Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Lorella Lel Mead

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lorella Lel Mead




Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 20/06/11

Lorella Lel Mead Empty
MesajKonu: Lorella Lel Mead   Lorella Lel Mead Icon_minitimePtsi Haz. 20, 2011 3:50 am

Dünya’ya ve tüm yaşantıma baş kaldırmak için seçmiştim bu yolu. Dönüşümü
tamamladıktan sonra bir daha acı çekmeyeceğimi düşünüyordum. İçimdeki sevgi,
azap, acı… Her ne varsa buharlaşıp gökyüzündeki bulutlara katılacaktı; en
azından ben öyle düşünüyordum.









İlk kurbanımdan zevkle beslenmemin
üzerinden pek geçmemişti, üç gün belki. Başıma geleceklerden habersizce,
umursamaz, dengesiz bir halde, önümü görmeden yürüyordum. Ara sıra adımlarım
sağa sola kayıyordu. Gece boyunca deli gibi içmiştim, umurumda mıydı sanki?
Midemin bulandığını hissedince bir elimi karnıma, diğer elimi iri bir ağacın
gövdesine koyup eğildim. Kendimi gür yapraklı ağacın dibine attım. İki elimle
başımı tutup baş dönmemin kesilmesini bekleyecektim. Suratımın tam ortasına
okkalı bir yumruk yemeseydim.









Yumruk, boşluğuma geldiği için beni
sarsmıştı. Sarhoş halimle tökezleyerek ayağa kalkıp savunma pozisyonuna geçtim.
Karanlıktı ama bu bir engel sayılmazdı. Ne de olsa biz karanlığın
yaratıklarıydık; insanların gecesi bizim gündüzümüzdü. Karşımda dikilen kişi az
önce bana yumruk atan o değilmiş gibi bakıyordu, bakışlarımı ona çevirdiğimde. Çivit
mavisi gözlerinde anlamsız bir rahatlık vardı. Sadece benim insanlarımın sahip olabileceği kusursuz görme yeteneğime
rağmen içkiyi fazla kaçırmış olmamdan onu iyi seçemiyordum.









“Derdin ne?” dedim pervasızca.
Gevşemiş sinirlerim ses tonumu da etkilemişti. Ben de az önce yumruk yemiş gibi
konuşmuyordum. Biraz daha yaklaştığımda genç, yakışıklı yüzü daha belirgin hale
gelmişti gözümde. İşin tuhaf yanı, onu şimdiye dek hiç görmemiştim. Göz ucuyla
bile bakmış olsaydım, hatırlardım. Her vampir gibi benim de hafızam güçlüdür
çünkü.









“Benimle geliyorsun.” dedi, sesinden hem
alaycı hem de huzurlu bir ifade akıyordu. Bir anda iyilik meleğine dönüşmesine
anlam veremedim, az önce yediğim yumruk rüya mıydı? Aslında bunlardan çok
çocuğun dediğiyle ilgilenmeliydim. Söylediklerini hazmettiğimde yarı kapalı
gözlerim hayretle açıldı. Yarım yamalak güldüm, karşısında kim olduğunu
bilmiyor olacaktı. Ne istediğini bilmiyordum ama yerimden kıpırdamayacaktım.
Ah, beni dinle.
Ben, sabahtan akşama kadar bar köşelerinde sürten bir keşten fazlası değilim.
Ne düşündüğün umurumda değil. Bil diye söylüyorum, hiçbir işine yaramam. Ne
kadar açık sözlü ve iyi niyetliyim, görüyorsun değil mi?”
Karşımda duran gencin
bir küfür savurarak gözden kaybolacağını sanmıştım ama ısrarla yerinde kaldı.
Gözünü kırpmadan, en ufak bir harekette bulunmadan, öylece duruyordu. Acaba
kalkıp gitsem yine öyle durur muydu?









“Senin hakkında düşündüğünden fazla
şey biliyorum Lorella. Hatta senin hakkında senden daha çok şey biliyorum; bir
vampir olduğunu da biliyorum. Aksine, çok işimize yarayacaksın. Yürü.”
dedi, ciddi bir
şekilde. İsmimi, vampir olduğumu bilmesine şaşırmıştım ama ne ses tonuma, ne
yüz ifademe bunu yansıttım. Her şeye rağmen tüm bu söyledikleri çok saçmaydı,
elbette ona itaat etmeyecektim! Kolumdan tutup beni sürüklemeye başlayınca
pratik bir hareketle onu savurdum ve tıpkı bana yaptığı gibi tam suratının
ortasına yumruğumu indirdim. Biraz ileriye yuvarlanınca konuşmaya vakit
bulabileceğimi düşündüm.
“Öylece beni sürükleme izin vereceğimi, söylediğin
aptalca şeylere sessiz kalacağımı düşünüyor olamazsın.”
dedim bağırarak.
Yüzüne aldığı sıkı darbeyle yuvarlanıp sırtüstü yere düşmüştü. Olduğu yerden
doğrulunca tüm o zifiri karanlığın içinden gördüğüm kadarıyla yüzünde hafifçe bir
tebessüm oluştu. Bu, normalde benim ilgimi çeken bir hareket olurdu; baş
döndürücü ve çekiydi. Ama söz konusu çocuk, karşı saftaysa işler değişirdi.
Umursamazlığa getirerek gözlerimi kaçırdım birkaç saniyeliğine. Yaptığım
tehlikeliydi, o birkaç saniyeden yararlanıp bana saldırabilirdi ama… Yapmadı.
Dirseklerinden destek alıp yukarı kalktı. Yanıma yaklaşıp elinin birini
saçlarıma götürdü. Gözlerimin içine bakıp tekrar gülümsedi, bu büyüleyiciydi.
Daha da yaklaşıp beni öpmeye başladı. Nasıl oluyorsa ona karşı içimde istemsiz
bir çekim oluşmuştu. Kendimi toparlayıp onu ittim ve elimin tersiyle
dudaklarımı silip, öfkeyle, ismini bile bilmediğim çocuğa baktım.









“İlk önce yumruk atıyorsun, sonra
öpüyorsun! Sen çıldırmış olmalısın. Daha kim olduğunu bilmiyorum!”
Tepkim ona komik
gelmiş olmalı ki kendini tutamayıp kahkahayı bastı. Kendini tutmaya çalıştığına
da emin değildim. Aklım başımda değildi, buradan uzaklaşmalıydım. Tek bir şey
söylemeden arkamı dönüp uzaklaşmaya başladım. Pek çok serseriyle, sapıkla karşı
karşıya gelmiştim ama bu öyle bir şey değildi kesinlikle. Arkama dönüp ona bir
kez daha bakmak istediğimde ortadan kaybolduğunu gördüm. Kafamı önüme
çevirdiğimdeyse… Tam karşımdaydı!






Hızlı bir hareketle belimden tutup
beni olağanüstü hızla bir yerlere götürdü. Beni öyle bir sarmıştı ki,
direnemiyordum. Gözlerim ağırlaşıyordu… Kapanıyordu gitgide, buna izin
veremezdim. Üstüme tatlı bir tembellik çöktü, bundan hiç hoşlanmamıştım.









Gözlerimi zar zor açtığımda göğün
muhteşem mavisine ahenk sağlamış bembeyaz pamuğumsu bulutlarla karşılaştım.
Yattığım yerden doğrulacaktım ki, bir kol diğer omzuma kadar beni sarıp kendine
çekti. Başım yere hafifçe yere koydum ve ritimli nefes alışverişini dinledim.
Usulca yan tarafıma göz ucuyla baktım ve dünkü çocuğu görür görmez olduğum
yerde zıpladım. Kollarını kendimden uzaklaştırıp ayağa kalktım ve tam o anda
başıma bir ağrı girdi. Akşamdan kalma olmalıydım, yanıma bu çocuğu alma nedenim
de bu olmalıydı. Kötü bir şeyler yapmadığımızı umdum ve çevreme bakındım. Sahi,
neresiydi burası?









“Adım Nathan.” dedi alaycı bir
şekilde gülümseyerek. Adını öğrenebilmiştim nihayet. Yaşanan onca olaydan sonra
öğrenmeliydim de.
“Aslında burada olmaman gerekirdi ama…” amasını kendisi de
bilmiyordu, hissetmiştim. Belki de düşündüğünü ifade etmek için yeterli
kelimeleri bulamıyordu.
“Doğrusunu istersen, daha önce kimse beni yere
serememişti, senin dışında. Etkileyiciydi.”
Bu hem komik, hem de iyiydi. Ona haddini
bildirmem gerekmişti ve yapmıştım. Ama şimdi, onun bunları etkileyici bulduğunu
söylemesi komik gelmişti, sonuçta pataklanan kendisiydi.









“Sana her şeyi açıklamak biraz uzun
sürecek. Beni dikkatli bir şekilde dinlersen kafanda daha az soru işareti oluşur.
Anlattıklarımdan sonra ‘peki neden buradayım?’ diye de sorma. Bu soruya ben de
bir cevap bulamıyorum.”
Sağ tarafımdan kalkmış olmalıydım bu gün; yoksa burada
bir dakika durmaz, bana ormana giden yolu tarif etmesini isterdim. Yanına
yaklaşıp oturdum, ellerimi dizlerimde kavuşturdum. Bir filmde, herhangi bir
karakteri canlandırıyor gibiydim.
“Dinliyorum.” dedim soru sorarcasına. Başka bir zaman olsa
karşıma gelen ilk kişiye bu şekilde sakin davranmazdım, garip hissettim.









“Burası Dünya’dan farklı bir boyut,
Nyx boyutu. Bu kâinatta tek bir insan bulamazsın, herkes ya Tanrı ya Tanrıça ya
da onların çocuklarıdır. İsmini saydıklarım soylu grubunda yer alırlar. Diğer
bir grup, ikincil gruptaysa onlara hizmet etmek için eğitim gören vampirler ve
daha deneyimli, görev başında olanlardır. Ben arada kalmış bir varlığım. Ben
yarı vampir yarı Tanrı çocuğuyum. Babam Tanrılar Tanrısı Zeus, annem hala
Dünya’da yaşayan bir vampir; Elaine. Babamın, annemin bir vampir olduğundan
haberi yokmuş ve yaşadıkları ciddi bir ilişki değilmiş ama ben doğmuşum. İlk
başta beni çözememişler, hangi boyutta kalacağıma karar verememişler. Sonradan
melez karakterli olduğum anlaşılınca bazıları birincil, bazıları ikincil grupta
yer almamı istemiş. Adaletli Zeus da herkesin düşüncesine saygı gösterip benim
hem vampirlerle aynı atmosferde olmamı, hem de Tanrı çocuklarıyla eğitim
görmemi uygun görmüş. Yer altı okulunda bir nevi denetmenim, gözcülük yapıyorum
anlayacağın. Konu benden çok sen olmalısın. ‘İyi de bana ne?’ diye
geçirmişsindir içinden.”
deyince ona hak verdim. Gerçekte, beni ilgilendiren bir
şey yoktu ki? Sadece ikincil gruptaki vampirler dikkatimi çekmişti, o kadar.
Kendimi bunları düşünürken bulunca şaşırmadan edemedim. Ne ara Nate’in
anlattıklarını sindirip bunları düşünmeye başlamıştım? Vampir oluşum, doğaüstü
hiçbir şeye şaşırmamamı kolaylaştırıyordu. Benim yerimde bir insan olsa,
dehşetten bayılmış olabilirdi.









“Seni ilgilendiren yanı şu, her yıl
Nyx boyutuna eğitilmeleri için on tane vampir alınır. Bu vampirler özel olarak,
özenle seçilir. Eğitim süresi bittiğinde her öğrenci son sınavını verir ve
sınavı geçenler bir Tanrı çocuğuna atanırlar. Burada uzun bir süre eğitim
göreceksin, sonunda bir Tanrı çocuğuna atanacaksın ve görevin onu Nyx
boyutundaki canavarlara karşı onu korumak olacak.”
Kimseye hizmet edememem kimsenin kölesi olamamam, ben
fazlasıyla özgür bir ruha sahibim
diye geçirdim içimden. Sonra tüm bunları
neden içimden söylediğime şaştım ve sakin davranışlarımın bir nedeni olması
gerektiğini düşündüm.









“Aman Tanrım! Gün boyu sakin kalmam
için bana ne yaptın söyler misin? Ayrıca ben kimseye kulluk falan yapmam!”
diyebildim sadece.
Tüm bunları söylemek bile beni yormuştu, neler oluyordu? Bir anda dünyam
karardı ve başım dönmeye başladı. Güçlü bir şey beni içine çekiyor gibiydi.
Kendimi yere attım ve birkaç dakika sessiz kaldım, başım müthiş ağrıyordu.
Kendimi iyi hissedince gözlerimi araladım ve Nate’in başımda beklediğini
gördüm. Yüzünde telaşlı bir ifade vardı, galiba yaptığından pişmandı.






“Burada öfkeye yer yoktur. Senin ne
derece hırslı olduğunu bildiğimden buranın huzurunu bozmaman ve sessiz kalman
için yapmıştım. Böyle olacağını bilseydim yemin ederim yapmazdım, iyi misin?
Üzgünüm Lorella, üzgünüm… Affet beni.”
dedi. Korktuğu gözlerinden anlaşılıyordu. Çok
öfkelenmiştim, ama sesimi çıkarmadım. Bana ne yaptıysa geri almalıydı sadece.
Bir de bulunduğum şu saçma durumdan kurtulmam gerekiyordu. Bir anda Nate’le
nasıl durduğumuzu görünce ne yapacağımı bilemedim. Uzandığım yerde elini
karnımın üstüne koymuştu. Bu anın bozulmasını istemiyordum, bu konu hakkında
bir şey demeden dudaklarımı araladım.
“İyiyim…”








Bir yıl sonra








Hiçbir zaman diğerleri gibi olmadım bu
kâinatta. Kim ne derse desin kimsenin arkasını toplamak için çıldıramazdım.
Eğer Nate’in koruyucusu olursam -ki bu çok küçük bir ihtimaldi- o zaman eziyet görmek zorunda kalmazdım. Şimdi
tüm Nyx, Nate’in bir koruyucusu olup olmayacağını tartışıyor. Boyutumuz üç
kesime ayrılmış durumda; Nate’in birincil olduğunu düşünenler, Nate’in ikincil
olduğunu düşünenler ve umursamayanlar. Sınavlar çoktan yapılmıştı, ama bu
keşmekeş ortamında atama yapılamazdı. Herkes, kurulun vereceği karara bakıyordu
ama kurul da ne yapacağından emin değildi.









Yer altındaki eğitim binamızın spor
salonunda benden çok çekmiş mavi kum torbasına yumruklarımı indirirken biri
belime sarıldı. Duraksamadan arkamı döndüm, Nate’in şirin yüzüyle karşılaşınca
içimdeki şaşkınlık kayboldu. Terlemem benim canımı sıktığı kadar Nate’inkini
sıkmıyordu. Dudağıma küçük bir öpücük kondurdu, ben de boynuna sarıldım. Onu
seviyordum, o da beni seviyordu. Bir yıl önceki karşılaşmamızda bile içim
gıdıklanmıştı, birbirimiz için yaratıldığımızı biliyorduk.









“Sen yanımda yokken herkesi
dinliyormuş ve anlıyormuş gibi yapmak çok sıkıcı oluyor. Konuşmaktan
bıkmıyorlar, devamlı konuşuyorlar. Daha önce hiç susmayı denediklerini
sanmıyorum… Vay canına!”
dedi Nate. Söyledikleri üzerine kıkırdadım ve yanağını
öptüm teselli edercesine. Tanrı çocukları kadar geniş kimse yoktu burada,
devamlı konuşurlardı; rüya görürken de! Nate için gün zor geçmiş olmalıydı,
benimki kadar
olamasa
da. Birden böyle düşündüğümü anlamış gibi sordu.
“Üzgünüm, senin günün nasıl geçti?” dedi. Bencillik
ettiğini düşünüyor olmalıydı. Böyle hissetmesini istemezdim, konuşmaya başladım.
“Ah,
endişe dolu geçiyor, kurul kararını iletene kadar da böyle geçecek. Eğer senin
koruyucun olmazsam başka kimseninki olmam Nate. Bu, beni senden
uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Hem biliyorsun, kimsenin arkasını
toplamaya meraklı değilim.”
Yüzünde şapşal bir ifade belirdi. Sevilmeyi seviyordu,
kendisine değer verilmesini seviyordu. Burnumun ucuna öpücük kondurup gülümsedi.
“Biliyorum. Ben de
senden vazgeçemem.”
dedi.
Bu biraz duygusal bir andı. Ondan ayrılamazdım, ne olursa olsun.









Birkaç gün sonra son kararın
verildiği haberi her yere yayılmıştı. Şatolarından çıkan herkes soluğu
Lemora’da, kararın bildirileceği yerde, almıştı. Kürsü hazırlanmıştı, tanınmış
birkaç kişi ve bazı kurul üyeleri gelmişti. Burası, önemli kararların alındığı
ve bildirildiği bir salondu. Birkaç gün önce, sınavı geçenler de burada
açıklanmıştı, benimle birlikte Nate de gelmişti. Kazandığımı öğrendiğimizde
bana göz kırpıp parmağıyla Lemora’nın arkasını işaret etmişti. Birlikte
kazanmamı kutlamıştık o gece, onun koruyucusu olmak geçiyordu aklımdan, başka
bir ihtimali hiç düşünmemiştim.









Kurul başkanı üstünde üniformasıyla
salona geldi. Hızlı adımlarla kürsünün başına geçti ve elindeki kâğıtları
kürsünün üzerine bıraktı. Birkaçını karıştırıp başını kaldırdı ve gülümsedi. İçim
umutla dolup taştı, Vincent iyi kalpli birisiydi, bizim tarafımızdaydı. O gülümsediğine
göre… Nate’in elini sıkıp ona baktım ve gülümsedim. Çok geçmeden Vincent
konuşmaya başladı.
“Hepinizin
sabırsızlandığını biliyorum, merak etmeyin sizi bekletmeyeceğim. Kurlumuzun
oylamasına göre verilen karar şudur: Tanrılar Tanrısı, şimşeklerin efendisi,
gücün iktidarı Tanrı’mız Zeus’un oğlu Nathan, kendisine bir koruyucu talep etme
hakkına sahiptir. Yarın, atamaların yapılmasına dair izin de çıkmıştır.”
dedikten sonra
salonda çığlıklar, alkışlar yükseldi. Karardan memnun olmayanlar söylenerek,
öfkelerine hâkim olarak salonu terk etti. Lehimize karar çıkacağına o kadar
emindim ki Vincent konuşmasını tamamladığında fazla tepki vermeyecektim. Ama
öyle olmadı, yine de kendimi Nate’in kollarına attım. Neşeli bir kahkaha attım,
içim sevinçle doldu, Nate’in elinden tutup dans etmeye başladım. O da
gülüyordu, bana ayak uydurmaya çalışıyordu. Büyük bir kalabalık tebrik etmek
üzere bize yaklaşıyordu.









Bugün atamalar olacaktı. Lemora’da
yeniden toplanacaktık. Sadece üç kişiydik, fazla uzun süremezdi. Bu atamada
Nate’in yer alacağından bile emin değildim ama bir şeyler içimin rahat olmasını
sağlıyordu. Yatakhanede tek kalmıştım, dolabımdan bir tişört çıkarıp giydim ve
saçımı sırtıma atıp Lemora’ya doğru koşmaya başladım. Gecikirsem rezil olurdum,
bu düşünce üzerine daha hızlı koşmaya başladım. Girişe gelip birkaç saniye
bekledim. Soluk soluğa kalmıştım, kapıyı aralayıp ortalığı kolaçan ettim.
Sessizce içeri girip kapıyı kapattım. İlerleyip bir sandalyeye oturdum, Vincent
konuşmasına başlamıştı bile.









“Atanmaya layık görülen üç isim
var.”
diye devam etti.
Evet, bundan haberim vardı, konuşmayı hızlandıramaz mıydı sanki? Yorgunluğum
bir yana, heyecandan kalbim yerinden fırlayacaktı. Vincent elindeki sarı
parşömeni açtı.
“Tanitha
Lee, Andrew.”
dedi.
Salon alkış sesleriyle doldu. Andrew iyi bir çocuk olmalıydı, Tanitha otuz iki
diş gülümsüyordu.
“Jesse Bonsx, Kristin.” Salon yine alkış sesleriyle doldu. Neden sona kalan ben
oluyordum? Gözlerim Nate’i aradı. Birkaç sıra ötede onu gördüm, o da beni
arıyor olmalıydı. Elimi sallayınca fark etti beni, bakıştık.
“Lorella Lel Mead,
Nathan.”
dedi
Vincent. Ayağa kalkıp zıpladım, daha önce hiç bu kadar sevindiğimi
hatırlamıyordum. Nate’e doğru koştum ve ona sıkı sıkı sarıldım.
“İnanamıyorum,
inanamıyorum!”
diyordu…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Lorella Lel Mead Empty
MesajKonu: Geri: Lorella Lel Mead   Lorella Lel Mead Icon_minitimePtsi Haz. 20, 2011 3:59 am

Rp puanı: 85, tebrikler.


/Admin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Lorella Lel Mead
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: