Long Island Kıyısı'nda oturmuş denizi izliyordum. Bir süreliğine rahatlamak için buraya gelmiştim ve işe yarıyordu da. Tenebroso da yanımdaydı. Cebimden çıkardığım birkaç küp şekeri ona verdim. Birden arkamdan gelen bir ses "Ne kadar da rahat. Deniz gibisi yok değil mi?" dedi. Hızla yüzüğümü çıkarıp arkamı döndüm. Önümde siyah saçlı bir kız duruyordu. Güzeldi, ama korkunçtu da. Ayrıca bana tanıdık geliyordu. Bir yerde karşılaşmış olabilir mirdik? Kız yüzünü buruşturarak "Çek şu kılıcı. Savaşmayı ve kavga etmeyi severim ama kendi kardeşimi atomlarına ayıramam." dedi. Kılıcımı indirmeden kaşlarımı çattım ve şaşkınlıkla "Eris?" diye sordum. Kız hırsla bana baktı ve "Penguene benzer bir yanım falan mı var? Tabi ki Eris'im!" dedi. Kılıcımı indirip umursamaz bir tavırla yüzüğe dönüşmesini bekleyip parmağıma geri taktım. Eris de bir süre sonra sakinleşti. "Buraya sık sık gelir misin?" diye bir soru yönelttim. Eris hayır anlamında başını salladı ve kurnazca sırıtarak "Truva'nın manzarası buradakinden daha güzeldi." dedi. Cevap vermedim. Kız kardeşim tarihteki en kanlı savaşlardan birine sebep olmuştu sonuçta ve bunun sevinilecek bir yanı yoktu. "Duyduğumu göre arkadaşın (Peh) Demeter kızı Melanie ile birlikte kamptan kaçmışsınız. E, amacınıza ulaştınız mı bari?" dedi Eris. Başımı evet anlamında sallayıp "Neyseki ulaştık. Kamp dışında geçirdiğimiz zaman biraz daha uzun olsaydı kendimi denize atıp Poseidon'a beni öldürmesi için yalvaracaktım." diye cevap verdim sorusuna. Eris'in yüzünde pis bir gülümseme belirdi ve "O zaman amacıma ulaşmışım." dedi. Gözlerimi iri iri açarak ona döndüm ve "Bunu sen mi yaptın?" diye haykırdım. Yüzündeki ifadeyi hiç bozmadan cevap verdi "Sadece Talih Tanrısı Fatum'un arkadaşına gösterdiği rüyaları birazcık çarpıttım o kadar. Başka bir deyişle sizin şehir şehir dolaşmanızı sağladım." Sinirlenmiştim. Biz neredeyse tam beş kere ölüyor, bir kere ise polise yakalanıyorduk. Emindim ki Eris durumumuzu izlerken kahklahalara boğulmuştu. Eris başını hayır anlamında salladı ve "Kahkaha atmadım. Sadece gülümsedim o kadar." dedi. Gülümsemek mi? Kendini ne sanıyordu bu kadın? Ah, unutmuşum, bir tanrıça. Yine de onun ne veya kim olduğunu umursayamayacak kadar sinirliydim. Bu yüzden kılıcımı tekrar çektim ve "Seni paramparça edeceğim." diye bağırdım. Her şey çok çabuk gelişiyordu. Benim gerginliğimi görünce Tenebroso da kişnedi. Tam üzerine atılacaktım ki Eris "Sanırım sana verdiğim hediyeyi beğenmedin." dedi. Bu söz duraksamama neden oldu. Kılıcımı indirdim ve "Biz seninle hiç karşılaşmadık." dedim. Eris "Ne kadar da değer bilmezsin. Hatırlamıyor musun yani?" diye sordu. Biraz düşününce anladım. Bana Lotus kumarhanesindeki takan insanı görünmez yapan kolyeyi o vermişti. Eris başını bana doğru çevirip "Nihayet anladın. Kolyenin gücünü şu ana kadar keşfetmiş olmalısın." dedi. Evet, keşfetmiştim. Kolyeyi cebimden çıkarıp üzerindeki desenleri tekrar, tekrar ve tekrar incelerken Eris de şu sözleri söyledi "Yardım etmek benim işim değil ama bir gün bu kolyeye ihtiyacın olacağını düşünüyorum." Sesi gittikçe inceliyor ve yok oluyordu. Başımı kaldırdığımda ise artık yanımda değildi. Tenebroso'ya dönerek "Sanırım kampa gitsek iyi olacak." dedim. Daha sonra ise Eris'le bir daha ne zaman karşılaşacağımı (Ya da karşılaşıp karşılaşmayacağımı) düşünerek kampa doğru yürümeye başladık.