Karnım gurulduyordu. Resmen karnım gurulduyordu. Nasıl hala aç olabilirdim ki? Kahvaltıdan kalkıp kulübeme girdiğim anda, tekrar acıkmıştım. Saçma bir şeydi, evet, ama bu midemi ilgilendirmiyordu anlaşılan. Kendi kendime söylenerek mutfağımıza gittim ve yiyeceklerin durduğu dolabı açtım. Bütün besin maddelerini tek tek elden geçirdikten sonra, hiç birinin yemek istemediğime karar verdim. Sonra bir an gözüm bir kasede duran meyvelere takıldı. Kendi kendime konuştum, "Umarım burada sevdiğim bir meyve vardır. " Bütün kaseyi inceledikten sonra, canımın çilek çektiğine karar verdim. Kasede olmayan tek meyveydi herhalde. Daha sonra aklıma bir fikir geldi ve gülümsedim, "Kasede olmaması, tarlalarda olmaması anlamına gelmiyor. Pekala o zaman, bir kaç çilek aşırsam bir şey olmaz." Mutfaktan çıkıp sessizce kapıya doğru ilerledim. Yakalanmak istemiyordum. Tam kapının kulpunu tutmuştum ki, arkadan gelen sesle irkildim, "Rea? Nereye gidiyorsun?" Ah. Kardeşim. Timmy. Haince sırıttım. "Düşündüm ki, çileklerin ilgiye ihtiyacı vardır. " Tim hızlıca yanıma geldi. "Ben de geleceğim. Ama yakalanmazsak iyi olur!"