Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Theodor Aquila Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 710 Kayıt tarihi : 30/10/10
| Konu: Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 Paz Tem. 10, 2011 6:52 am | |
| Sıcak... Aşırı sıcak... Apollon aşkına, bu güneşin ne sorunu vardı bizimle? Ayrıca ben Apollon'un çocuğu olarak bu kadar etkileniyorsam ondan, kim bilir diğerleri neler çekiyordu. Bütün gece bir o yana, bir bu yana dönmüştüm. Serinlemek için pencereyi açmıştım ve rüzgar Tanrısı Boreas'ın da tembellik yaptığını fark etmiştim. Zaten şu üfürükçü Tanrı ok atmak istediğimde tüm gücüyle rüzgar çıkarırken serinlemek istediğimde dudaklarını aralamıyordu bile. Ona üfürükçü dediğime kızmış olacak ki, ani bir rüzgar çıktı ve pencerem kapandı. Rüzgarı yakalamak için pencereyi açmaya çalıştım ama nafile... Artık ilahi varlıklara üfürükçü, balıkçı -bunu bir görev sırasında Poseidon'a çok kızdığım için demiştim ve karşılığında bir iki hafta yıkandığım halde temizlenememiştim- gibi takma adlar kullanmaktan vazgeçmenin zamanı gelmişti. Sonunda Antik Yunanca birkaç küfür savurup uyumaya dönmüştüm. Sabaha karşı artık pes etmek üzereyken üzerime bir ağırlık çökmüştü ve hemen uykuya dalmıştım. Şimdi bu nedenle geç kalkmıştım. "Bir dakika, geç mi kalktım?" diye bağırdım ve yatağımdan zıpladım. Saate baktığımda çoktan on buçuk olduğunu fark ettim. Normalde bu saat bana hiç gelmezdi, ama Melez Kampı'nda geçirdiğim on yılı aşkın sürede her temizlik günü saat yedi buçuk olduğunda ayağa kalkıp bütün kardeşlerimi uyandırmaya çalışıyordum. Yeni bir maceradan dönmüş olduğum için çok yorgun olmama ve New York'taki evime gidip uyumak istememe rağmen Amanda'dan aldığım İris mesajı nedeniyle hemen Kamp'a gelmiştim. Mesajda ertesi gün temizlik denetlemesi olduğunu ve gelmezsem beni Gigantlara yem edeceğini söylemişti. Aslında zaten birkaç Gigantla yüzleşmek zorunda kalmıştım ve hayatta kalmayı da başarmıştım. Fakat Amanda'nın bulacağı Gigantlar beni tek vuruşta sinek gibi ezebilirlerdi. Bu yüzden koşarak olmasa da eski model arabalarımdan biriyle Kamp'a gelmiştim. Çünkü daha önce Kamp'a en son çıkan modellerle gelince yeni gelmiş olan melezlerin akınına uğruyordum. Buna rağmen yine birkaç yeniyetme gelip benimle konuşmaya çalışmışlardı. Güneş gözlüklerimin üstünden onlara baktığımda -biraz da güneş ışınıyla- hemen ortadan kaybolmalarını sağlamıştım. Hatıralara daldığımı fark ederek silkelendim ve aklımı daha önemli şeylere, mesela Ange'in nasıl beni kaldırmadığına hayret etmeye, çektim. Acaba beni uyandırmaya çalışmışlardı da ben mi fark edememiştim? Yok canım, kulübemde hayalgücü çok iyi çalışan kardeşlerim beni uyandırmak için harika bir yol bulurlardı elbet. Bu yüzden başlarına bir şey mi geldi diyerek hışımla odamdan çıktım. Ange'in odasının önüne geldim ve kapıyı birkaç defa tıklattım. Cevap almayınca defalarca vurdum. Sonunda dayanamayarak "Ange içeri giriyorum. Umarım sadece uyuyorsundur." diye bağırdım ve içeri daldım. İçeride yeller esiyordu. Demek Boreas'ın bana bir gıcığı vardı. O sırada sesimi duyan bir kardeşim odaya gelmişti. Ona Ange'i görüp görmediğini sordum, o da kafasını hayır anlamında salladı. Bunun üzerine hızla Amanda'nın odasına gittim ve onun da yeni uyanmış olduğunu fark ettim. Amanda'yı telaşlandırmamak için 'belki Ange'i ekmek almaya göndermişsindir diye merak ettim de' gibi bir ses tonuyla "Günaydın kardeşim. Bugün temizlik günü ve Ange ortalarda yok. Burnuma kötü kokular geliyor, sen onun nerede olduğunu biliyor musun?" dedim. Amanda bir an duraksadı ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı. | |
| | | Amanda Sylise Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 31 Kayıt tarihi : 04/07/11
| Konu: Geri: Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 Çarş. Tem. 13, 2011 7:33 am | |
| Gördüğüm rüyanın etkisindeydim hala. Binlerce yıl bir boşluğun içinde sürekli bir koşturmaca içindeydim. Haliyle bu rüyaları sık sık görmem normaldi sanırım. Hala aynı şeyin başıma gelmesinden korkuyordum. Hatta şu an için en büyük korkum oydu. Tekrar o deliğe tıkılıp kalmak... Ah, düşüncesi bile o kadar berbattı ki. Kardeşim sayesinde kurtulmuştum. Tam 3500 yılın ardından! Bir daha ki sefere bu kadarda şansım olmayabilirdi. Bu yüzden uzun bir süre kendimi tehlikelere atmamayı planlıyordum. Hala üzerimde yılların yorgunluğu vardı. Hiç yaşlanmamıştım. Hala 26 yaşındaydım. Ancak ruhumun çok yaşlı olduğu da bir gerçekti. Hatta bir çok konuda da geri kalacağımın farkındaydım. Ben yokken o kadar çok şey değişmiş ki. Çok çok geri kalmıştım bu yüzden. Edward yardımcı oluyordu birçok konuda bana. O olmasaydı hiç alışamazdım buraya. Bu kampa geldiğim yüz melez bile yoktu. Şimdi ise bine yaklaşmıştı. Çok geriydim çok... Evlenenler, hatta çocuğu olanlar bile vardı. Bunları düşündükçe kederleniyordum. 3500 yılım boşa gitmişti! Yataktan yavaşça kalkarak penceremin önüne dikeldim. Rüzgarın biraz esmesini bekliyorum. Ancak güneşin çocuğu olduğum halde sıcaktan erimek üzereydim.
O sırada içeriye Teo girdi. "Günaydın kardeşim. Bugün temizlik günü ve Ange ortalarda yok. Burnuma kötü kokular geliyor, sen onun nerede olduğunu biliyor musun?" dedi. Bugün yapacağımız temizliği tamamen unutmuştum. Ange'nin bunu unutmasına imkan yoktu. Nerelere kaybolmuştu böyle? Başımı hayır anlamında salladıktan sonra ''Saat kaç ki?'' diye sordum. Aldığım yanıtsa beni dehşete düşürmüştü. Saat on buçuk olmuş! Benim bu saate kadar uyumam imkansızdı. Her zaman için sabahın altısında ayakta olurdum ve spora çıkardım. Üstelik böyle sıcak bir havada nasıl bunca saat uyuyabilmiştim? İşte şimdi telaşlanmaya başlamıştım. ''Ah, hemen temizliğe başlamalıyız.'' dedim kendi kendime. Teo'yu da yanıma alarak banyoya gittim. Bütün temizlik eşyaları orada duruyordu. Ben temizlik bezlerini ararken Teo'nun da Edward'ı dışarı atması gerekiyordu. Ona sadece baktım. Hemen anladı. Edward o kadar tembel biri ki herkes onun bu huyundan vazgeçemeyeceğinden emin. Temizlik yapmaz, dahası bize de yaptırmazdı. Ve Ange her ne neredeyse geri dönünce deliye dönerdi. Aylak liderimizin ne yaptığını merak ediyordum. Odasına daldığımızda uyuduğunu gördük. Niyeyse ikimizde pek şaşırmamıştık. Onu uyandırmak için değişik bir yöntem denemeyi düşünüyordum. Ayağından çekerken ''Aylak lider iş başına!'' dedim. Ama yok böyle bir miskinlik. Duymadı bile. Onu Teo'ya bıraktıktan sonra tekrar banyoya döndüm. Temizlik malzemelerinin hepsini salona götürdüm. Nereden başlamam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum. Temizlik konularında iyi sayılırdım. Ama koca kulübeyi de tek başıma temizlemeye hiç niyetim yoktu. Bunun için bir an önce Ange'nin gelmesini umuyordum. İlk iş olarak kirlileri çamaşır makinesine atmaya karar verdim. Perdeleri sökmek için merdivene çıkmam gerekiyordu. Tabi pek duyarlı kardeşlerim olmadığı için bu işi tek başıma yapacaktım. Sanırım en duyarlı kardeşim Teo'yken en tembel de Edward'dı. Teo şimdi Edward'ı uyandırmak için uğraşıyordu. Ne yalan söyleyeyim bu iş biraz zorlu geldiği için ona yıkmıştım. Perdeler bir önceki temizlikte yıkanmamış olacak ki çok tozlu gözüküyordu. Merdiveni hızla çıktıktan sonra aynı hızla bütün perdeleri söktüm. Onları çamaşır makinesine atarken Teo'nun ne alemde olduğunu merak etmiştim. Edward ile konuştuklarını duydum. | |
| | | Julia Fackrell Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 482 Kayıt tarihi : 15/02/11
| Konu: Geri: Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 Perş. Tem. 28, 2011 2:00 am | |
| Birinin odama girip yüzüme ışık tutuğunu fark ettim ve yarı uykulu bir şekil de söylenerek doğruldum ve etrafıma baktım. Birisi yüzüme ışık tutmuyordu, sadece Amanda perdelerimi sökmüştü ve Kev hakkında söylenerek dışarı çıktı. Güneşe baktım ve doğruldum gözlerimi ovuşturarak yerdeki gölgelere ve yönlerine baktım. Odam da hiç saat yoktu çünkü gölgelere bakarak saatin kaç olduğunu anlayabiliyordum. Fakat bir yanlışlık olmalıydı çünkü gölgelerin yönüne göre saat on buçuk olmalıydı. Hemen yataktan fırladım ve kafamı odadan dışarı çıkarıp koridordaki saate baktım. Evet, gerçekten de saat on buçuktu. Hemen temizliğe başlamalıydım. Fakat Neden Ange temizlik için uyandırmamıştı, gerçi ortalıkta da görünmüyordu. Bende koridorda konuşan Kev ve Teo’ya bağırdım. "Hey! Ange Nerede?" Teo yanıma geldi ve "Nerede olduğunu bilmiyorum sabah uyandığım da yoktu..." dedi ve gitti ben deodama döndüm ve temizliğe başladım.
Önce yatak çarşaflarını değiştirdim ve kirli çarşafları banyoya götürüp çamaşır makinesine tıktım. Sonra banyodan bir kaç temizlik malzemesi aldım ve odama geri döndüm. Temizlik malzemelerini bir kenara koydum ve gar dolabımın kapağını açtım önce üstümü değiştirdim. Sonra temiz, kirli kıyafetleri ayırdım ve gar dolabımı topladım. Ardından kirlileri banyoya götürüp çamaşır makinesine tıktım ve odama geri döndüm. Elime bir çöp torbası alıp odadaki ve çöp kutumdaki çöpleri büyük çöp poşetine doldurdum. Ardından çalışma masamdaki çöpleri toplayıp, masayı toparladım ve bir temizlik bezi ile sildim. Sonra büyük çöp poşetini dışarı çıkardım ve odama geri döndüm. Elime bir vileda alıp yerleri silmeye başladım. Yerleri silme işi bitince camın kenarındaki koltuğa oturdum ve yerlerin kurumasını beklerken elime bir toz bezi alıp camları silmeye başladım. Camları sildikten ve yerler kuruduktan sonra bir şey unuttum mu diye etrafıma baktım ve o an büyük ve dağınık kitaplığımı gördüm. Hemen tüm kitaplarımı ve diğer şeyleri(biblo, takı kutusu, makyaj malzemesi... vb.) indirip yere dizdim ve kitaplığı silmeye başladım. Kitaplığı sildikten sonra elime bir toz bezi alıp yere oturdum ve kitaplığımdan indirdiğim tüm kitap ve diğer şeylerin tozunu almaya başladım. Bu işte bitince; Önce tüm kitaplarımı boy sırası ile dizdim, ardından diğer şeyleri düzenli bir biçimde yerleştirip odadan çıktım.
Odamdan çıkıp odasın da mı diye bakmak için Ange’nin odasına gittim. Ange'nin odası topluydu çünkü Ange her gün temizlik yapardı. Fakat odasın da değildi. Onun için endişelenmiştim odaya baktım ve "Neredesin Ange?" dedim. Ardından oradan çıkıp hala uyanmamış kardeşlerimi uyandırmaya gittim... | |
| | | Ange Morgan Lamartine Apollon'un Çocuğu/Kulübe Denetleyicisi
Mesaj Sayısı : 1353 Kayıt tarihi : 18/08/10
| Konu: Geri: Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 Perş. Ağus. 04, 2011 11:27 pm | |
| Yatağımdan fırlayarak kalktım. Ama bacaklarım beni taşıyamadığından tekrar yatağıma çöktüm. Ayaklarım sızlıyordu. Çoğu zaman toplu olan odam şimdi yorganımın yere yığılmasıyla bana daha da dağınık görünmüştü. Ama ellerimi hissedemiyordum. Eğilip alacak gücüm bile yoktu, sanki bütün gücümü emip almışlardı vücudumdan. Terlerim şakaklarımdan aşağıya akıp yanaklarıma iz bırakarak geçiyor oradan da henüz daha çıkarmadığım turuncu 'MELEZ KAMPI' tişörtüme damlıyordu. Dün gece geç saatte kulübeye dönmüştüm ki çoğu zaman akşam uyumayan kardeşlerim bile salonda sızmışlardı. Üstümü değiştirmeden kendimi yatağıma atmıştım. Aslında önemli noktalar bunlar değildi, çoğu zaman böyle geçiriyordum zaten günlerimi ama asıl önemli olan o kadar geç saatte gelmeme rağmen güneş doğmadan uyanmamdı. Beni sinir eden nokta ise, gördüğüm rüyayı hatırlamıyor olmamdı. Bir rüya görmüştüm, bunu biliyordum. Aslında rüyadan çok bir kâbusu andırıyordu bana ne kadar uğraşsam da hatırlamıyordum. Terliklerimi ayağıma geçirip bütün kuvvetimi toplayarak ayağa kalktım. Terliklerimi yerde sürüyerek yürüyordum ki çoğu zaman bundan nefret etmeme rağmen şimdi yapmam garipti. Odamda dolabıma asılmış aynanın önünde durdum. Sarı saçlarım sanki içinde bir baykuş ölmüş gibi dağılmış ve havaya kalkmıştı. Gözlerimin altı şişmiş ve kocaman siyah torbalar halini almıştı. Üstümdeki tişörtle kot pantolondan bahsetmeme gerek bile yoktu sanırım bu görüntünün en güzel görünen tarafı onlardı. İçimi çekip elimi kaldırdım ve saçlarımda gezdirdim. Ama inmeyecekleri anlaşılıyordu. İçimi çekip odamın kapısına doğru yürüdüm ve banyoya ilerledim. Sanırım, erken kalkmanın en güzel yanı banyoda hiç sıranın olmaması olacaktı. Sessizce banyoya süzülüp kapıyı arkamdan kilitledim. Soğuk su bedenimi rahatlatmıştı ve saçlarımı azda olsa indirdiğini umuyordum.
Banyodan çıktığımda güneş doğmak üzereydi. Kampı aydınlatan kızıl ışık insanın içini rahatlatıyordu. Derin bir nefes aldım. Ardından aklımdan süper bir fikir geçti. Hemen odama gidip üstümü değiştirdim. Göz ucuyla yatağımın yanında duran ok çantama baktım. Genelde ok çantam olmadan bir yere gitmezdim ama şimdi sadece kampta uykum açılana kadar dolaşacaktım. Bileğimdeki lastik tokayı çıkartıp saçımı dağınık bir şekilde topladım. Ayaklarıma spor ayakkabılarımı geçirip parmak ucuma basıp gürültü çıkarmamak için uğraşarak kapıya ilerledim. Şimdi bu saatte bütün kardeşlerimi yataklarından kaldırıp temizlik yapmaları için teşvik etmeye çalışırdım ama biraz uyumak onlarında hakkıydı, değil mi? Kendimi dışarı atar atmaz Melez Kampı’nın bildiğim yollarını ezbere yürümeye başladım. Kafamı yere eğmiş, temiz havanın rüyamı bana hatırlatmasını bekliyordum. Kafamı kaldırıp ileriye baktım ve ormanın girişinde olduğumu o zaman fark ettim. Hemen yerimde durdum. Oklarım yanımda yoktu ve ormanda gezinen canavarları biliyordum. Ama fazla uzaklaşmazdım yinede ormana savunmasız girmek hiç hoşuma gitmiyordu. Derin bir iç çekip arkama baktım. Kulübeden oldukça uzaklaşmıştım ve şimdi geri dönmekte zor geliyordu. Yavaş adımlarla ormana girdim, geçtiğim her adımı kontrol ederek ilerliyordum. Durum böyle olunca gezmenin de pek bir anlamı kalmamıştı ayrıca oklarım olmadan kendimi son derece savunmasız hissediyordum. Böyle bir şeyi ancak ben gibi zeki birisi yapabilirdi zaten. Tam geri dönüp kulübeye doğru ilerlemeye karar vermiştim ki, arkamda oynayan gölgeyi fark ettim. En yakınımdaki ağacın arkasına düşünmeden attım kendimi. Karaltı yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.. Ve sonunda sivri dişlerini görebileceğim kadar yakınıma geldi. “Harika.” Diye mırıldandım. Ama aynı zamanda içim Lanet Olsun, diye çığlık atıyordu. Harpya Yemi olacaktım.
Geri geri ilerleyip ağacın arkasından dönmeyi oradan da kulübeye gitmeye karar verdim. Tabii, koşarak.. Gözlerimi henüz daha beni bulamamış zekâ özürlü harpyaya diktim. Etrafına bakınıyor ve beni görmeye çalışıyordu. Birden bileğime bir şeyin dolandığını ve uçarak yere düştüğümü fark ettim. Ardından sırtım keskin bir acıyla yanmaya başladı. Dudaklarımı araladım ve dışarı bir inleme çıktı. Ne kadar sırtımdan başka bir şeyin umrumda olmadığını bilsem de Harpyanın bana sürünerek yaklaştığını ve ölümümün her zamankinden daha yakın olduğunu hissediyordum. Ah, lanet olsun. Dışarı silahsız çıkıp ormana giren ilk gerizekalı melez ben olmalıydım. Bütün kardeşlerimi çok özleyecektim. Teo, Kev, Tiff, Edward, Jul, Mark, Leo ve diğer hepsi… Gözlerimi aralayıp üzerime eğilen harpyaya baktım. Gözlerimi tekrar sımsıkı kapatıp bir yerlerime gelecek bir acıyı bekledim. Birden aklıma babam geldi. Ona dua edersem belki bir şansım olabilirdi, değil mi? Ama bu sefer bütün hepsine dua edecektim. “Lütfen,” dedim sırtımdaki acı nefes alışımı zorlaştırıyordu. “ Bana yardım edin. “ ama harpyanın çirkin nefesini sıratımda hissedecek kadar bir süre hiçbir şey olmadı. Ah, sonunda ölecektim. Hem de savaşamadan!
Birden Harpyanın nefesinin üzerimden uzaklaştığını ve birisinin arkamda durduğunu hissettim. Aceleyle gözlerimi açtım ve düştüğüm yerden doğruldum. Karşımda bir Tanrıça duruyordu. Onu tanımamam mümkün değildi, daha önce karşılaşmıştık ve bana çığlık atan bir çiçek hediye etmişti. Yanımdaki ağaca tutunup kendimi yukarı çektim ve kaburgalarımdaki çığlığı yok sayarak Tanrıça Demeter karşısında eğildim. “ Yardım istediğini duydum, Ange.” Ah, sesi daha önceki gibi yumuşaktı. “Geldiğiniz için teşekkürler Tanrıçam,” diye mırıldandım. Sırtımı dikleştirip ağaca yasladım. Gözlerimle etrafı taradım daha önce bana saldıracak olan harpyadan eser yoktu şimdi. “Benden istediğin nedir?” diye sordu Tanrıça Demeter. Gözlerimi onun gözlerine dikerek sırtımdaki acının yüzüme vurmamasını umut ettim. “Beni kulübeme gönderir misiniz Tanrıçam? Bugün temizlik günü ve…” yutkunup devam ettim. “Ve kardeşlerim merak etmişlerdir. “ Başını salladı, bir elini yukarı çıkardırıp şıklattı ve havada bir çiçek belirdi. “Bunu al Ange, temizliğiniz için yardımı dokunabilir.” Havada süzülen çiçeği yakalayıp kollarımın arasına aldım. Sarı ve kırmızıdan oluşan bir çiçekti. Kucağıma alır almaz kokusunu duymuştum, fark etmemek imkânsızdı. “Ve,” dedi Tanrıça Demeter, o seslenene kadar çiçeğe kafamı gömüp kokladığımı fark etmemiştim. Kafamı kaldırıp Tanrıça’ya baktım. Şimdiden sırtımdaki acı katlanılabilir düzeydeydi. “ Yaralardan pek anlamam Ange ama sanırım yardım edebilirim.” Bir kez daha elini şıklattı ve bu sefer baktığım yer ormanda Tanrıça’nın suratı değil, sarıya boyanmış kulübemin kapısıydı. Ve garip bir şekilde sırtımdaki acıyı hissetmiyordum. Kucağımdaki çiçeği düşürmemeye çalışarak kapıyı açtım ve içeri girdim. Kardeşlerim çoktan temizliğe başlamış deli gibi kulübenin içinde oradan oraya koşturuyorlardı. Birden Teo’nun kafası mutfaktan çıktı. “Kokuyu sadece ben mi duyuyorum?" ardından Edward arkasından dışarı çıktı ve göz göze geldik. Yüzümde bir gülümsemeyle bağırdım. “Hey, ben geldim!” birden bütün kardeşlerim hepimizi ortak kullandığı oturma odasına toplandı. “Hey bu kokuda ne?” diye sordu Leo. “ Demeter verdi.” Dedim çiçeği havaya kaldırarak. “Bunu anlatmalısın.” Teo’nun sesi mutfak kapısından geliyordu ve onun sesini anlamak için bakmama gerek yoktu. Onun sesini nerde olsa tanırdım. Tam ağzımı açmıştım ki arkamdan Tiff bağırdı. “Tanrım, orayı daha yeni silmiştim!” çamura batmış spor ayakkabılarımla durduğum yeri işaret etti. Dudağımı ısırdım ve kucağımdaki çiçeği Julyet’e verdim. Tiff’in beni dışarı fırlatacakmış bakışını atlatmaya çalışarak spor ayakkabılarımı ayağımdan çıkardım ve dışarı attım. “oldu.” Dedim gülümseyerek. Nedense yüzümdeki gülümsemeyi bir türlü bırakamamıştım. “Üstünü de değiştir.” Amanda yanıma gelmiş spor ayakkabılarımdan pek bir farkı olmayan turuncu ‘MELEZ KAMPI’ tişörtümü işaret etti. “Ups…” dedim ben odama doğru ilerlemeyi çalışırken arkamdan Teo kardeşlerimize talimat vermeye başladı. "Çiçeği masaya koyup temizliğe devam edelim. Zamanımız az kaldı." odamın kapısını kapatıp üstümü değiştirdim ve kirli çamaşırlarımı kirli sepetine atmak için banyoya ilerledim. Kapıyı açar açmaz Kev’in “Hey!” diye bağırması bir oldu. Kev elindeki büyük güneş arabası şeklindeki sabunu banyoya yerleştirmeye çalışıyordu. Ama asıl beni güldüren o değildi. Kev’in üstünde beyaz atleti altındaysa gri eşofmanı vardı. Eşofmanının paçalarını sıvamıştı ve böyle alışık olduğumuz Kev görüntüsünden çok farklıydı. Çamaşırlarımı sepete çıkıp dudağımı ısırdım. Kev bana kötü bir bakış fırlatıp beni itekleyerek kapıyı kapattı. “Ama…” diyecek kadar vaktim oldu ama o zamana kadar kapı suratıma kapatılmıştı bile. İçimde büyüyen kahkahaya engel olamayıp ağzımı açtım ve banyonun önünde gülmeye başladım. Birden banyonun kapısı açıldı ve elinde bir kova suyla Kev göründü. Yüzünde kurnazca bir gülümseme belirdi. O anda ne yapacağını anladım. “Kev bunu yapma.” Kev’in gülümsemesi daha da büyüdü ve elindeki kovayı kafamdan aşağıya boşalttı. Ardından “İntikam tatlıdır.” Diye bağırdı. Ona kötü bir bakış fırlatmaya çalıştım ama aynı anda kahkahalarla gülmeye başladık. “ Hey siz!” diye bağırdı Tiff oturma odasının kapının yanından. “ Ben oraları daha yeni silmiştim.” Alt dudağımı ısırdım, Tiff koca bir viladayla üstümüze doğru gelirken Kev’le birbirimize göz kırptık ve o banyonun kapısını kapatırken bende odama kaçtım. Tiff arkamızdan söylenmeye başladı. Üstüm sırılsıklamdı ama bu sefer üstümü değiştirmeyecektim. Ben güneşin kızıydım değil mi? Ben ve kardeşlerim her zaman ışıldar ve ısı saçardık. Üstümün çok geçmeden kuruyacağından emindim. Odamın kapısını kapatıp genelde düzenli olan odama baktım. İçimi çekip dolabıma doğru ilerledim.
Her temizlikte yaptığım gibi bütün kıyafetlerimi döktüm ve kırışık ve kirli görünenleri yatağıma fırlattım.İçimi çekip bir süre düzgün yatağımın üstüne fırlatılmış kıyafetlere baktım. Odamın diğer tarafındaki bezi kaptığım gibi boşalmış dolabımın içinde bir toz damlası kalmayacak şekilde temizlemeye başladım. Hayır, toz kalmamalıydı. Dolabımın içine girip üst tarafını da temizledim ve ardından kendimi dolaptan dışarı attım ve yatağımın üstüne yığılmış kıyafetleri renk sırasına göre katlayıp dolaba tekrar yerleştirdim. Gözüm ok kılıfıma ilişti. Bundan sonra, nereye gidersem gideyim onu yanımdan ayırmayacaktım. Yatağımın yanındaki masaya ilerleyip üstündeki saçılmış kağıtları topladım ve çekmeceme düzgün bir şekilde yerleştirdim. Masanın da tozlarını alıp kalemliğimi düzelttim ve kitaplığıma ilerledim. Evet, ne kadar kitaplık sahibi olsam da içinde kitaptan çok dergi vardı. Ne diyebilirim? Dergi okumayı seviyordum. Dergilerin hepsini yatağa döküp boş kalan rafı sildim ve ardından dergileri sayı numaralarına göre tekrar düzenledim. İçimi çekip odama baktım. İdare ederdi. Birde yerleri viladayla silsem tamamen mükemmel olacaktı. Hemen odamdan dışarı çıkıp boşta duran bir vilada kaptığım gibi odama getirdim. Viladayı kaldırıp suyunu iyice sıktım ve odamın içinde toz içinde duracak hiçbir yer kalmayana kadar sildim. En sonunda viladayı suyuna tekrar yerleştirince içinden simsiyah sular fışkırdı. Üstüne her şeyin yığılmasıyla dağılmış yatağımı tekrar toplayıp kendimi yatağımın üstüne attım. Bütün kaslarım ağrıyordu ama daha işim bitmemişti. Yatağımdan doğruldum ve simsiyah suyu dökmek için banyoya gittim. Kev buradaki işini bitirmiş ve banyo pırıl pırıl parlıyordu. Simsiyah olan suyu tuvalete döktüm, su dönerek kayboldu. Viladanın içine temiz bir su koyarak bir kardeşimin ihtiyacı olacağını varsayıp banyonun kapısının önüne yerleştirdim. Artık dayanamayarak ayaklarımı sürüyerek oturma odasına ilerledim. Neredeyse bütün kardeşlerim oradaydı ve hepsi bir yerlere dökülmüştü. Boş olan bir koltuğa yığılmadan önce kendini yere atmış Mark’a baktım. “Mark, benim için, kirli çamaşırları çamaşırhaneye götürür müsün?” Mark inleyerek ayağa kalktı. “Tamam Ange,” diye mırıldanıp banyonun orda gözden kayboldu. Kendimi boş koltuğa attım. “Sanırım ölüyorum.” | |
| | | Alexandra Bethany Daniels Afrodit'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1854 Kayıt tarihi : 05/09/10
| Konu: Geri: Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 Paz Ağus. 07, 2011 12:08 am | |
| | |
| | | | Güneş'i Kamp'a İndirdik! ~ Denetleme 15 | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|