Birinci etapta üç oyun oynayıp ikinci etaba geçmiştik. Tabii bu o kadar kolay olmamıştı. Her oyun birbirinden zordu. İkinci etaba kalmak beni çok mutlu etmişti ama bu oyuna daha fazla devam etmek istemiyordum. Tanrılar Oyunu bana göre değildi. Elenmeyi her şeyden çok istiyordum. Belki babamın ve kardeşlerimin güvenini boşa çıkaracaktım ama elimden gelen bir şey yoktu. Şu an tek isteğim bu oyundan elenmekti. 12 melezden 8 kişi kalmıştık. Her an, herkes elenebilirdi. Bu oyunda elenen ben olmak istiyordum. Birazdan ikinci etabın ilk oyununu oynamaya başlayacaktım. Oyun Kheiron’un dediğine göre; Hekate'yle İris'in oyunuydu. İki tanrıçanın ne yapacağını hiç bilmiyordum. Bir odaya gidecektik. İkinci oyundan sonra bu odalardan bile korkmaya başlamıştım. Meraklı bir ifadeyle bir odaya girdim. Odada gri renkli biyoloji laboratuvarlarda görülebilecek bir tezgâh vardı ve bu tezgâhın üzerinde yine aynı mekanda görülebilecek yedi tane tüp vardı. Bunların ne işe yarayacağını merak ediyordum. Çünkü tezgah, tüp falan şeyleri pek sevmezdim. Çok geçmeden görevimi oyunun sahibi tanrıçalardan öğrendim. İris ve Hekate bana sihrin rengini bulmam gerektiğini söyledi. Ancak burada hiçbir renk yoktu. Renkleri nasıl oluşturacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Odaya bir göz attım. Bir odada olabilen sıradan eşyalar vardı. Bir işe yarayacaklarını sanmıyordum. Renkleri nasıl oluşturacağımı düşünmeden önce sihrin rengini düşünmeye başladım. Çünkü bu çok daha mühim bir konuydu. Sihrin rengini bulmadan önce renk oluşturabilsem kaç yazar! Sihrin rengi ne olabilirdi? İlk aklıma bir Apollon kızı olarak sarı geldi. Sarı benim için hayat demekti. Dolayısıyla sihrin rengi sarı olabilirdi. Bunları düşünmemle güneşi düşünmem bir oldu. Sarı rengi olarak güneşin rengini düşünüyordum. Düşünmenin faydalı olmayacağını düşünerek gerçek hayata döndüm ve tezgaha baktım. Birden bir tüpün içinde sarı renkli bir sıvı belirdi. Tüpe baktım ve gözlerimi şaşkınlıkla açarak bunun nasıl olabileceğini düşündüm. Demek ki bir nesneyi düşünürsem o nesnenin rengini alıyordu tüp. Renkleri nasıl oluşturacağımı bulmuştum. Ancak tüpe alıcı gözüyle baktığımda sarının olmayacağını anladım. Sarı bence sadece neşeyi anlatıyordu ve sihir sadece neşeden ibaret olamazdı. Başka bir renk veya renkler olmalıydı. Beyazı düşündüm. Beyaz masumiyeti anlatıyordu. Mavi ise özgürlüğü, siyah asilliği, kırmızı ise savaşı hatırlatıyordu benim için. Her rengin kendine has bir duygusu vardı. Gökkuşağının renklerini düşündüm; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor. Ancak bu renkler içerisinde siyah yoktu ve bence kesinlikle siyah olmalıydı çünkü siyah bütün renkleri kapsardı. Beyaz da yoktu ve renklerin hepsi aslında beyazdı. Kafamı çalıştırıyordum. Sihrin rengi ne olabilirdi. Kısa bir süre daha düşündükten sonra sihrin rengi yapılan sihre göre değiştiğini anladım. Yani sihrin rengi renksiz olmalıydı ki sihre göre renk değişsin. Aklıma su geldi. Su renksizdi ve hangi rengin önüne koyarsanız o rengi alırdı. Aklımdan suyu hayal etmemle beraber bir tüpte su rengi yani renksiz bir sıvı belirdi. Tüpü aldım ve odada duran çiçeğin önüne getirdim. Tüp aniden yeşil oldu. Gökyüzünün önüne getirdim bu sefer de mavi oldu. Aradığım rengi bulmuştum. Sihrin rengi anca anca bu olabilirdi. Tüpü elimde sımsıkı tutarak odadan dışarı çıktım. Aniden karşımda Tanrıça İris’le Tanrıça Hekate’yi buldum. Kendimden emin bir gülümsemeyle onlara tüpü uzattım. Tanrıça İris tüpü aldı ve baktı. Sonra Tanrıça Hekate “Oyun bitti!” dedi. Bu oyununda bitmesine çok sevinmiştim. Mutlulukla gülümsedim.