraftaki yolun başında kocaman bir moloz yığını vardı. Diğer yolun önünde ise kurumuş bir çiçek vardı sadece. Sinirli bir şekilde kolumu savurarak kurtardım ve "Eee, şimdi nereye gidiyoruz kardeşim?" diye sordum Nat'e. Nat cevap olarak omuz silkti ve molozlar ile kaplanmış olan yolu işaret etti. Katnis "Bence Katherina diğer taraftan gitmiştir. Bu aptal yığının üzerinden geçmek ile uğraşmazsı o!" dedi. Ben de başımı sallayarak onu onayladım. Kat'i Natalie'den iyi tanıyorduk biz. Fakat Natalie itiraz ederek "Kat bir Nyk skızı. Zorlu şeyleri sever o. Bence bu taraftan gitmiştir." diyerek yine moloz ile kapı yolu işaret etti. Adeta hırlarcasına "Tamam Nat, o yoldan gidelim! Ama bil ki başımıza bir şey gelirse bu senin suçun!" dedim. Ben daha sözümü bitirmeden Natalie moloz yığınına tırmanmaya başlamıştı bile. Katnis ve ben de onun yanına gittik. Natalie moloz yığınlarının tepesine çıkmıştı neredeyse. Ama orada zor duruyordu. Elleri ve bacaklarının titrediğini görebiliyordum. Ama bunun sebebini anlayamamıştım. Yüksekten mi korkuyordu yoksa Nat? Bilmiyordum. Zaten olsa olsa en fazla üç metre yüksekti bu yığın. Taş çatlasa 3.5. Ama Natalie yığının tepesine ulaşınca ayağı kaydı ve üzerimize doğru düştü! | |
| | | Natalie Brianna Bates Hephaistos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 33 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Paz Tem. 31, 2011 4:31 am | |
| Aşağı doğru yuvarlandığımı hissedebiliyordum fakat elimde değildi. Bedenim pelteye dönüşmüştü sanki. Midemi kaldıran ve saçlarımı uçuran hafif esintiyi hissettim ve ardından kendimi yerde acılar içinde kıvranırken buldum. Mel'in bulanık yüzü bir anda karşımda beliriverdi ve "Tanrılar adına, Nat konuş benimle!" diye haykırdı. Ben de buna cevap olarak hafifçe inledim. Katnis'in yüzüde birdenbire Melanie'nin yanında beliriverdi ve gözlerini bedenimde gezdirdikten sonra "Sağ bacağı kırılmış." dedi. Fazlasıyla sakin görünüyordu. Tabi anlayabildiğim kadarı ile. Bedenime yayılan korkunç acı yüzünden hiçbirşeyi tam algılayamıyordum. Ağzımda metalimsi bir kan tadı vardı. Dilimi mi ısırmıştım ne? Melanie sinirle Katnis'e dönerek "Evet, tabi ya. Bunu nasıl anlayamamışım?" diye haykırdı. Katnis istifini hiç bozmadan "Gözün endişeden hiçbirşey görmediği için olabilir mi?" dedi. O bunu deyince Melanie'nin yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. Ardından da sakinleşmek için derin bir nefes aldı. Katnis sanki her gün labirente girip böyle bir olay yaşıyormuş gibi "Artık sol taraftan gitmeliyiz sanırım.” Dedi. Melanie iç çekerek bana baktı ve “Çok acıyor mu? “ diye sordu. Sinirli bir şekilde “Evet, acıyor. Şimdi kalkmama yardım edin de Kat’i aramaya devam edelim!” diye bağırdım. İkisi de birer kolumdan tutup beni yavaşça kaldırdılar. Kollarımdan birini Katnis’in, diğerini Mel’in omzuna attım ve bacağım alev almış gibi acırken sol taraftaki koridor benzeri yola yöneldik. | |
| | | Katherina Zoey Night Nyks'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 181 Kayıt tarihi : 02/02/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Paz Tem. 31, 2011 5:30 am | |
| Yukarıya bakıp sinirli bir şekilde iç geçirdim. Yüzeyi yer yer mozaik taşlarla kaplı olan çukurun dibinde oturuyordum. Bir süre önce yukarı çıkmaya çalışmayı bırakmıştım. Zaten boşa enerji harcamak yerine burada durup biraz soluklanmak daha mantıklıydı bence. Aradan biraz zaman geçince canım sıkılmaya başladı tabi. Burada kimse beni bulamadan geberip gidecektim ve canım sıkılıyordu. Bu gerçekten tuhaftı işte. Ayağa kalktım ve denemelerime yeniden başlamaya karar verdim. Başarısızlıkla sonuçlanan tırmanmalarımdan birini daha gerçekleştirecektim. Ama bu sefer farklı bir biçimde. Parmağımdaki yüzüğü çıkardım ve bir kılıca dönüştüğünü düşündüm. Beş saniye kadar sonra elimde artık tutmaya aşina olduğum kılıcım duruyordu. Ne yapacağımı önceden planlamıştım. Tırmanmam gereken yükseklik hemen hemen iki metreydi. Biraz (!) zahmet ile yukarı çıkabilirdim. Kılıcı mozaik taşlarından birine doğru savurdum. Taş parçalara ayrılıp yerlere saçılırken duvarda bir oyuk açıldı. Ben bunu yaparken gevşek bir biçimde tuttuğum kılıcım elimden fırlayacak gibi olmuştu. Bu yüzden tutuşumu sıkılaştırdım ve kılıcı yeniden savurdum. Nedendir bilmem ama bu bana bir otel görevlisinin karnını neredeyse yanlışlıkla deşeceğim günü hatırlatmıştı. Kılıcı birkaç kere daha savurdum. Birazdan çevrem küçük oyuklarla ve parçalara ayrılmış taşlarla çevrilmişti. Kılıcımı yüzüğe dönüştürerek parmağıma geri taktım ve taşlardan birini elime alarak açtığım deliklerden birinin içine geçirdim. Oraya tamamen yerleştiğine emin olana kadar da bastırmaya devam ettim. Diğer bir taşa ve deliğe de aynı şeyi uyguladım. Kısa süre sonra çukurun içi eskiden insanları idam etmek için kulladıkları sarkıç gibi sivri dikenli çukurlara benzemişti. Tabi ki daha az tehlikeliydi. Ağırlığımı kaldıracağına emin olmak için taşlardan birine başarabildiğim kadar abandım. Taş yerinden oynamayınca ayağımı en alttaki taşlardan birine attım elimle de üsttekilerden birine sıkıca tutundum. Elimle tutunduğum taş hafiften kayar gibi oldu ama yerinden çıkmadı. Bunun üzerine sağ ayağımı daha yüksek bir taşa bastım. Yavaş bir şekilde ellerimi ve sol ayağımı da daha yüksekteki taşlardan birinin üserine koydum. En sonunda taşlar bitti. Zaten çıkmam gereken sadece 1-1.5 metre kadar yol mesafe kalmıştı, ki bu da benim içinn hiç sorun değildi. Ellerimi kullanarak kendimi yukarı çektiğimde taşlardan birinin baldırımı çok feci bir şekilde kestiğini gördüm. Ama benim için önemli değildi. Şu anda üzerimdeki kıyafetlerin toz toprağa bulanmış olmaları bile önemli değildi. Önemli olan tek şey kurtulmuş olmamdı. Çukurun yanındaki uzun ve geniş tahtayı görünce bir küfür savurdum. Bunu görmüş olsaydım başıma bu kötü olay gelmezdi. Çukura arkamı döndüm ve kampa geri dönmek için hazırlandım. Fakat ablam Eris'in sesi beni olduğum yere çiviledi. "Kardeşim olman umurumda dahi değil Katherina! Eğer geri dönmeye kalkışırsan senin de arkadaşlarının da sonu çok kötü olur!" diyordu ses. Sözler duvarlara çarpıp yankılanırken içimde tuhaf bir his oluştu. Arkadaşların mı? Ablam gerçekten delirmeye başlamıştı. Ama sözleri de etkisini göstermişti. Bu düşüncelerimi aklımdan silip çukurun üzerinden atlamam, ardından da hızlı adımlar ile ilerlememden belliydi.
En son Katherina Zoey Night tarafından Çarş. Ağus. 03, 2011 2:00 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Katnis Roselie Graham Persephone'nin Çocuğu
Mesaj Sayısı : 84 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Ptsi Ağus. 01, 2011 12:06 am | |
| Natalie'yi sürükleyerek taşımak kolay iş değildi. Aslında pek ağır sayılmazdı, fakat ayağı her yere değdiğinde ya duraksıyor ve bir süre dinlenmek için bizi durduruyordu ya da küçük bir "Ayy!" veya "Off!" sesi çıkarıyordu. Birden labirentin koridorlarında yankılanan sert ve buz gibi olan Eris'in sesini duydum. Sanki bana sesleniyor gibiydi, fakat dediği şeyler bana değil Katherina'ya bir şey söylediğini ortaya koyuyordu. "Kardeşim olman umurumda dahi değil Katherina! Eğer geri dönmeye kalkışırsan senin de arkadaşlarının da sonu çok kötü olur!" doğru duyup duymadığımı anlamak için nefesimi tutarak yürümeyi kestim. Melanie de benimle aynı anda durdu ve Nat'in arkasından uzanarak endişe ile bileğimi kavradı. Nat de "Katherina..." diye fısıldadı. Doğru duymuştum demek ki. Eris'in bize olan nefreti ses tonundan bile belli oluyordu. Ama daha da önemlisi Katherina buradaydı! Nat'in dediği yere doğru gitmemişti. Onu bulmak için attığımız en önemli adımlardan birisi belki de Eris'in sesini duymaktı. Ama bir sorunda vardı: Eğer Katherina Eris'in dediğini yapmazsa başımız büyük bir belaya girecekti, yaparsa da onu bulmamız imkansız denecek kadar zorlaşacaktı. En azından Katherina'nın burada olduğunu biliyorduk. Yani Eris'in bana gösterdiği halüsinasyon benzeri şey doğruydu. Mel ve Nat aralarında bakışırken ben sadece çabuk ilerlememiz gerektiğini düşünüyodum. Bu düşünce ile Nat yavaşça çektim. Yaptığım hareket sonucunda ayağı yere değdi ve küçük bir çığlık koyverdi. Melanie iç çekerek "Nat, Katnis'in ne düşündüğünü biliyorsun. Eğer hızlı hareket etmezsek Katherina'yı hayatta bulamayız!" dedi. Nat ise sadece "Haydi gidelim o zaman." dercesine öne doğru eğilmekle yetindi. Mel ve ben aynı anda Nat'in kolunu kavrayışımızı sıkılaştırdık. Onu daha hızlı ilerlemek amacı ile her zamankinden güçlü bir şekilde tutuyorduk. O da ilerlemeye daha bir hevesle gayret ediyordu. Zaten bana kalırsa başımıza o kadar bela açtıktan sonra biz bunu hak ediyorduk. Fakat asıl gerçek bu değildi, asıl olan şuydu ki Melanie'nin Natalie ile eş zamanlı olarak küçük acı sesleri çıkardığını fark etmiştim.
En son Katnis Roselie Graham tarafından Paz Ağus. 07, 2011 11:28 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Melanie Arianna Bates Demeter'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 103 Kayıt tarihi : 29/04/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Çarş. Ağus. 03, 2011 1:55 am | |
| Eris'in sesini duyduğum zaman kilitlenen kaslarım tekrar çalışmaya başladılar ve Nat'e dönüp iç çekerek "Nat, Katnis'in ne düşündüğünü biliyorsun. Eğer hızlı hareket etmezsek Katherina'yı hayatta bulamayız!" dedim. Nat hafifçe öne eğilince Katnis ve ben onu sürüklemeye başladık. Artık daha hızlı hareket etmeye çalışıyorduk. Fakat girdiğimiz yer gitgide daha da fazla kararıyordu. "Eh, en azından bu Katherina'nın işine yaramıştır." diye mırıldandım sesli düşünerek. Natalie birden duraksayınca Katnis sinirli bir şekilde ona bakıp "Ne oldu?!" diye sordu. Natalie "Kötü bir şeyler olacak." diye fısıldadı. Sinirle iç çektim ve Katnis'e dönerek "Yanımızda bir kâhin getirdiğimizi hatırlamıyorum. Ne zaman çok bilmiş bir kıza dönüştü benim kardeşim?" dedim. Katnis "Kardeşin gıcığın teki. Ve bu da bize hiç yardımcı olmuyor." dedi. Natalie "Hayır, gerçekten kötü bir şeyler olacak." diye tekrar etti. "Kızma ama, bu labirentte ne zaman iyi bir şey olduğu görülmüş?" dedim. Bu süre zarfı içinde Nat'i sürüklemeyen elimde tuttuğum tek ışık kaynağımız olan mumu unutmuştum. Elimi sözlerimi desteklemek amacı ile sallamak isteyince de mum düştü ve sönüverdi. Şimdi eskisine göre daha da karanlıktı. Tabi ne kadar olabilirse. Katnis'i göremesem bile yüzüne yerleşen korku ifadesini hissedebiliyordum. "Mel, yanında başka kibrit var mı?" diye sordu. Hızla sırtımda takılı olan kendi çantamı çıkardım ve el yordamı ile kibrit kutusunu aramaya başladım. En sonunda onu bulduğumda bir kibrit çıkarıp yaktım ve cılız ışıkta yere düşen mumu aramaya başladım. Mumu bulunca da onu yaktım ve etrafımız eski haline geri dönüverdi. | |
| | | Natalie Brianna Bates Hephaistos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 33 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) C.tesi Ağus. 06, 2011 8:48 am | |
| Etrafımız aydınlanınca derin bir iç çektim ve "Gerçekten ama gerçekten kötü bir şey olacak." diye tekrarlamaya devam ettim. Katnis ve Mel bana bakarak aynı anda "Hiç yardımcı olmuyorsun!" dediler. Ardından da tuhaf tuhaf birbirlerine baktılar. Katnis bana doğru dönüp "Tamam, sen burada kal Natalie. Biz Melanie ile birlikte Katherina'yı ararız." diye mırıldandı ve Melanie'nin elindeki mumu alarak ilerlemeye başladı. Fakat daha birkaç adım atamadan çığlığı kopardı ve aşağıya doğru düşüverdi! Melanie "Katnis!" diye bağırarak öne atıldı. Neyseki Katnis'in düştüğü yerden bir öksüreme ve "Ben iyiyim!" sesi geldi. Melanie ve Katnis'i taklit eden bir ses tonu ile "Hiç yardımcı olmuyorsun!" diye bağırdım. Melanie bana aldırmadan Katnis'in düştüğü yerin yanına gitti. Katnis düştüğü için Melanie'nin elinden aldığı mum da sönmüştü fakat belli ki Mel bu lanet karanlığın içinde bile görebiliyordu. Katnis düştüğü yerden "Hey, çocuklar, burada gerçekten doğal olamayacak kadar tuhaf bir şey var." diye bağırdı Melanie Katnis'in düştüğü çukura daha da fazla yaklaşırken. Melanie "Kolunun veya bacağının kırılmasının pek doğal olduğunu ben de düşünmüyorum açıkçası!" diye bağırdı. Bunu Katnis düştüğü yerden duyabilsin diye özellikle yüksek ses ile söylemişti ve sözleri labirentte yankılandı. Katnis "Hayır Mel ben ciddiyim. Burada mozaik taşlardan yapılmış tırmanma duvarı gibi bir şey var." diye mırıldandı. Mel kaşlarını çatıp çukura daha fazla eğildi ve "Tahminim Katherina'nın da buraya düştüğü yönünde." diye karşılık verdi. O bunu söylerken düşünebildiğim tek şey kardeşimin kesinlikle avukat olması gerektiğiydi. "Şey, beni burada kendi halime bıraktığınızın farkında mısınız? Çünkü Melanie bunu yaptığında genelde kötü sonuçlar doğuyor da." diye lafa başladım fakat Katnis'in eli birden çukurdan dışarı uzanıp tırmalarcasına tutunacak birşey aradığından devam etmedim. Melanie Katnis'in elini tutup onu yukarı çekerken ben de dudaklarımı ısırdım ve dayanılmaz bir şekilde sızlayan bacağım yüzünden çığlık atmamaya çalıştım. En sonunda Katnis çukurdan çıkıp kendini yere atınca "Ben buradan atlayamayacağıma göre buradan nasıl geçmeyi planlıyoruz?" diye sordum. Katnis birkaç defa çevreye göz gezdirdi ve en sonunda labirentin duvarına dayalı bir şeyi işaret ederek "Böyle." dedi. | |
| | | Katherina Zoey Night Nyks'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 181 Kayıt tarihi : 02/02/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Paz Ağus. 07, 2011 10:15 am | |
| Yavaş yavaş ilerlerken birden karnımdan bir gurultu yükseldi. Duraksadım. Hayatımda hiç karnım guruldamamıştı. Ne yani, aradan daha birkaç dakika geçince anında acıkmam mı gerekiyordu? İç çekerek "Keşke yanıma yiyecek birşeyler alsaymışım." diye düşündüm. Ve tabi ki biraz da su. Ağzımın kuruduğunu hissediyordum. Çukurdan yaklaşık 6-7 dakika kadar önce çıkmış olmalıydım. Fakat üzerimdeki tozlar çoktan kurumaya başlamıştı bile. Kaşlarımı çatarak birilerinin yokluğumu fark etmelerini ve beni bu durumdan kurtarmalarını diledim. Elimi yanımdaki duvara yaslayarak soluklanmak için bir an durdum. İçimden bir ses elimi çekmemi söylese bile dinlemedim. Az bir zaman sonra elime dolanan sarmaşıklar ile küçük bir hayret nidası koyvererek elimi duvarın üzerinden çekrek sallamaya başladım. Ben bunu yaparken sarmaşıklar daha da fazla çevrelemeye başladılar elimi. Sert bir şekilde elimi tekrar çektim ve geriye yuvarlandım. Başım duvara sert bir şekilde çarparken bir an sersemledim. Ardından ise tekrar ayağa kalktım ve adımlarımı öncekinden daha da hızlandırarak yürümeye devam ettim. Bir an sonra bir dönemece geldim. Hızla keskinleşiyordu ve kenarında tuhaf bir işaret vardı. Sanki... Bir pençe izi gibiydi bu iz. Gözlerimi kıstım ve dönemeçten başımı uzatarak ileriyi görmeye çalıştım. Yararsızdı. Adımlarımı bir kez daha yavaşlattım ve dönemeçten dönerek yola devam ettim. Çevrem bu kadar karanlık olmasına rağmen duvarlarda oynaşan gölgeleri görebiliyordum. Neden duvarlarda gölgeler oynaşıyordu ki? Çevremde benden başka kimse yoktu. Yoksa var mıydı? Başımı hızla iki yana çevirdim ve benden başka hiç kimse olmadığını görünce rahatladım. Ama tuhaf olan bir şey vardı. Neden bilmiyordum ama böyle hissediyordum. Birden ayağım kaydı. Yine başka bir çukura düşeceğim için korktum. Ama burası bir çukur değildi. Tabanı eğimli ve taşlarla dolu olabilirdi ama kesinlikle bir çukur değildi. Aşağıya doğru yuvarlanırken ağzımdan "Ahhh, ıhhh, ıyyy..." gibi sesler çıkıyordu. En sonunda düz bir zemindeki yumuşak bir şeylerin üzerine düştüm. Bu yumuşak şeyler derken kastettiğim şey... Çimendi! Çimenin burada ne işi vardı ki? O zaman farkettim ki bu yeşillik alan zaten sadece birkaç adım sürüyordu ve bu labirentte böyle tuhaf şeylerin nadiren göründüğünü sanmıyordum. Susuzluktan kuruyan boğazımı temizlemek için yavaşça yutkundum. Ardından da çevremdeki yoğun karanlık sanki beni takip ediyormuş gibi temkinle ilerlemeye başladım. İlerledikçe çevremin yavaş yavaş aydınlandığını farkettim. Neler olduğunu hala çözebilmiş değildim. Çevrem daha geniş gözüküyordu ama ben buna kanmadım. Bir tuzak olduğundan emindim. Önüm gittikçe aydınlanmaya devam ederken karşıma bir duvar çıktı. Sadece birkaç metre önümde duruyordu ve pütürlü bir yüzeye sahipti. Hızla koşarak duvarın önüne gelip iki yana da baktım. Görebildiğim kadar uzaklıkta (ki bu uzaklık yirmi-yirmibeş metrelik bir alanı kapsıyordu) bile duvar devam ediyordu. Ama asıl beni sevindiren duvarın üzerindeki işaretti, "Delta" işareti. Yüzümde tahmin edemeyeceğiniz bir sevinç ifadesi ile parmağımı kaldırdım ve işarete bastırdım. İşaret küçük bir parlama ile ışıldadı ve duvar yavaşça yana kaydı. İki-üç adım attıktan sonra üst üste dizilmiş birkaç koliye çarparak yere yuvarlandım ve arkamdan kapının kapandığını haber veren bir takırtı ile sürtünme sesi duydum. | |
| | | Katnis Roselie Graham Persephone'nin Çocuğu
Mesaj Sayısı : 84 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Paz Ağus. 07, 2011 11:26 am | |
| Labirentin duvarının köşesine dayalı bir şeyi işaret ederek "Böyle." dedim. Melanie ve Natalie başlarını aynı anda işaret ettiğim tarafa çevirdiler ve ardından da bana dönüp kaşlarını kaldırdılar. Gösterdiğim şey bir tahtaydı ve belli ki bu onları fazlasıyla şaşırtmıştı. İç çekerek tahtayı elime aldım eve elimi üzerinden geçirerek "Fazlasıyla uzun, çok geniş ve de yeterince kalın." dedim. İşte o zaman Melanie niyetimi anlayarak "Yani bizi kolayca tartar." diye kendi sözünü ekledi. Gülümseyerek "Kesinlikle." dedim. Ardından da kocaman tahta parçasını yavaşça çukurun kenarına yaklaştırdım ve üzerine oturtmaya çalıştım. Fakat bir türlü yerleştiremiyordum. Bu yetmezmiş gibi birden tahta parçası elimden kaydı ve düşecek oldu. Fakat Mel öne atılarak çukurun içine düşmemesi için onu tuttu. Bunu yaparken aynı zamanda Natalie'yi de bıraktığı için arkamızdan acı dolu bir inleme geldi ve Melanie yüzünü buruşturdu. Natalie'yi umursamayarak ona döndüm ve "Ne oluyor Mel? Yol boyunca bir tuhaf davrandın." diye fısıldadım ona. Omuz silkerek "Hiçbir şey." diye cevap verdi ve benim yapamadığımı yaparak tahta parçasını çukurun üzerine yerleştirdi. Ardından da acı ile irkilmiş olan Natalie'yi koluna geçirerek bana "Yardım edecek misin?" diye sordu. Omuz silktim ve "Bu tahta üçümüzü birden tartmaz. Siz geçin önce. Üstelik enine üçümüzün sığabileceğini sanmıyorum." dedim. Mel bir an için dudaklarını büzüştürdü fakat sonra Natalie'yi adeta sürüklercesine çekiştirdi. Nat bir çığlık atınca eş zamanlı olarak o da dudaklarını birbirine bastırdı ve çığlık atmamak için dişlerini sıktı. Tuhaf bir şekilde ona bakınca ise beni dirseği ile hafifçe dürterek kenara çekilmemi sağladı ve Natalie'yi de sıkıca tutarak gıcırdayan tahtaların üzerinden geçmeye çalıştı. İlk başta ayağı hafifçe kaydı. Fakat daha sonra tahtaların gıcırtısı eşliğinde karşı tarafa ayak basmayı başardı. Tahtaya bakarak Katherina'nın bunu kullanmadığını anladım ve karşı tarafa nasıl geçtiğini anlamaya çalıştım. | |
| | | Melanie Arianna Bates Demeter'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 103 Kayıt tarihi : 29/04/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Salı Ağus. 09, 2011 8:23 am | |
| "Yardım edecek misin?" diye sordum Katnis'e. Omuz silkerek "Bu tahta üçümüzü birden tartmaz. Siz geçin önce. Üstelik enine üçümüzün sığabileceğini sanmıyorum." dedi. Bir an için memnuniyetsizlik ile dudaklarımı büzüştürdüm. Fakat daha sonra Nat'i sürükleyerek tahtaya doğru yaklaştırdım. Nat'in bedeninin kasıldığını hissedebiliyordum. Ayağı yere değince acı dolu bir çığlık attı. Aynı anda ben de ayağıma dayanılmaz bir acının saplandığını hissedebiliyordum. Çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım ve çığlık atmamak için nefesimi tutarak dişlerimi sıktım. Ardından da tahtaya baktım. Yeri pek de o çukurun üzeriymiş gibi durmuyordu. Sanki her an kayabilecekmiş gibi gözüküyordu. Buna rağmen cesur bir tavır ile ayağımı tahtanın üzerine koydum. Birkaç adım daha attım. Fakat ben ilerledikçe varmamız gereken zemin sanki daha da uzaklaşıyor gibiydi. Daha hızlandım. Bir ara ayağımın hafifçe sağ tarafa doğru kaydığını hissettim. Nat'de bayağı korkmuş gözüküyordu. Adımlarımı sıklaştırarak yere daha da sert basmaya başladım. En sonunda karşı tarafa vardığımızda Nat'in kolunu bırakarak kendimi yere attım. Aynı anda Nat de benimle birlikte yere düştü. Benim ağzımdan yorgunluk ile küçük bir inleme dökülüverirken eş zamanlı olarak onunkinden de döküldü. Hızla başımı ona çevirdim ve yüzüne bakmaya çalıştım. Fakat o bana bakmıyordu. Kaşlarımı çatarak labirentin duvarının köşesine baktım. Gözlerimiz karanlığa alıştığı için çevremizi daha rahat görebiliyorduk artık. Yine de mumun çukurun içine düşmesi çok kötü olmuştu. Yol fazlasıyla bozuktu. Düştüğümüz yer de taşlarla kaplıydı. O an aklıma bir fikir geldi. Üzerimizdeki lanet... Çevreme bakınarak en sivri taşı buldum ve elime aldım. Başta tereddüt ederek bir kez daha Natalie'nin yüzüne bakmayı denedim. O ise başını arka tarafa çevirmiş Katnis'e bakıyordu. Taşın keskin ucunu hafifçe avucumun içindeki yumuşak bölgeye sürttüm. Avucumda anında ince bir kesik belirdi ve bir damla kan yere düşerek yuvarlak bir iz bıraktı. Ben elimden yayılan acıyı yavaş yavaş algılarken Nat elini tuttu ve "Sanırım bir şey beni ısırdı." dedi. Artık emindim. Katnis'in yumuşak elini omuzumda hissedince irkilerek arkamı döndüm. Katnis "Haydi kalkın sizi tembeller. Yorgunsunuz biliyorum, fakat Kat'i bulmamız gerek." dedi. Ben ayağa kalktım ve Nat'e elimi uzattım. Nat kaşlarını çatarak "Avucuna ne oldu?" diye sordu. Avucuma bir göz atıp elimi hızla geriye çektim ve "Sanırım yerdeyken bir taş falan kesmiş olmalı." dedim. Natalie omuz silkerek koluma tutundu ve ayağıya kalktı. Duvarların kenarında hareket eden bir şey gördüğümüzde birkaç metre ilerlemiştik bile. Hızla dönerek hareket eden şeye baktım. Bu bizim gördüğümüz gelincikti. Ve ölmemişti! | |
| | | Natalie Brianna Bates Hephaistos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 33 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Salı Ağus. 09, 2011 3:48 pm | |
| Avucumda aniden küçük bir acı hissedince elimi tutarak "Sanırım bir şey beni ısırdı." dedim. Melanie'nin hafifçe irkildiğini hissedince ona döndüm ve Katnis'in elinin omzunda olduğunu gördüm. "Haydi kalkın sizi tembeller. Yorgunsunuz biliyorum, fakat Kat'i bulmamız gerek." dedi Katnis. Mel ayağa kalkarak elini bana uzattı. Tam elini tutacakken avucundaki kesiği ve kurumuş kanı fark ettim. Kaşlarımı çatarak "Avucuna ne oldu?" diye sordum. Mel'in gözleri avucuna doğru kaydı ve bir bakış atarak elini geriye çekti. Ardından da "Sanırım yerdeyken bir taş falan kesmiş olmalı." dedi. Bu sözü ile rahatladım. Omuz silktim. Kardeşimin kendi kendini kesen bir şizofren olmamasını öğrenmiştim ya, bu çok hoştu. Uzanarak elim ile onun kolunu kavradım ve ayağa kalktım. Birkaç metre ilerledikten sonra Mel aniden döndü ve gözlerini inanmazlık ile birkaç defa kırpıştırdı. Onun baktığı tarafa bakınca içimden "Of, gelinciklerdenn nefret ederim." diye geçirdim. Bu öldüğünü sandığımız gelincikti çünkü! Hızla Melanie'nin kolunu bırakarak Katnis'e doğru geriledim. Midemde tam o sırada harekete geçti zaten. Karnıma bir ağrı saplanmıştı. Yüzümü buruşturdum. İGelinciği unutmuştum. İlk başta bunun acıkmam ile bir ilgisi olduğunu bilmiyordum. Hayatımda hiç bu kadar çok acıkmamıştım ki! Fakat daha sonra Katnis yüzümdeki buruşukluğa bakarak "Acıkmışsın, ben de acıktım." dedim. O sırtında asılı olan çantayı çıkarırken ben de kendiminkini çıkardım. Melanie'nin bize doğru geldiğini fark ettiğim an elimi ona doğru sallayark "Mel, o yaratık ölmüştü. Ve bir de şu var ki sana karşı fazlası ile uysal davranıyor! Ayrıca da onu benden uzak tut!" diye bağırdım. Bahsettiğim şey Mel'in elinde tuttuğu ve yavaş yavaş okşadığı gelincikti. Hafifçe gülümseyerek birkaç adım geriledi. Katnis çantasından üç şişe su çıkardı ve ben birisini elinden kaparak bacağımın sızısını önemsemeden şişeyi başıma diktim. Tek bir nefeste yarısına kadar boşaltmıştım şişeyi. Melanie ve Katnis de daha nazik bir şekilde suyu içmeye başladılar. Üçümüz de susuzluğumuzu giderdikten sonra lebirentin duvarlarına dayanarak çantamızdaki bisküvi, küçük kek ve krakerlerden birazını mideye indirdik. En sonunda da çantalarımızı sırtımıza geri takıp yola devam ettik. Çıkmaz bir yola gelene kadar her şey gayet iyi gidiyordu. Fakat o noktaya geldiğimizde Katnis de Melanie de sinirli bir şekilde hırladılar. Ben ise sadece iç geçirmek ile yetindim. Birden gelincik Melanie'nin elinden fırladı ve duvarın kenarındaki küçük bir oyuğa girdi. Melanie "Hey!" diye bağırırken o çoktan kaybolmuştu bile. Ben "Bu gelincikten hayır gelmeyeceğini biliyordum." derken önümüzdeki yolu "Çıkmaz" olarak nitelendirmemize sebep olan duvar sert ve gürültülü bir şekilde yavaşça yana doğru kaymaya başladı. Ben hafifçe irkilirken gelincik de oyuktan geri fırladı ve Melanie'nin kucağına yerleşti. Melanie gülümseyerek bana bakarken karanlığa doğru adım attık (daha doğrusu ben süründüm) ve birden aşağıya doğru kaymaya başladık.
|
| |
| | | Katherina Zoey Night Nyks'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 181 Kayıt tarihi : 02/02/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Çarş. Ağus. 10, 2011 7:47 am | |
| Kolilerin içindeki şeyler (şekerleme miydi bunlar?) üzerime döküldü ve bir koli başıma geçti. Ben ise sadece beklemekle yetindim. Hiçbirşey yapmadan beklemenin daha iyi bir çözüm yolu olduğu kanısına varıyor insan bu kadar kötü şey yaşayınca. Fakat biraz sonra (devrilecek koli kalmadığından olsa gerek) sesler durdu ve ben de başımdaki koliyi hışımla çıkarıp yere fırlattım. Sonradan fark ettiğim üzere arasında kaldığım yığın gerçekten de tümüyle şekerlemeler, çikolatalar, bisküviler ve buna benzer şeylerden oluşuyordu. Bir koliye tekme atıp onu bulunduğun yerin tam üç metre kadar ötesine fırlattım. Daha da uzağa fırlatabilirdim, tabi bir duvara çarpıp geri sekmeseydi. Ayaklarımı silkeledim ve bluzuma takılmış birkaç küçük şekerlemeyi yere attım. Midemi kazındığını hissediyordum, fakat bana daha doyurucu bir şeyler gerekiyordu ve ben hırsız falan değildim. Şu anda bir market ya da benzeri bir yerin deposunda olduğum fazlası ile aşikardı. Tek yapmam gereken bu depodan çıkışı bulmaktı. Daha sonra da gün ışığına olan hasretimi giderebilirdim! Biliyordum, güneşe hasret duymam pek normal bir şey değildi. Sonuçta ben gecenin çocuğuydum! Fakat labirente girmem üzerinden sadece... Sahi, ne kadar zamandır labirentteydim ben? El yordamı ile duvara yaklaştım ve herhangi bir kapı aramaya başladım. En sonunda kapıyı buldum, tabi bir kapı kolunun belime çarpması sebebiyle. Oflayarak belimi ovuşturdum ve kapıyı açarak depodan çıktım. Birkaç adım atınca bir merdivene takılıp tökezledim. O sırada aklıma gece olduğu için (gerçi gündüz mü gece mi onu bile bilmiyordum) burayı kapatmış olabilecekleri geldi. Fakat ilerledikçe yolum yapay olamayacak kadar parlak bir ışık ile aydınlanmaya başlayınca bu fikrimi değiştirdim. En sonunda ışığın kapalı bir yer kapısının arasından sızdığını fark ettim. Çok geçmeden kapının kapağını yumruklamaya başlamıştım bile. Bir yandan da "Hey, çıkarın beni buradan!" diye bağırıyordum. Kapak yavaşça aralanınca elim sert metal yerine yumuşak eti yumkrukladı ve bir "Ahhh..." sesi ile orta yaşlarda bir adam yere yuvarlandı. Ben ellerimi geri çekip endişe ile "Özür dilerim!" diye fısıldadığım zaman adam çoktan bir abur-cubur rafını devirmişti bile. Yerden kalkmak için bir hamle aptığında iri cüssesi yüzünden bir kez daha abur-cuburların ve gevrek paketlerinin arasını boyladı. Sadece isimleri bile beni baştan çıkarmaya yeteken bir de görüntülerini görünce bayılacak gibi oldum. Hayatımda hiç bu kadar aç olmamıştım. Kapı artık açıldığı için demirden kollara tutunarak kendimi yukarı çektim ve artık bir market olduğundan emin olduğum yerin zeminine ayak bastım. Labirentin çakıllı yollarından sonra düz mermer zemini ayaklarımın altında hissetmek çok hoşuma gitmişti. Büyük ihtimal ile hayatımda bir daha hiç yapmayacağım kadar nazik davranarak adamın yanına gittim ve yerden kalkmasına yardımcı oldum. Adam nefes nefese bir biçimde konuşmaya başladı "Senin ne işin vardı orada? Yaptıklarının farkında mısın? Ebeveynlerin bu zararı ödemek zorunda kalacaklar şimdi!" diyordu sadece. Fakat bu sözler bile kızarmama yetti. İnanamıyordum, eski utanmaz ve kendini bilmiş Katherina'ya ne olmuştu da bu hale gelmişti? Adam arkasından gelen yumuşak ve sakin bir kadın sesi "Sorun değil Patrick. Bırak kız biraz soluklansın. Onunla ben ilgilenirim." diyene kadar bana bağırmaya devam etti. Adam bu ses sayesinde susmuştu. Arkasını döndü ve konuşan kişiye "Tamam Bayan Spireo." dedi. Ardından da bana sert bir bakış atarak burnundan aşağı kayan cam çerçeveli gözlüklerini düzeltti ve koca yağlı göbeğini sallandıra sallandıra gevrek paketlerinin üzerine basmamaya çalışarak uzaklaştı. O gidince dikkatimi "Bayan Spireo" denilen kişiye odakladım. Pek cana yakın gözükmeyen, gözlüklü, ince ve gülümsemesini yüzünden hiç eksik etmeyen birisiysi Bayan Spireo. Tuhaf bir şekilde ona iş kadını havası veren cepli bir gömlek giymişti, gömleğin sağ cebinden üzerinde "Miranda Spireo" yazan bir yaka kartı sarkıyordu, saçlarını topuz şeklinde yukarıdan toplamıştı ve sade siyah bir etek giyiyordu. Ona bakınca hissettiğim ilk şey "Neden evinde torunlarıyla ilgilenip sürekli puding yapan o büyük annelerden biri değil ki?" oldu. Fakat o "Her hangi bir yerin yaralandı mı kızım? Canın yanıyor mu?" deyince düşüncelerim "İyi ki burada" gibisinden iyi izlenimlere dönüştü. "Hayır, önemsediğiniz için teşekkür ederim." diye cevap verdim. Ben bunu yapınca Bayan Spireo gülümsedi ve "Annen ile baban buralarda mı?" diye sordu. Niye en malum soru olan "Orada ne arıyordun?" sorusunu sormuyordu ki? Bu düşünceme rağmen yine de "Hayır, şey, ben arkadaşlarımla dolaşıyordum. Bir şeye bakmak için onlardan ayrılmıştım fakat... Sanırım kayboldum." dedim. Bayan Spireo'nun gülümsemesi daha da büyüdü ve "Haydi gel, sana çıkışı göstereyim." dedi. Ben ise "Aslında arkadaşlarım hala buradalar. Ben de bayağı susamıştım zaten." diyerek yanımdaki koruyucu dolabın kapağını açarak iki şişe su çıkardım. Kadın küçük bir kahkaha atarak "Tamam o zaman tatlım, sen arkadaşlarını ara." dedi. Ardından da bir reyonun arkasına girerek gözden kayboldu. Ben aldığım iki şişe su ile paketlenmiş kurabiyelerden bulmak için reyonların arasında koştururken o kadının çoktan benden uzaklaştığına emindim. Fakat olaylar tam olarak böyle yürümemişti. Ne yazık ki ben bunu biraz geç anladım. İlk başta iki şişe suyun bana yetmeyeceğini fark ettim ve şişe sayısını dörde çıkardım. Ardından da kola takılan küçük alış-veriş sepetlerinden alarak bununla marketi dolaşmaya başladım. Birkaç paket kurabiye ve kraker aldım. Daha sonra da küçük keklerin olduğu abur-cubur reyonuna giderek onlardan birkaç tane aldım. Bunları ödemek için kasaya giderken aklıma nerede ve hangi zamanda olduğum sorusu takıldı. Kasiyer aldığım ürünleri geçirirken arkamdan yine Bayan Spireo'nun sesi geldi. "Ah, burası ne kadar da küçük değil mi?" diyordu. Kasada olan kadın sadece kendi işi ile ilgilendiği için ona bakmadı bile. Fakat ben arkamı dönerek "Neredeyiz?" diye sormadan edemedim. Bayan Spireo dudakları yukarı doğru kıvrılırken "Tabi ki Fresno'dayız. Sırf kayboldun diye bir-iki eyalet atlamayı falan mı bekliyordun şekerim?" dedi. Küçük bir hayret nidası koymamak için kendimi zor tuttum. Bu kadar kısa zaman içerisinde Manhattan'dan Fresno'ya mı? İmkansız bir şeydi bu. Nida koyuvermemek ile birlikte bir de büyük bir başarı sergileyerek "Günlerden ne? Ayın kaçı?" diye sordum. Bayan Spireo "Günlerden pazartesi, ağustosun sekizindeyiz." deyince vücudumu büyük bir korku esir aldı. Ben çarşamba günü labirente girmiştim! Neden bu kadar acıktığım şimdi belli olmuştu, fakat nasıl bu kadar zaman geçebilirdi ki aradan? Cevabı bilmiyordum. Labirentin melezler üzerinde nasıl bir etkisi vardı? Bunu düşünmeye zamanım olmadı. Çünkü Bayan Spireo gözlerimin önünde eğilip bükülmeye başladı. Kadının kemikleri sanki lastikten yapılmış gibi şekil değiştiriyordlardı. Kadın şekilm değiştiriyordu! Dönüşümü tamamlanınca arkamdaki kasiyer bir çığlık attı, ben ise başımın nasıl bir belada olduğunu merak ediyordum. Bayan Spireo'nun dönüştüğü şey bir furiaydı! Rp out: - Spoiler:
Çocuklar, sizden de biraz daha uzun rpler bekliyorum. Şu ana kadar çok iyi gidiyorsunuz
| |
| | | Katnis Roselie Graham Persephone'nin Çocuğu
Mesaj Sayısı : 84 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Çarş. Ağus. 10, 2011 12:18 pm | |
| "Bu gelincikten hayır gelmeyeceğini biliyordum." dedi Natalie. Ona katılmıyordum, gelincikleri sever, hatta onlara bayılırdım. Zaten gelincik de bizden ayrılmak fikrine pek sıcak bakmıyordu sanırım, çünkü önümüzdeki kaya büyük bir gürültü ile açılırken o da geri gelip Melanie'nin kollarındaki eski yerini aldı. Natalie duvar yana doğru kayarken irkilmişti, fakat Melanie ona alaycı bir şekilde bakarken o da çok bilmiş bir hale büründü. Natalie artık ne benden ne de Melanie'den destek alıyordu, ama gayet rahat ilerliyordu. Bu beni çok şaşırtmıştı. Ama artık ona dadılık yapmayacağımız düşüncesi beni sevindirmişti de. Önümüzdeki yoğun karanlığa doğru birkaç adım attık. Ardından da aşağıya doğru kaymaya başladık. Natalie'nin bacağı yüzünden attığı küçük çığlıkları ve Melanie'nin ona eşlik eden derin nefeslerini duyabiliyordum. Ben de arada sırada keskin bir taşın bacaklarımı kesmesi ile inlememek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. En sonunda yumuşak bir şeylerin üzerine düştük. "Yumuşak şeyler" dediklerimin ne olduğunu anında anladım. Eh, ne de olsa Persephone kızıydım ben, değil mi? Anladığım anda da "Çimenin burada ne işi var?" diye sordum. Melanie de Natalie de acı dolu inlemeler ile cevap verdiler. Parmaklarımı yumuşak çimenlerin çevresine doladım ve çekip kopardım. Kokularını alabiliyordum, gerçekten de canlıydılar. Bu labirentte herhangi narin bir bitkinin büyüyebilmesi mümkün müydü? Bunun cevabını düşünemeden Melanie ayağa kalktı ve beni elimden tutup kaldırarak "Şu tarafa doğru yürüyelim." dedi. Bunu söylerken direk önümüzü işaret ediyordu. Ben "Tamam." anlamında başımı sallarken Natalie "Yerde ölü bir kız yatıyor, umursayanınız yok mu?" diye inledi. Melanie cevap vermeden onu kolundan tuttu ve sert bir şekilde çekti. Belli ki bu hareketi Natalie'nin üzerinde istediği etkiyi yaratmıştı, çünkü o bıkkın bir şekilde topallar gibi yerden kalkınca dudaklarında bir gülümseme belirdi. Ama hemen ardından gülümsemesi tekrar yok oldu. Endişe ile "Pruppy nerede?" diye sordu. Natalie Melanie'nin ne dediğini anlamamış gibi kaşlarını çatadursun, ben hafifçe kıkırdayarak "Gelinciğe Pruppy adını mı verdin?" diye sordum. Melanie bana sert bir bakış attı. Bu beni ve durmak bilmez kıkırdamalarımı susturmaya yetti de arttı bile. Çimlerin arasında bir hareketlenme olunca Natalie sekerek bana doğru yaklaştı ve "Şey, eğer o pislik yaratık bana saldırırsa beni korur musun?" diye kulağıma fısıldadı. Yüzümde onaylamaz bir ifade ile derin bir iç çektim ve omuzumdaki elini geri çekmesi için omuzlarımı silktim. Çimenleri hareketlendiren 'Pruppy' Melanie'nin kucağına atladı ve birkaç dakika önce yaptığı gibi yine yerine yerleşti. Ben "Tamam, ekip tamamlandı, haydi gidip Katherina'yı bulalım." derken Melanie çoktan önümüze geçmişti bile. Natalie ile ben onu takip ettik. Birkaç adımdan sonra çimenlik alan bitti. Dümdüz ilerlemeye devam ettik. Nedense yaşadığım bu olaylardan sonra bir daha eskisi gibi olamayacağımı düşünüyordum. Labirent beni o kadar değiştirmişti anlayacağınız. Önümüzün gittikçe aydınlandığını fark edince sevindim. Gerçi gözlerim çoktan karanlığa alışmıştı (mumun düştüğüm çukurda kalması kötü olmuştu), fakat her çiçeğin bir yerden sonra gün ışığına ihtiyacı olurdu. En sonunda Melanie durunca biz de ona çarptık. Mel bir küfür savurarak "Yine çıkmaz yol." dedi. Natalie ise "Şaka yapıyor olmalısın! Burada kırık bir bacak ve yırtıcı bir gelincik ile birlikte tıkılı kalamam ben! Zaten yavaş yaval öleceğim, bu benim için tam bir işkence olur!" diye haykırdı. Melanie'nin "Yırtıcı bir gelincik mi? Yırtıcı bir gelincik mi! Ben de kendini medyum sanan bir kardeş ve onun kırık bacağı ile bu labirentte ölmek istemiyorum!" diye bağırması ile ikisi de koyu bir tartışmaya girdiler. İçimde çığlık atarak başımı önümüzdeki yolu "Çıkmaz" yapan kayaya vurmak ve ölene kadar da durmamak geliyordu. Belki Ölüler Diyarında annemle bile karşılaşabilirdim, kim bilir? Sahi, acaba onu yaşarken görebilecek miydim ben? Bu soruyu cevaplayacak tek şey zamandı belli ki. Çünkü aklımdaki düşüncelerin tümü ile uçmasına sebep olacak o üçgen işaretini gördüm: "Delta." Parmaklarım tamamen kendi hallerinde üçgene doğru uzanarak şeklin üzerine bastırdılar. Üçgen kısa bir an için parıldadı ve yukarıda yaşadığımız sahnenin bir başka versiyonu yaşandı. Şimdi önümüzde bir çıkmaz yol falan değil, labirentten çıkmak için bir bilet duruyordu. | |
| | | Melanie Arianna Bates Demeter'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 103 Kayıt tarihi : 29/04/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Perş. Ağus. 11, 2011 2:35 pm | |
| Onu kurtarmıştım ve küçük bedeni kollarımın arasındayken buna hala inanamıyordum. Düzenli nefes alış verişleri ipek gibi yumuşak kürkü ve cırtlak sesi. Natalie ise ona her baktığında vahşi bir hayvan görüyordu. Oysa o çok Zarasızdı. Tabi benim için. Adını Pruppy koymaya karar vermiştim. Buna karar vermiştim çünkü o benimle kalacaktı. Eminim kulübedeki herkes Pruppy’i çok sevecekti. Ben bunları düşünürken önümüzde bir ışık belirdi. Herkes heyecanlanmıştı. Takımın en önünde ben vardım ve aniden durunca Katnis ve Natalie’de bana çarptı. “Yine çıkmaz yol!” dedim bıkkın bir sesle. Artık çok yorulmuştum. Susamıştım ama içemezdim. O sırada Natalie ikimizin de beklemeyeceği bir şekilde "Şaka yapıyor olmalısın! Burada kırık bir bacak ve yırtıcı bir gelincik ile birlikte tıkılı kalamam ben! Zaten yavaş yavaş öleceğim, bu benim için tam bir işkence olur!" diye haykırdı. Vahşi gelincik mi demişti o?! “Yırtıcı gelincik mi? Yırtıcı gelincik mi!” Ellerimin altında Pruppy’nin de gerildiğini hissedebiliyordum. “Ben de kendini medyum sanan bir kardeş ve onun kırık bacağı ile labirentte ölmek istemiyorum!” diye bağırdım. Pruppy gerçekten saldıracakmış gibi duruyordu. Natalie bağırarak “Seninle kardeş olmayı birbirimize bir lanet yoluyla bağlanmayı isteyen ben değilim tamam mı?!” Bu sefer Pruppy bütün gücüyle kollarımdan sıçradı ve Natalie’nin burnunu birkaç santimetre ile kaçırdı. Natalie zaten gelinciklerden korkardı ve bu onun için gerçekten büyük bir şok olmuştu. Gözlerinden yaşlar damlıyordu. İşte o zaman anladım ki Pruppy’nin amacı ona zarar vermek değil sadece biraz korkutmaktı. Ve işe yaramıştı. Yaptığından memnun bir şekilde tekrar kollarıma yerleşti. Tam ağzımı açıp Natalie’ye tekrar bağıracaktım ki arkamızdan bir ses geldi. Kayalar yerinden oynamıştı. Artık bu sese alışkındım ama sesle birlikte gün ışığı da içeri girmişti. Arkamı dönünce Katnis’in duvarda basılı duran parmağını ve içeri doğru düşen birkaç koliyi gördüm. “Delta!” diye bağırdım. “Kurtulduk! Kurtulduk artık bu kokuşmuş yerde bir saniye bile kalmamıza gerek yok! Hadi gidelim!” bunları o kadar yüksek sesle ve hızlıca söylemiştim ki diğerleri daha ne olduğun bile anlamamıştı. Doğruca kolilerin arasına girdim. İlk izlenimlerim harikaydı! “Sanırım ben öldüm!” dedim ve hemen yanımda duran bir kurabiye paketini alıp içindekileri yemeye başladım. Anlaşılan bir depodaydım. Yanıma gelen Katnis ve onun arkasındaki Natalie de yemeklerin keyini çıkarmaya başladı. Hiçbirimiz bir şey demiyorduk. Diyemiyorduk. Yaptığımız şeye o kadar çok konsantre olmuştuk ki yukarıdan gelen sesleri duymamız biraz zaman aldı. Yukarıdan birinin "Aptal Furia! Mideye indirdiğin pısırık melezlerden değilim ben!" diye bağıran melodik sesinin ve başka bir sesin “Melez arkadaşların nerede kaldı? Birlikte akşam yemeği yerdik!” diyen sesleri duyuldu. Üçümüz de sesi tanımıştık. Bu ses uğruna neredeyse öleceğimiz sesti. Aynı anda “Katherina!” diye bağırıp yukarı çıkmak için merdivenleri aramaya koyulduk. Pruppy kolumdan sıçradı ve karanlık bir yere doğru koşmaya başladı. Arkasından “Pruppy!” diye bağırıyordum ama fayda etmiyordu. Natalie çok bilmiş bir ifadeyle “Bak seni terk etti.” Dedi. Ancak birkaç saniye sonra bir adamın çığlıkları da olayın içine karıştı. “Aaa sıçan!” diye bağırıyordu. Pruppy’nin cırtlak sesi ve gürültüyle açılan bir kapı. İçeri giren gün ışığı hepimizi bir anlığına kör etmişti. Natalie ise çoktan kapıya doğru koşmaya başlamıştı bile. Katnis’te arkasından. Merdivenleri çıkmadan önce yere yuvarlanan bilinci yarı kapalı bir adamın yanına gittim ve var gücümle “O bir gelincik, sıçan değil!” diye bağırdım. Zaten baygın olan adamın gözleri geriye doğru kaydı ve bayıldı. Bu işi de hallettikten sonra merdivenleri hızla çıktım ve Katherina’yı iğrenç bir Furia ile baş başa buldum. | |
| | | Natalie Brianna Bates Hephaistos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 33 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Perş. Ağus. 11, 2011 2:54 pm | |
| Melanie’den ve Pruppy adını verdiği o küçük gelincikten nefret ediyordum. Zaten hayatım boyunca sürüngen sıçan haşere ve bütün bu gruplara giren hayvanlardan nefret etmiştim. Bir de lanetli ikizimin onlardan birine bağlanması! Çekemezdim. Kolide bulduğum bir çikolatayı emerken bunları düşünüyordum. Sanki bir şenlikte gibiydim. Küçük çikolatalar beni havaya kaldırıyordu. Gökten çikolata yağıyordu. Hiç bu kadar acıktığımı hatırlamıyordum. Ben tam kendimi kaptırmış yerken yukarıdan sesler gelmeye başladı. Bu Katherina’ydı. Birbirimize bakıp “Katherina!” dedik ve yukarı çıkmak için merdivenleri aramaya başladık. Yolu bulmama çok az kalmıştı ama birden yanımdan küçük bir şey uçtu ve ciyaklayarak karanlık bir yere doğru koşmaya başladı. Haklıydım. Melanie ona güvenmişti ama o bize ihanet etmişti. “Bak seni terk etti.” diye bağırdım. Ancak birkaç saniye sonra beni yalancı durumuna düşürerek yukarıdan muhtemelen bir çalışanın sesi geldi. Ne dediğini duymamıştım. Umurumda da değildi çünkü Pruppy’nin orada olduğunu biliyordum. Yukarı çıkan kapı gürültüyle açıldı ve ardından merdivenlerden aşağı şişko bir adam yuvarlandı. Aklımdaki tek şey buradan çıkmaktı. Ben de son hız merdivenlerden yukarı koştum. Ama koşarken çok kötü bir şey keşfettim. Adamın kanı her tarafa yayılmıştı. Bunu Melanie’ye sonra söyleyecektim. Üst kata vardığımda Katherina’yı bir Furia ile savaşırken buldum. Kolyemi çıkartıp bir kılıca dönüşmesini izledim ve hayatımı tehlikeye atarak Furia’nın üzerine atıldım. Küçük yılanlar beni ısırmaya çalışıyor ama arada kılıcım olduğu için ısıramıyorlardı. Bu yılanlar da nereden gelmişlerdi böyle? “Sürüngenler!” diye bir çığlık attım ve gözlerimi kapattım kılıcımı sağa sola sallamaya koyuldum. Katherina benden önce davranmış furianın başı ile kanatlarına birkaç çizik atmayı başarmıştı. O sırada arkadan biri geldi ve Furianın sırtına atladı. Furia inanılmaz bir çığlık attı ve onu sırtından indirmeye çalıştı. Gözlerimi açıp etrafa odaklanınca bunun Melanie olduğunu gördüm. Saçları dağılmıştı ve gün ışığında yüzünün aldığı şekili kim görse korkardı. Normalde neşelidir ama şimdi yüz hatları gerilmiş ve düzleşmişti. Çok ciddi bakıyordu. Kulaklarım duymaya başlayınca Melanie’nin bana can havliyle “Koş!” diye bağırdığını gördüm. Ayağa kalkınca kırılmış bacağımı hatırladım ve acı ile bağırdım. Melanie de bağırdı ve Furia’nın sırtından yere doğru hızlı bir düşüş yaptı. Aynı anda kaburgalarımın düzleştiğini hissettim ve acı ile iki büklüm oldum. Furia ise ikimize de aldırmadı ve doğruca Katnis’in üzerine doğru yürüdü. Bense canımı kurtarmak için Melanie’nin yanına gittim ve onu yerden kaldırdım. Katherina da Katnis’in yanında duruyordu. Ona yardım edebilirdi. Melanie ile birlikte çıkışa doğru elimizde geldiğince hızlı koşmaya başladık ama ikimiz de yorgun düşmüştük. Kapıyı itebilmek için kalan son güç kırıntılarımızı da harcadık ve marketten birkaç metre uzaklaşınca yere yığıldık. Geriye doğru baktığımda Melanie’ye doğru koşan bir sıçan gördüm. “Senden nefret ediyorum.” Dedim sessizce ve markete baktım. İçeriden gelen sesler hiç de iç açıcı değildi. Sesleri dinlerken bildiğim tüm tanrılara dua ettim ve yaşamaların diledim. | |
| | | Katherina Zoey Night Nyks'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 181 Kayıt tarihi : 02/02/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) Perş. Ağus. 11, 2011 7:16 pm | |
| Böyle bir duruma düştüğüme inanamıyordum! Nasıl olmuştu da Bayan Spireo'nun bir furia olduğunu anlayamamıştım? Doğru ya, canavarlar saklanmayı çok iyi bilirlerdi! Arkamdaki kasiyerin çığlıkları bir türlü susmuyordu. Öncelikli hedefimin furia olması gerektiğinin farkındaydım, fakat kendimi arkamı dönüp kasiyere "Manyak mısın nesin sen? Burada konsantre olmaya çalışıyoruz, kapasana çeneni!" demekten ve dirseğim ile yüzünün tam ortasına bir tane yapıştırmaktan alıkoyamadım. Kasiyer hafif ve acı dolu bir inilti ile bayılırken furia da korkunç, tiz ve cırtlak sesi ile bir çığlık atarak üzerime doğru uçmaya başladı. Yüzüğümü parmağımdan çıkardım ve kılıca dönüşmesini keyif ile izledim. Kılıcım elimde beliriverdiğinde furia pençeleri ile neredeyse yüzümü parçalamak üzereydi. Ustaca bir manevra ile kılıcımı elimde iki tur döndürdüm ve furianın yüzünün iki tarafında küçük, gri kırmızı karışımı çiziklerin açılmasını seyrettim. Furia acı bir çığlık ile havaya yükseldi ve marketin tavanına varmadan önce havada tam üç perende attı. Hani su balesi vardır ya, furianın yaptığı şey de sanki hava balesi veya ona benzer bir şey gibiydi. "Tanrın Hades'in yanına geri dön, yaratık, yerin burası değil senin!" diye bağırdım. Furia acı bir kahkaha savurdu, deliydi bu canavar! Ah, bunu yeni farkettiğime göre ben de deli olmalıydım tabi ki. Furianın havaya yükselmesi rafların arkasından da görünmesine yol açmış olmalı ki çevremiz kısa zamanda çığlık atan ve "İmdat!", "Kurtaran bizi buradan!", "Birisi polisi arasın!" veya "Burası lanetli!" diye bağıran müşteri ve görevlilerle doldu. Furia tekrar acı bir kahkaha attı ve cırtlak sesi ile bir çığlık daha kopararak aşağıya doğru sert bir pike yaptı. Doğruca beni hedef almıştı. Ama ben de buna kayıtsız kalamazdım, kalmadım da zaten. Kenidmi şağ taraftaki kitap raflarına atarak furianın yolundan çekildim. Şanslıymışım ki furia yön değiştirecek zamanı bulamadı. Ama arkamda kalan görevli pek şanslı değildi. Furianın pençelerinden biri koluna geçer, diğeri de yüzünü hafifçe çizerken kan etrafımıza damlalar halinde saçıldı. Furianın yaraladığı görevli inledi ve yavaşça, yerde kanlı izler bırakarak benim labirentten çıktığım zaman markete girmemi sağlayan yer kapağına doğru süründü. İğrendiğimi belli eden bir ses çıkardım ve furiaya "Hey, buradayım pislik yaratık!" diye bağırdım. Bunu neden yapmıştım ki şimdi, zavallı adamcağızı kurtarmak için mi? Furia bana doğru döndü. Çevresinde anlatılamaz bir karanlık dalgalanıyordu. Elbette ki karanlıktan hoşlanırdım, ama bu hoşlandığım türden karanlıklardan değildi. Nasıl anlatabilirim ki? Bunu gören ilk ve tek melez büyük ihtimalle bendim. Furia üzerime doğru atılırken bir savaş nidası koyverdim ve kendimi açık bir hedef haline getirerek furiaya kılıcımı saplamaya çalıştım. Aldığım risk büyüktü, fakat furianın şaşırmasına sebep olarak bana zaman kazandırdı. Bu yaptığım hamlenin iyi yanıydı. Kötü yanı ise bu hamleyi yaparken çok fazla efor sarf ettiğim halde sadece furianın sağ kanadının ucunu hafifçe yaralamamdı. Furianın üzerine doğru giderken zıplamıştım, hem de hayatımda hiç zıplamadığım kadar yükseğe. Yere sağlam bir şekilde bastım ve elimide zemine dayayarak soluklanmaya çalıştım. O an için benim üzerimdeki asıl tehlike furianın beni öldürebilecek olması değildi, çevremden geçen müşteri ve görevli yığınının altında neredeyse ezilecek olmamdı. Seri bir hamle ile ayağa kalktım ve labirentten uzaklaşarak marketin çıkışına doğru koşmaya başladım. Cam kapılara o kadar çok yaklaşmıştım ki güneşi görebiliyordum. Güneşin konumuna bakarak saatin akşam 4-5 civarında olduğunu belirledim. Yaklaşık bir saat önce gün ışığı için delirirken (o zaman labirentteydim tabi...) şimdi bir an önce gece olmasını istiyordum. Ben cam kapılara ulaşamadan furia bir kez daha yolumu kesti. Artık deja vu olmaya başlamıştım. Kılıcımı yüzüğe dönüştürmek yerine belimdeki kemerimin içine geçirdim. Tıpkı bir kılıcı kınına sokar gibi, tek fark burada kılıcı koyacak her hangi bir yer olmadığından dolayı kılıcın bacağımı kesebilecek olmasıydı. Emindim ki bu halimle tam bir savaşçı gibi görünüyordum. Saçlarımın dağıldığını ve yüzüme her zamanki asi ifademin yerleştiğini hissedebiliyordum. Fazla enerji harcamaktan kaslarım yanıyordu. Buna rağmen ok ve yay takımımı çıkararak elime yerleştirdim ve hedef aldım. Hedef aldığım şey az önce furianın hafifçe yaraladığım kanadıydı. Eğer oradaki yarayı büyütebilirsem büyük ihtimalle furia havada zar zor sağlayacaktı dengesini. Yayı gerdim, karnımı kastım ve oku serbest bıraktım. Furia sürekli hareket halinde olduğu için kafasını veya kalbini (tabi kalbi varsa, bu yaratık tanıdığım en azılı suçlulardan bile daha acımasızdı) hedeflediğim an ıskalayacaktım, ama kanadını hedeflediğimi tahmin edemediği için ok tam da yerini buldu. Furia acı içinde bir çığlık attı. Fakat yukarıda dengesini zar zor sağlayabilmesine rağmen hala fazlası ile amansız görünüyordu. İroniyi fark edince gülümsedim. Bu üç furiadan biri olan Alecto olabilirdi. Alecto'nun dilimizdeki karşılığı ise "Amansız" anlamına geliyordu. Tabi Alecto'nun kardeşleri olan Tisiphone veya Mégère de olabilirdi karşımdaki. İşte o anda içimden "Of, ölmek üzereyim ama aklımdan geçen şeylere bak! Gerçekten deliriyorum ben!" diye geçirdim. Furia havada yalpaladı. Bu fırsattan yararlanarak kendimi meyve reyonunun oraya attım ve labirentin girişine ulaşmaya çalıştım. Kabul ediyorum, labirente tekrar girmek kötü bir fikirdi. Ama furia marketten çıkış yolumu tıkamıştı. O sırada omzumda bir ağırlık hissettim ve tüm bedenim kasıldı, ardından da yere yuvarlandım. Başımın üzerindeki kanat çırpma seslerini duyabiliyordum. Furia beni tekrar ağına düşürmüştü, oysa ki yer kapısına sadec birkaç metre uzaktım. Cesaretimi topladım ve hızla ayağa kalktım. Kılıcımı kemerimin arasından çekerek "Aptal Furia! Mideye indirdiğin pısırık melezlerden değilim ben!" diye haykırdım. Furia ise “Melez arkadaşların nerede kaldı? Birlikte akşam yemeği yerdik!” diye karşılık verdi. Arkadaşların mı? Yahu, herkesin sorunu neydi bu hafta? Herkes arkadaşlarımdan bahsedip durmuştu. "Neyse" diye düşündüm ve bu sefer sadece furia ile benim duyabileceğim mutsuz bir sesle "Menüde Melezşiş, Melezpirzola ve hatta belki de Melezpizza vardır?" dedim. Furianın dudakları gülümseme olabilecek bir ifade takınırcasına kıvrıldı. Gerçi böyle daha korkunç görünüyordu. Artık market rafların arasında saklanan 2-3 kişi dışında tamamı ile bomboştu. “Sürüngenler!” diye bir feryat duydum. Bu sesi tanıyordum! Ama bu ses ile konuşmalarımız sanki yüzyıllar önceydi. Yine de sesin sahibini tanıdığıma emindim. Natalie'ydi bu, o zaman Melanie ve Katnis de fazla uzaklarda olamazlardı. Tahminim doğru çıktı, bir şekil bana doğru alçalan ve artık dengede duramadığı için yere inmeye çalışan furianın üzerine oturuverdi. O sırada canım tüm gücümle "İşte bizim Melanie!" diye bağırmak istedi. Melanie Natalie'ye doğru dönerek can havli ile "Koş!" diye bağırdı. Neyseki Natalie Mel'i dinledi. Fakat bir sorun vardı, bunu daha saniyeler öncesinden hissedebiliyordum. Hislerime güvenmeyi labirentte öğrenmiştim. Bu kesinlikle iyi yapmış olduğumun bir kanıtıydı, çünkü Natalie ayağa kalkar kalkmaz acı içinde bağırdı, gerçi sebebini anlamış da değildim hani. Bir başka varlık daha hissettim, Nat ve Mel'den başka bir varlık. Rafların arasında saklanan o 2-3 kişiyi kastetmiyorum, bu daha belirgin ve güçlü bir varlıktı. Arkamı döndüğümde Katnis'i gördüm, o da buradaydı! Ben hızla onun yanına doğru koşarken Melanie de anlayamadığım bir sebepten dolayı bağırdı ve furianın sırtından sert bir şekilde düştü. Furia bu yükten kurtulmanın mutluluğu içinde sevinçle cırtlak bir ses çıkarırken ben Katnis'in yanına varmıştım bile. Natalie de acı dolu bir yüz ifadesi ile Mel'in yanına gitti ve onu yerden kaldırarak bizim olduğumuz tarafa bir bakış attı. Ardından da ikisi birlikte marketin çıkışına doğru yürümeye başladılar. Bizi bırakıyorlardı, ama buna hiç şaşırmadım. Çünkü yüzlerindeki ifadeden bunun gerekli olduğunu anlamıştım. Furia tam üzerimize doğru geliyordu. Buna rağmen gayet sakin bir ses ile Katnis'e "Hey, selam. Ben yokken neler yaşadınız bakalım labirentte?" diye sordum. Katnis ise "Eh, ne diyebilirim ki, bir melez için normal zamanlardı." diye karşılık verdi. Furia tam bize çarpacakken (ki bunun için pençelerini açmış bir şekilde geliyordu) ben sağa, Katnis ise sola doğru atladı. Sonuç olarak furianın çarptığı şey üst üste dizilmiş birkaç elma kasası oldu. İkimiz de hızlı bir şekilde ayağa kalkarken Katnis "Unutma, meyveleri yıkamadan yememek gerekir. Afiyet bal şeker olsun!" diye seslendi furiaya alaycı bir şekilde. Ardından da ikimiz de çıkışa doğru koşmaya başladık. Ben kendimi çıkış kapısının önüne atmayı başardım, fakat tam o sırada Katnis'in bayağı geride kaldığını fark ettim. Arkama baktım. Market çok dağılmıştı. Yerlerde meyveler, cipsler, çikolatalar, sebzeler, şekerlemeler, patlamış şişelerden dökülen sular, meyve suları, karkerler ve daha birsürü şey vardı. Ama Katnis yoktu. Nedenini kolayca anladım, zaten havada uçuşup tuhaf kanat sesleri çıkaran ve güzel genç bir kızı pençesine takmış olan çirkin bir yaratığı fark etmemek olanaksızdı. Sanırım furia akşam yemeğinde elma yerine bir Persephone melezi yemenin daha iyi olacağını düşünmüştü! | |
| | | Katnis Roselie Graham Persephone'nin Çocuğu
Mesaj Sayısı : 84 Kayıt tarihi : 23/06/11
| Konu: Geri: Eris'in Çağrısı (2) C.tesi Ağus. 13, 2011 1:14 am | |
| Katherina koşarak yanıma geldi. Onu tekrar ördüğüm için böyle sevinçli olabileceğimi düşünmemiştim hiç. "Hey, selam. Ben yokken neler yaşadınız bakalım labirentte?" diye sordu. Her zamanki umursamazlığım ile omuz silkerek "Eh, ne diyebilirim ki, bir melez için normal zamanlardı." diyerek karşılık verdim. Furianın üzerimize doğru geldiğini son anda fark ettim. Sanki Katherina ile bir anlaşma yapmışız gibi aynı anda ben sola Katherina da sağa doğru atladık. Furia elma kasalarına çarparken ben de "Unutma, meyveleri yıkamadan yememek gerekir. Afiyet bal şeker olsun!" diye haykırdım furiaya. Sesimden alaycılık damlıyordu adeta. Kat ve ben marketin çıkış kapısına doğru koşmaya başladık. Az önce market deposunda yediğim bir sürü abur-cubur ve içtiğim onca sudan sonra kendimi gayet enerjik hissediyordum. Bu yüzden Katherina ile birlikte koşmak hiç sorun olmadı. Fakat omuzumu kavrayan pençeleri ve bana yüklenen tuhaf ağırlığı hissettim. Gözlerimi birkaç kere kırpınca ise kendimi havada uçar halde buldum. Bacaklarımı ve kollarımı sallamaya başladım. Ama eğer daha fazla hareket edersem yere düşeceğimin farkındaydım, bu yüzden çırpınmayı kestim. Katherina'ya bağırmaya hazırlandım. Buna gerek kalmadan Kat kendini kapının yanına attı ve onun yanında olmadığımı fark etti. Gözleri marketi tarayınca ise beni gördü. Yüzünden aklındaki düşünceler okunuyordu. Hala elinde olan kılıcını daha sert bir şekilde kavradı. Uzakta olmama rağmen kılıcı kavrayan parmaklarının boğumlarının bembeyaz olduğunu görebiliyordum. Hızla market kasalarının aralarından geçip bir rafın arasına daldı. O sırada ben de (yoksa biz mi demeliyim, sonuçta beni taşıyan yaratık bir furiaydı) rafların tam tepelerinden geçiyordum. Katherina'yı rafların arasında gözden kaçırmamak için uğraştım ve ellerimle furiaya yumruk atmak için uğraştım. Aslında düşmek falan da istemiyordum, fakat kendimi durduramıyordum. Açıçası biraz da korkmuştum. Birden furia yavaşça alçalmaya başladı. Bunu yaparken öncekinden de hırıltılı ve acı dolu çıkıyordu nefes alış verişleri. Bir rafın üzerine gelince beni bıraktı. Yüzüm rafın tepesine çarpmasın diye ellerimle düşüşümü yavaşlatmaya çalıştım. İlk başta ellerim rafa çarptı, parmaklarım büküldü ve ardından da çenemin altında bir ağırlık ve acı hissettim. Ürkmüş bir tavşanın gözleri gibi iri iri açıldı gözlerim. Dizlerim alt katlardaki raflardan birine çarptı ve üzerine düştüğüm reyon ileriye doğru devrilmeye başladı. İyi ki de o tarafa doğru devrilmişti, yoksa ben reyonun altında kalıp ezilecektim. Ama bunun da kötü sonuçları olmadı değil. Yere çarpan reyonun titremesi bedenime de ulaştı ve midemi alt üst ederek iç organlarımı havada unutmuşum hissi verdi bana. Öksürdüm. Ağzımda inanılmaz derecede salgı vardı. Yere tükürünce bunların tükürükten çok kan olduğunu gördüm. Elimi ağzıma götürdüm, dudaklarımın kenarlarına kan bulaşmıştı. Galiba düştüğüm sırada yanağımı da dilimi de ısırmıştım. Hızla düştüğüm rafın üzerinden kalktım ve karnımda iğrenç bir bulantı olduğunu fark ettim. Çok sert çarpmış olmalıydım karnımı. Fakat o an aklımdaki tek şey Katherina idi. Onu bir kere bulmuştum ya, bir daha da kaybedemezdim. Rafın üzerinden atladım ve sendeleyerek tekrar yere düştüm. Ardından bir kez daha ayağa kalktım fakat bu sefer ayakta durmayı başarabildim. Furianın nerede olduğunu bilmiyordum, bir an için gözden kaybolmuştu sanki. Fakat çok yakında yine ortaya çıkacağını biliyordum. İşte bu yüzden Katherina'yı bularak hemen çıkmalıydık buradan. Birkaç reyon ötede küçük bir hareketlilik çarptı gözüme. Manzarayı o zaman gördüm, Katherina furianın karşısına dikilmiş, bir yandan ona bağırırken bir yandan da kılıcını sallayıp duruyordu. Saçları darmadağınıktı, sağ elmacık kemiğinin üzerinde furianın pençeleri ile açtığı bir kesik vardı. Bu şekilde çok asi ve dediğim dedik biri gibi gözüküyordu, ki normalde de öyleydi zaten. O tarafa doğru koşmaya başladım, bir yandan da bilekliğimi çıkarıp kılıca dönüşmesini bekliyordum. En sonunda furia ile Katherina'nın yanlarına vardığım zaman beni fark etmediler bile. Ama ben kendimi belli etmenin bir yolunu buldum. Havaya zıpladım ve kılıcım ile furianın pençelerinden birine bir çizik attım. Furia anında bana döndü ve "Persephone'nin kızı, sonun kötü olacak!" diye tısladı. Başımı evet anlamında sallayarak "Bunu en son söyleyen her canavar ölmüştü hatırladığım kadarıyla! Ondan öncekiler de öyle!" dedim alaycı bir şekilde. Bunu söylerken kılıcımı elimde çevirdim. Kılıcın kabzasının üzerindeki 'Bahar' yazısı çok güzel, yeşil, canlı ve parlak bir renk ile ışıldıyordu. Ama tehlike içinde olduğumu anlamam için bu ışıldamayı görmem gerekmiyordu. Furia üzerime doğru gelmeye başladığı sırada kendimi saldırı için karşılık vermeye hazırladım. Fakat furia bana varamadan yön değiştirdi. Şakınlıktan donup kaldım, neden böyle aniden fikrini değiştirmişti ki? Tamam, Katnis turtası falan olmak istemiyordum ama sonuçta furialar amaçlarından kolayca döndürülebilecek yaratıklar değillerdi. Furianın bana saldırmamasının sebebini o havada perendeler atarken sırtında savrulup duran şeyi görünce anladım. Şey kesinlikle çok cesurdu ve inanılmaz derecede sinirli görünüyordu. Şey acımasız görünüyordu. Şey dediğim varlık da tabii ki Katherina'ydı! Tuhaf bir şekilde öfkelenmiştim onu furianın arkasında savrulurken görünce. Ne halt etmeye furianın üzerine atlamıştı ki? Ne halt etmeye beni kurtarmaya çalışmıştı? Sinirli bir şekilde iç geçirdim ve çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Kriz geçirecektim neredeyse. Öfke nöbetine girecektim. Ne derseniz deyin, çıldıracaktım lafın kısası. Katherina orada savrulmayı hak etmiyordu. Ben burada bu halde olmayı hak etmiyordum. Nat bacağının kırılmasını hak etmiyordu. Mel ise bizi kesinlikle savunmak zorunda değildi. Bizi bırkıp gidebilirdi labirentte, ama gitmemişti, cesurdu. Tanrılar ne demeye bizi böyle durumlara düşürmüşlerdi ki? Kılıcımı daha da sıkı kavradım ve furianın alçalmasını bekledim. O yeteri kadar alçalınca da kanatlarının arasına bir çentik attım. Furia dengesini kaybederek yere yuvarlandı. Katherina da onunla birlikte tabii. Ama o furiadan daha çabuk toparlandı. Yanıma doğru koştu ve kolumdan tuttuğu gibi beni marketin çıkış kapısına sürüklemeye başladı. Böyle yaparken de bir yandan kılıcını yüzüğe dönüştürüp parmağına geri taktı. Hemen ardından ise bilekliğini çıkardı. Bilekliği bir ok ve yay takımına dönüşürken o beni sürüklemeye devam ediyordu. Furia düştüğü yerden aniden havalanınca içimden "Eyvah!" diye geçirdim. Katherina ise umursamadı, oysa ki farkında olduğundan emindim. O sadece beni sürüklemeye devam etti. En sonunda market kapısının önüne geldik. Ben tam "Kat, furia!" diye bir uyarı çığlığı atacaktım ki Katherina arkasını döndü, yayını gerdi, oku yerleştirdi, hedef aldı, bedenini kastı ve oku serbest bıraktı. Hakkını vermek gerek doğrusu, ok tam yerini, furianın göğsünün ortasını vurdu. Furia birden toza dönüşüp patlarken ben şaşkınlık ile ağzımdan bir ses çıkardım. Bundan sonra da Kat "Dirilmesi uzun sürmeyecek, gidelim buradan." dedi. Ardından da beni yıkılmış ve market olmaktan çıkmış binadan çıkardı ve binanın arkasına, Mel ile Nat'in yanına götürdü. | |
| | | | Eris'in Çağrısı (2) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|