Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Aster Phoenix

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Aster Phoenix
Küçük Tanrı
Küçük Tanrı



Mesaj Sayısı : 244
Kayıt tarihi : 28/09/10

Aster Phoenix Empty
MesajKonu: Aster Phoenix   Aster Phoenix Icon_minitimeCuma Haz. 17, 2011 9:26 am

... Alevler yükseliyor, ev yanmaya devam ediyordu. Tüm şehri kaplayan yangın gittikçe yayılıyordu. Kimse engel olamıyordu. Kurtabildiğini kadar eşyasını alıp yangının olduğu yerden uzaklaşıyorlardı. Ben ise hiçbir şey yapamıyordum. Annemle babama bakıyordum. Birkaç metre önümde tartışıyorlardı.

Gürültü olduğu için onları duyamıyordum. Sonra babam annemi iterek binadan aşağıya attı. Babamın yüzünde şeytanice bir gülümseme belirdi. Kahkahalarla gülüyordu. Her gülüşünde alevler daha çok evin etrafını sarıyordu. Kahkahalarla gülmesi bir anda kesildi. Anneme yaptığını kendisine yaptı. Binadan atlayarak intihar etti. Evin içindeki gaz yüzünden nefes alamamaya başladım. Çiğerlerim havasız kaldı. Zihnimi sisle kaplanıyordu. Öleceğimi hissediyordum. Nefesim tükendi. Omzumda bir sıcaklık hissettim. Ve bilincim kapandı...
Nefes nefese uyandım. Gördüğüm şey kabustu. Geçmişimde yaşadığım bir olaydı. Annem ve babamın beraber gördüğüm tek andı. Yangını babam çıkardığını biliyordum. Yangından sonra her yerde onun adı geçiyordu. Bilgiyi kimin bulduğu bilinmiyordu. Kimse de o tarafına bakmıyordu. Yangında binlerce kişi ölmüş, evler yanmıştı. Hasar çok fazlaydı. Şehirde sağlam kalmış bina kalmamıştı. Bunları yapan kişi babam olduğunda bende katilin oğlu olarak nitellendirip dışlandım. Herkes tarafından kızgın bir bakış, aralarında fısıldaşmalar her zaman oluyordu. Beni parmakla gösterip "Yangını çıkaran kişinin oğlu! " dediklerini duyuyordum. Onlar beni ilgilendirmiyordu. Çünkü daha önemli işlerim oluyordu.
Bu zamanlarda daha çok kabus görüyordum. Hatırlamak istemediğim geçmişim kabus olarak gösteriyordu kendini. Doğrulup etrafa baktım. Nefes alışverişlerim normale dönmüştü. Pencereden dışarıya aktığımda güneş ufukta yükseliyordu. Sabah olmuştu. Daha fazla uyuyamayacağımı anladım. Yataktan kalkıp odamdan çıktım. Salonuma doğru yavaşca yürüdüm. Bana miras kalan evin içi loş ışıkla aydınlatılmış gibiydi. Salonuma geçtim. Kendimi koltuğa attım. Bir süre öylece oturdum. Derin düşüncelere dalmıştım. Az önce gördüğüm kabusu düşünmüştüm. Zihnim kapanırken omzumdaki sıcaklık neydi? Bir kişinin elin olması büyül bir ihtimaldi. Sorun kimin eliydi? O zamanlar pek tanıdığım kişi yoktu. Bu yüzden kim olduğunu bilmemde zorlaşıyordu.

Bir ses ile bu düşüncelerden sıyrıldım. Etrafıma baktığımda bir şey göremedim. Rüzgarın sesi olduğunu varsayarak önemsemedim. Duvardaki saate baktığımda öğlen olmuştu. Zamanın geçmesi için televizyonu açtım. Yayında bir müzik kanalı vardı. En sevdiğim parçalardan bir tanesi çalıyordu. Dinlemeye başladım. Rammstein grubunun Feuer frei* şarkısı...
*= Atış serbest

"Getadelt wird wer Schmerzen kennt
vom Feuer das die Haut verbrennt
Ich werf ein Licht
in mein Gesicht
Ein heisser Schrei
Feuer frei!

Bang! Bang!"

Camların kırıldığını ve silah sesleri duydum. Evime silahla saldırıyorlardı. Duvarlarda mermiler, yerlerde mermi kovanları vardı. Birkaç dakika sonra sesler kesildi. Evimde sağlam kalmış bir eşya bile yoktu. Korku ve tedirginlikle ayağa kalktım. Üzerime bir şeyler aldım. Odamdan çıkacakken silah sesleri yeniden duydum. Evin kapısına mermi yağdırıyorlardı. Odamın kapısını kapattım ve görünmeyeceğim bir yere geçtim. Kapıya tekme vurarak kırıp içeri girdiler. İçeri birden fazla kişi geldi. Ayak sesleri evin her yerine yayıldı. İçlerinden biri bağırarak şöyle dedi: " Bulun onu! Buralarda bir yerde olduğuna şüphe yok! Kokusunu hala alıyorum! " Kokumu almak mı? Peşime nasıl insanlar düşmüştü? Tabii düşenler insansa. Buradan hemen kaçmalıydım. Yoksa sonum çok iyi olmayacaktı. Yerimden çıkıp pencerenin yanına gittim. Ses çıkarmadan açtım. Aşağıya bir baktım. İçimi bir korku kapladı. Yerle arasında çok mesafe vardı. İçerden ayak sesleri yeniden yükseldi. Odamın kapısının önüne geldiler. Kapıyı açmaya çalıştılar. Fakat kilitliydi. Tekme atmaya başladıklarını duyunca pencereden dışarı çıktım. Ayaklarım zemine deyince ellerimi çektim. Odamdan bağrışmalar duydum. "Pencereden kaçmış, bulun onu!" Hemen yanımdaki pencere boşluğuna yöneldim. Eğer oraya gidebilirsem görünme imkanım azalacaktı. Pencere boşluğu derinliği fazlaydı. Bu yüzden orası beni gizleyebilirdi. Oraya geçip soluklandım. Odamdan bağrışmalar yükseliyordu. Bircoğunu anlayamadım. Kısa bir sessizliğin sonunda birisi şöyle bağırdı: " Çekilin oradan! Bir işi yapamıyorsunuz! " Adam pencereden atladı. Havadayken ani bir değişim geçirdi. Gözlerime inanamadım. Bir mantikor olmuştu! Aslan yüzüne sahip, Sırtında kanatları olan, akrebin kuyruğuna sahip bir canavardı. Etrafına baktı. Benim olduğum yere gözlerini dikti. SOnumun geldiğini hissettim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Arkamdaki pencere benim için işe yarayabilirdi. Açmaya çalıştım. Dışardan açılması pek mümkün değildi. Mantikor kuyruğunu kaldırmış bana doğru tutuyordu. Üzerime dikenler yağdırmaya başladı. Etrafımı bir çember gibi sardı dikenler. Tek bir şansım vardı. Pencereyi kırmak. Tekme atıp camı parçaladım. Odanın içine girip koşmaya başladım. Mantikor ise yukarıya çıkıp diğer adamlarını çağırdı. Ben ise koşmaya devam ediyordum. Evden çıkmıştım. Binanın merdivenlerine yöneldim. Buradan çıkmam gerekiyordu. Arkamdan geldiklerini görebiliyordum. Neden beni takip ediyorlardı ki? Benden ne istiyorlardı? Kim bilir?!

Binadan çıktığımda etraf kalabalıktı. Trafikte bekleyen araçlar, kaldırımda yürüyen insanlar. New York için sıradan bir gün. Ama benim için değildi. Kalabalığın arasına dalarak koşmaya devam ettim. Arkamdan Mantikor ve adamları geliyordu. Bir dakika. İnsanların arasından geçen 2 metrelik bir aslan vardı ama bu kimsenin umrunda değildi. Çok garip. Herkesin kaçması gereken yerde sanki sorun yokmuş gibi gidiyorlardı.

Mantikor benim olduğum yeri işaret etti. Adamları bana doğru yöneldi. Ve şekil değiştirdiler. İkisi iskelet halindeki bir canavara dönüştü. Elinde tabanca, kafasında ise siyah mafya şapkası vardı. Diğer iki kişiyi görememiştim. Boyları kısaldığı içindi. İskeletler silahla ateş ediyor, Mantikor ise dikenlerini fırlatıyordu. Saldırılarından kaçmak için daha hızlı koşuyordum. Aniden bir el omzumdan tuttu ve ara sokağa itikledi. Canavarlar durmamıştı. Yollarına devam ediyorlardı. Hala beni önlerinde sanıyorlardı galiba.

Beni çeken kişiyi baştan aşağıya bir süzdüm. Basit giyinmiş, kafasında şapka olan, keçi sakallı birisiydi. Yirmili yaşlarda olduğunu tahmin ediyordum. Biraz soluklandıktan sonra konuşmaya başladım.
" Kimsin ve bana neden yardım ediyorsun? "
" Ben Forest'ım. Sana yardım etmem nedeni de görevim bu. "
" Görevin mi? "
" Evet. Biz satirler sizin gibileri canavarlardan kurtarırız gerektiğinde. Bir başka görevimde seni güvenli bir yere götürmek. Senin gibilerin olduğu bir kamp bu. "
" Benim gibiler derken? "
" Tanrı kanına sahip olanlar. Yani ebevenylerinden birisi tanrı. "
" Şaka yapıyor olmalısın. "
" Gördüğüm canavarlar ne kadar gerçekse dediğimde gerçektir. Şaka yapacak zaman değil evlat. Buradan gitmemiz gerekiyor. Gel benimle! "
İç çekerek onun peşinden gittim. Ara sokağın sonuna doğru koştu. Yolun sonunu metal çitler çevrelemişti. Satir çitlerin yanında durdu. Ve çitleri dişleyerek yedi. Görülesi bir sahne değildi ama işe yaradı. Çitleri yiyerek geçilebilecek bir boşluk oluşturdu. İlk kendisi geçti ve ilerledi. Ben ise sürünerek zor bir şekilde geçebildim. Şehrin sessiz sokaklarına götürüyordu beni. Arkamızdan gelen kimseler yoktu. Kurtulmayı şimdilik başarmıştık. Birkaç dakika dinlendikten sonra satir nereye gideceğimizi söyledi. " Melez Kampı " diye söylediği yer Manhattan'a yakın bir yerdeymiş. Buraya çok yakın olması iyiydi. Şehrin içinde beni isteyen bir grup canavara yakalanmaktansa Melez Kampı'na gitmeyi tercih ederdim. Ettimde.

Şehirden uzaklaşmıştık. Ufukta güneş batmak üzereydi. Bundan dolayı gökyüzü kızıllaşmıştı. Birazdan gökyüzünde ay yükselecek, gece olacaktı. Gece olması bizim işimizi zorlaştıracaktı. Yönümüzü daha zor bulacaktık. Ama bu canavarların işine yaracağı belliydi. Gece daha rahat hareket ederler ve yönlerini daha kolay bulurlardı. Bu yüzden hızlı olmamız gerekiyordu. Eskisinden hızlı bir tempoyla yürüyorduk. Hava kararırken ufukta görünen Manhattan'ın ışıkları daha da artıyordu.

Neredeyse gelmiştik. Bir kilometreden az kalmıştı. Ormanın içi sessizdi. Bazen baykuşun ötüşü, bazende kırılan dalların sesleri duyuluyordu. Satir durmamı işaret etti. İkimizde durduk. Etrafta ayak sesleri duyduk. Forest sopasını çıkarırken bana birşeyler fısıldıyordu: " Eğer birisi buradaysa -ki canavarlardır- senin kampa gitmeni istiyorum. Görevimi tamamlamam gerekiyor. Asla arkana bakmadan koşarak gideceksin, anladın dimi ? "
Kafamı salladım. Demek bu kadar bağlıymış görevine. Kendi canını bile tehlikeye atabilecek bir görev. O sırada kılıçların kınlarından çıkma seslerini duyduk. Ve tıslamalar...

Şehirde bizi takip eden canavar grubu buraya gelmişti. Silahlarını çekmiş karşımızda duruyorlardı. Mantikor bize doğru adım attı. Tıslamaya benzer bir tonla alay eder gibi konuştu: Demek buradaymış bizim küçük fare. Geçmişin intikamını almaya geldik. Tüm şehri yakan o yangını hatırlıyorsun değil mi? O yangını baban özellikle çıkardı. Şehir o sırada bizler tarafından saldırı altındaydı. O yangın çıkınca ise bizler hariç tüm canavarlar öldü. Yüzlerce canavar... Şimdi ise sıra bizde! Öleceksin katilin oğlu! Yakalayın onu! "
Canavarlar silahlarını bize doğrulttu. Satir onların üzerine atıldı. Bağırarak kaçmamı söylüyordu. Birkaç saniye sonra koşmaya başladım. Tepenin ardına doğru. Satirin söylediği yer orada olmalıydı. Bana öyle söylemişti. Koşarken satirin acı çığlıklarını duydum. Arkama baktığımda bakmamayı diledim. Mantikor akrep kuyruğunu satirin boğazına saplamış olarak gördüm. Son nefesini vermeden iskelet tabancasıyla satirin göğsüne iki el sıktı. Satir son çığlığını atmıştı. Tiz ve acı dolu bir satirin çığlığıydı bu...

Arkama bakmadan koşuyordum. Arkamdan bağrışmalar geliyordu. Mantikor dikenlerini atıyor, iskeletler tabancalarını ile saldırıyorlardı. Hepsi çok yakınıma geliyordu. Son birkaç metre daha... Sonra kurtuluyordum. Tepeyi geçmiştim. Kampı görebiliyordum. Oraya ulaşmam gerekiyordu. Bunu kendim, satir ve babam için yapmalıydım. Kapıya çok yaklaştım. Girmeme birkaç adım kalmıştı. 10 metre ... 7 metre ... 4 metre ... son bir adım. Adımımı atacakken sırtımda bir sıcaklık hissettim. Bir acıydı bu. Sırtıma giren göğsümden çıktı. Mermiydi bu! Kampa girebilmiştim. Fakat yaralanmış bir bedene, gelecekte neler olacakğını bilmeyen bir zihne sahip olan kişi olarak girebilmiştim...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Aster Phoenix Empty
MesajKonu: Geri: Aster Phoenix   Aster Phoenix Icon_minitimeC.tesi Haz. 18, 2011 4:01 am

Rp puanı: 95, tebrikler.


/Admin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Aster Phoenix
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Phoenix Rpg
» Jack William Phoenix

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: