Küçük kayık usul usul kıyıya yanaşırken aklımda sadece tek bir tane soru vardı. Burada, engin okyanusun üzerinde, üstelik de okyanus aşabilecek gibi değil de Poseidon'un deniz canavarlarından birine yem olmak için elverişli görünen küçücük bir kayığın içinde ne işim vardı? Ayrıca neden son birkaç saatle ilgili zihnimde ufacık bir anı bile yoktu? Kıyıya bakarak gözlerimi kıstım. Burası kampın bir ucunda uzanan plaj olmalıydı - sisin arasından, bana kamp ateşinin yandığını belli eden dumanı görebiliyordum. İç geçirdim. Bir cevabı olmadığını bildiğim halde, 'Burada ne işim var ki?' diye sordum kendi kendime. Bir göreve falan mı çıkmıştım? Bileklerime baktım. Silahlarımı kullanmış mıydım? Parmaklarımı oynattım, birazcık bile olsa uyuşukluk yoktu. Genelde bileğimdeki kılıcı kullandıktan sonra oluşan ağrı da yoktu. Sonra başka, bana göre tamamen alakasız bir hisse kapıldım ve bir elim istem dışı bir şekilde dudaklarıma gitti. Bu his neydi böyle? Nasıl anlatsam... Sıcak, ama kavurmayan bir his vardı dudaklarımda. Rahatsız etmeyen, hatta huzurlu hissetmeme neden olan... Başımı iki yana salladım. Bugün... Bugün olduğunu sanıyordum, çünkü kayık en sonunda kıyıya ulaştığında ve kumsala ayak bastığımda, ağaçların üzerine karanlık çökmekteydi. Bugün kesinlikle çok garip bir gün olmuş olmalıydı ve belki de uzun bir süredir ilk defa, melez kampına geri dönebildiğim için kendimi mutlu - ve şanslı - hissediyordum.