Ruh halime bağlı olarak
sanırım hayatımda pek çok şeyi değiştirmiştim. Davranışlarımı, kaldığım
evi, arkadaş çevremi ve bunlara benzer şeyleri ruh halime göre
değiştirmiştim hep. Şimdide çok sevdiğim mavi renginden kurtulup daha
böyle çiçekli, böcekli, canlı renklerden oluşan bir hanbok giymek
istiyordum. Bu bir çeşit çevremdekiler için uyarı olacaktı. ‘Dikkat!!
Çok neşesi vardır. Bulaşıcıdır’ anlamına gelecekti.
Yine küçük
adımlarla, çocukluğumdan beridir kıyafetlerimi hep diktirdiğim ve manevi
teyzem olan Soo Bin’e gidiyordum. Annemle taa onların çocukluğuna
dayanan bir dostlukları vardı. Tabii annem Soo Bin teyzeyi çok sevince
otomatik olarak bende seviyordum.
Dükkanın çevresini koruyan büyük
bir kapı vardı. Nedeni burası hem Soo Bin’in iş yeri hem de eviydi.
Kapıdan girdiğiniz ilk anda sizi, tamamıyla göze hitap eden üzüm
asmaları karşılıyordu. Benim gibi fazla uzun olmayan insanlar rahatlıkla
geçebiliyordu ama daha uzun boyluların – 1.75 veya 1.80 boyları
olanlardan bahsediyorum- eğilerek geçmesi gerekiyordu. İşte kısa boyun
faydaları.
Soo Bin konağın dışında bir çardak da oturuyordu. Beni
gördüğü an ayağa kalkıp bana doğru ilerlemeye başladı. Boynuma sarılıp
‘Ah Yue seni ne kadar özlemişim’ demesini beklerken
“Song Yue Jin!! Kaç gündür ziyaretime gelmiyorsunuz??!!! Veya kaç ay mı demeliyim??!!”
“Elbiseye ihtiyacım yoktu.” Dedim kırgın bir sesle.
“Hah!! Sadece elbiseye ihtiyacın olduğu için mi geliyorsun buraya??!!”. Tüh! Feci toslamıştık.
“Hayır… hayır tabi ki de öyle değil. Ama zamanım yoktu.” Sonlara doğru sesim fısıltıya dönüşmüştü. Elini yanağıma koyup
“Ah
benim unutkan kızım. Özletiyorsun kendini. Sert çıkmamın sebebi buydu. “
gözlerini bir an yere odaklamıştı. Böyle durumlarda hep annemi
düşünürdü. Bende elimi omzuna atıp onu dükkana doğru iteklemeye
başladım. Bir süre oturup sohbet ettik. Sonra Soo Bin teyze bize
papatya çayı getirmelerini istemişti. Gerçekten buradakilerin yaptığı
çayların tatlarını unutmuştum. Çayı getirip masaya koyduklarında burnuma
dolan koku inanılmazdı. Daha inanılmaz olanı çayın boğazımdan
geçişiydi. Mideme varana kadar nasıl ilerlediğini hissetmiştim. Fazla
zamanım olmadığını söyleyince yüzü asılmıştı ama yine de itiraz etmeden
bedenimin ölçülerini almak için işe koyuldu. Ölçü alırken hep kendi
kendine homurdanıp bir kağıda notlar alıyordu. Sonra çatık kaşlarla bana
dönüp
“Kilo almışsın.” Dedi.
“Ha… ne… anlamadım!!”
“Son geldiğinden beridir tahminimce bir üç kilo almışsın”. Üç kilo mu?? Hadi canım !!
“Üç kilo mu? Günlerdir doğru düzgün yemek bilene yemiyorum. Almış olmam imkansız.” Diye çıkıştım.
“Ölçümlerimden şüphe mi ediyorsun?” bu sefer sessinde kızgınlık vardı.
“Onu
demek istemedim. Ama yine de almam saçma geldi. Günde bir öğün yediğim
bilene hatta yemeği tamamıyla unuttuğum bilene oluyor”
“İşte. Bir
öğünlerde bir anda yemeğe saldırıyorsun ve fazla yiyorsun. Gün içinde de
ilgilenmen gereken işler olunca yemek yeme ihtiyacı hissetmiyorsun.”
“Yine de hala zayıfım.”
“Evet. Ama böyle devam edersen…” dedi yüzünden büyük bir sırıtış belirdi. Gözlerimi kısıp
“Öyle bir şey asla olmayacak. Bugünden itibaren düzenli ve dengeli besleniyorum.”
“Vaaay çok azimlisin.” dedi ve yarım ağız gülümsedi.
“Huyum kurusun. Ee hadi bitti mi?”
“Bitti.
Özellikle dikilmesini istediğin bir kumaş var mı?” gözlerimi ‘evet’
anlamında kırptım. Sonrada nedimelere getirmelerini söyledim. Kumaşı
görünce bir dokunup derin düşüncelere daldı, Soo Bin.
“Sen genellikle yeşil sevmezsin. Bu değişikliğin sebebi nedir??”
“Ruh halim bu aralar çok değişken. Bu yüzden pek giyinmediğim bir renk seçmek istedim. Belki düzeltir beni. “
“Belirli bir güne lazım mı?”
“Hayır.”
“İyi.
Birkaç güne hazır olur. O zaman gelir alırsın.” Benim gelip almamı
istemesinin nedeninin sadece beni bir daha göre isteği olduğuna dair
bahse bilene girebilirim.
Gülümsedim ve
“Çok zekisin, Soo Bin teyze. Hem de çok…”
“O
konuda biraz şüpheye düşebilirim, tatlım. İlk geldiğin gün hala
aklımda. Ne kadar güzel bağırıyordun?” dedi ve o sesli, gür, meşhur
kahkahalarından birini attı.
Evet, ilk buraya geliş anım pekte güzel
değildi. Annemin zoruyla, ağlayarak gelmiştim. Kadınlar ortamı
sevmiyordum. Hep dedikodu yapıyorlardı. Ha birde ‘aa bak şunun kızı
artık evlenme çağına gelmiş bir koca bulak şuna’ diye konuşmaları yok
muydu hatırladıkça küplere biniyordum. Ne kadar benim hakkımda olmasada… Annem
kapıdan içeri girerken ben verandaya oturmuş hıçkıra hıçkıra
ağlamıştım. Yine o sıkıcı konuşmalardan olduğunu düşünmüştüm. Bir süre
sonra içeriden kahkahalar gelince dikkatimi çekmişti. Kapıdan dinliyim
derken dengemi kaybedip kapının üzerine düşmüştüm. İçeride sadece annem
ve Soo Bin teyze vardı ve benim o halimi görünce daha çok gülmüşlerdi.
Sonradan bende onlara katılıp üçümüz birlikte gülmüştük. O günden
beridir buraya gelmek için hep bir zaman bulmaya çalışmıştım.
Gözüm açık pencereden gökyüzünü görünce
“Gitmeliyim.”
“Rahat misafir odalarım vardır. İstersen…”
“Üzgünüm ama kalamam. Yapmam gereken birkaç iş daha var.”
“Hep işin var zaten. Neyse ama bir gün dolu dolu sohbet edeceğiz.”
“Bir gün…”deyip dükkandan çıktım. O
küçük oğlan dışında pek dostum yoktu. Veya beni anlayan dostum yoktu
desem daha doğru olur. Soo Bin teyze ile konuşmak gerçekten bana iyi
gelecekti.