Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Edward J. F. Newgate
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Edward J. F. Newgate


Mesaj Sayısı : 1784
Kayıt tarihi : 21/12/10

Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi Empty
MesajKonu: Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi   Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi Icon_minitimeSalı Haz. 07, 2011 6:56 am

Thanatos ve onun saz arkadaşları... Ahh lanet olsun. Gözümün altında ve göğsüme bıraktıkları yaralar yeterince kötüydü zaten. Kaçmak daha da kötüydü ancak ona karşı durabilecek kadar güçlenmeliydim. O efsanevi eşyalar... Beni Thanatos'u yenecek kadar güçlü yapabilirlerdi. Kim bilir belki onu Tartarus'a yolladıktan sonra ölümün tanrısı ben olabilirdim. Gerçi bu istediğim şeyler listesinde son sıradaydı. Dünya'nın kalbinin attığı yerde, İstanbul'un bulutları üzerinde Thanatos ile savaşmaktan yorulmuştum. Kollarımdaki güç tükeniyordu. Sağ elimdeki kılıcımı, sol elimdeki hayatım uğruna aldığım kağıt parçasını, sıkıca tutuyordum. Eğer bu karşılaşmadan da sağ ayrılabilirsem bu kağıt parçasını en ince ayrıntısına kadar inceleyeceğim. Benim aradığım eşyalardan biri ile ilgili bilgi verebilirdi bana. Bir süre önce bu eşyaları bulmak adına çıktığım yolculukta İzmir'e gitmiştim. İzmirde ben değil ama biri beni bulmuştu. Yaşlı bir adam... Evet belki çok klasikti. Ama bana yanlış bir bilgi verdiği söylenemezdi. Bana verdiği kağıdın atası olan I. Justiyen Bizans İmparatoru olan atasından kaldığını söylemişti. Daha çok bilgi vermesini istesemde, vebalıymışım gibi yanımdan hızlıca uzaklaşmıştı. O adam yanımdan gittikten sonra Thanatos beni hiç şaşırtmayarak yanımda bitmiş ve o kağıdı ona verirsem beni bir süre rahat bırakacağını söylemişti. Bu o kağıdın önemli olduğunun kanıtıydı. Bu nedenle vermeyi reddetmiştim. Ama inanın savaşımızın İstanbul'a kadar süreceğini bilseydim o kağıdı verir üzerinede lokum ikram ederdim doğrusu. Ama artık çok geçti...
Gözlerimi 100m ötede duran Thanatos'a dikmiştim. O ve benim aramda mesafe ve zaman önemi değildi. Günlerce süren dövüşlerim olmuştu. Ve sonucunda bir yolunu bulup ya melez kampına ya da Olimpos'a ışınlanmasını başarmıştım. Thanatos'un Olimpos'a girmesi yasaktı çünkü Olimpos'a asla ölüm giremezdi. Melez kampı ise Athena'nın tılsımları tarafından korunuyordu. Doğrusu melez kampına bir Thanatos kulübesi açılmadığı sürece rahattım. Bu sefer her zamankinden daha zor durumdaydım. Yorgundum ve elimde çok tehlikeli bir kağıt taşıyordum. Kılıcımı daha sıkı kavradım. Eğer Thanatos'u oyalamadan ışınlanırsam beni yakalıyordu. Bu nedenle biraz hile yapmak gerekliydi. Ona doğru koşmaya başladım. Thanatos dikkatle beni süzmüştü. Anlaşılan bu sefer elinden kaçırmamaya niyetliydi. Kılıcım onun tırpanı ile buluştuğunda etrafa inanılmaz kıvılcımlar çıktı. Kılıcımı basit bir hamleyle çektim ve tırpanının bütün göğsümü deşmesine izin verdim. Ağzımdan kanlarında akmasını istiyordum ama bunu yapabilecek kadar iyi bi oyuncu değildim. Dizlerimin üzerine çöktüm. Ve yüzüm üzerine düştüm. İstanbul'un binlerce metre üstünden düşüyordum. Ve Thanatos yavaşça beni takip ediyordu. Bedenimin binlerce metre yükseklikten yere düşüp parçalanması ona zevk verecek olmalıydı. Planım işime yaramıştı. Thanatos'un bu boşluğundan yararlanıp melez kampını düşündüm. ve Gözlerimi kapattım. Melez kampının yavaş ve insanı rahatlatan rüzgarını hissettiğimde gözlerimi açtım. Arenadaydım...
Arena boştu. Bu saatlerde herkes yemekte olurdu. Arena Yakında yemeğini çabuk yiyip antrenman yapmak isteyen melezlerle dolacaktı. Bu rahatlıktan yararlanıp çantamdan bir parça ambrosia ve biraz nektar çıkarttım. Bunları yedikten sonra babama küçük bir ilahi söyledim ve teşekkür ettim. Artık hiç savaşmamış gibiydim. Nefesimi düzene almıştım. Zonklayan başım normale dönmüştü. En önemlisi artık düzgünce düşünebiliyordum. Elimde hala sıkıca tuttuğum kağıda baktım. Biraz buruşmuştu ama o kadar önemli değildi. Elimle biraz düzelttikten sonra kısmen bildiğim latincem ile çevirmeye çalıştım. Bir kaç dize yazıyordu. Sanırım beni doğru yere götürecek doğru kağıdı bulmuştum. Gözlerimi kısarak yavaşça okumaya çalıştım.

Aranan nesne yıllardır gizli ve gizemli
Umulandan daha güçlü ve ilahi
Kullanmak için fedakarlığın anlamını geçmeli
Yedi tepeden birinin üzerinde, onu hissetmeli
Göreceksin, iki büyük sütunun ortasında tanrıların efendisi
Apollo'nun muhafızı çözebilir oradaki bilmeceyi
Ancak, ihtiyacı olan bir Jupiter veled-i
Ruhunda ki irade ölümü dahi bastırabilmeli


Lanet olası imparatorlar. Bir bilmece ancak bu kadar zor olabilirdi. Bu eşyayı ben kullanamayacağım demek mi oluyor acaba? Oturduğum yerden kaktım ve volta atmaya başladım. Kmin nesiydi bu ruhunda güçlü iradeye sahip olan jupiter çocuğu. Roma kampını mı bulmalıydım acaba. Orayı şu anki gücümle bulamayacağımı biliyordum. Tekrar sertçe oturdum ve arenanın girişine boş gözlerle bakmaya başladım. Melezlerin seslerini duymaya başlamıştım. Muhtemelen Artık burada rahat düşünemezdim. Kulübeme gidip odama kapanmalıydım. Kılıcımı temizleyip kınına soktum. Ve arenanın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Başım öne eğikti ve birini hissedecek durumda değildim. Bu nedenle o sırada arkadaşlarıyla Arenaya girmekte olan bir çocuğa çarptım. Çarptıktan sonra arkadaşları kıkırdadı. Çocuk güçlüydü ve iyi bir eğitim almıştı. Bunu sadece vücuduna bakarak söyleyebilirdim. Kafamı kaldırdım ve yüzüne baktım. Biraz düşündüm. Hayır bu çocuğu tanımıyordum. Muhtemelen ben kampta bulunmadığım vakitlerde gelmişti. Ve uzun süredir de kampta olmadığımı hesaba katarsam kıdemli bir melez olmuştu. Çocuğun yüzünde muzip bir sırıtma vardı. Aslında gıcık olmadım desem de yalan olurdu. Hızlı bir şekilde çocuğu ittim ve yoluma devam etmeye çalıştım. Kavga aramıyordum. Hızlı bir şekilde aradığım Jupiter çocuğunu bulmalıydım. Ben onu ittikten sonra arkadaşlarından ilginç bir ses çıktı, hemen ardından da: Vur! vur! temposuna başladılar. Çocuk gaza gelmiş olacak ki tam burnumun üzerine yumruğunu geçirdi. Ve elinin yüzümün içinden geçip gitmesiyle şaşırdı. Yanısıra ışınlanma bebeğim. İlk kullanışta insanları gerçekten şaşırtıyordu. Gözleri mi kapattım ve arenanın ortasına ışınlandım. Aynı anda kılıcımı çektim ve çocuğa gel işareti yaptım. Çocuk neredeyse benimle aynı hızda arenanın ortasına geldi ve beni etkileyen elektrik mavisi kılıcını çıkardı. Acaba Ares çocuğumuydu. Onlar arasında bu elektrikli silahlar gayet modaydı. Ancak ben ona sorma fırsatı bulamadan üzerime inanılmaz bir hızla saldırıya geçti. Hayır bu bir Ares çocuğu değildi. Bu kampta benden başka bu kadar hızlı bir çocuk yoktu. Kılıcımla kılıcını durdurduğumda bünyemden hafif bir akım geçti. Ancak beni titretmeye yetmişti. Bu çocuğu hızlı bir şekilde yenecektim. Hiç kimsenin anlayamayacağı bir hızda. Ona doğru hamlemi yaptım. Bu hamle ışık hızında olmasıyla ün salmış canavarların korkulu rüyası olmuştu. Ancak çocuk bunu durdurdu. Hafif bir sarsıntı geçirdiği belli oluyordu. Bu haraketi benden beklemiyor olmalıydı. Kılıcımı çektim ve kınına koydum. Üzerime sinmiş ölüm kokusuna dahi dayanabilmiş bir çocuktu. Sadece kısa bir dövüşten onun iradesinin ne denli güçlü olduğunu kestirebiliyordum. Üzerimi silkeleyip sordum.

"Güçlüsün ve iraden epey kuvvetli. Adın nedir, hangi tanrının çocuğusun?" dedim. Belki sorulacak ilk soru değildi. Nazikte değildi aslında. Ancak çocuk bozuntuya vermeden cevapladı. "Marcus Carter. Jupiter'in çocuğuyum." dedi. Gözlerimi bu kadar açtığımı ve hayatımda bu kadar sevindiğimi hatırlamıyordum. O anda çocuğa sarılasım gelmişti. Ancak bu hissi zor zaptederek sadece "Seninle bir şey konuşmalıyım" dedim ve kağıdı gösterdim.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi Empty
MesajKonu: Geri: Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi   Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi Icon_minitimeCuma Haz. 10, 2011 3:17 am

Sabah Zeus Kulübesi'nin içerisine girip tenimi kavuran güneş ışınları eşliğinde gözlerimi kısarak ağır ağır yataktan kalktım. "Evet Apollon, sana da günaydın." Diğer kardeşlerime göz atmadan giyinmeye koyuldum. Oluşacak tabloyu az çok tahmin edebiliyordum zaten. Leo dışında tüm kulübe uyanıktı muhtemelen. "Pekala, biraz dışarı çıksam hiç de fena olmaz."Hızlıca üstüme bir şeyler geçirip kılıcımı da yanıma aldım. Bugün yine bol maceralı bir gün olacaktı sanırım. Evet, böyle günleri her zaman önceden hissederdim ama neler olacağını kestirmem çok güçtü. Beni sevindirecek bir olay mı, yoksa korkunç acılar veya trajedi ile sonuçlanan bir olay mı olacağını hiç bilmiyordum. "Azıcık 'carpe diem' Marcus, sakinleş biraz..." Yavaş yavaş kulübeden çıktım ve canlanmaya başlamış Melez Kampı'nda yürümeye başladım.

Peşime birkaç çaylak melezi takıp arenanın yolunu tutmuştum. Evet, yanımda beş kadar çaylak vardı ve hepsi de bana hayranlık duyan tiplerdendi. "Lanet olası çaylaklar. Aşil veya Herkül gibi savaşçılar varken bana hayranlık besliyorlar." diye mırıldandım. Peşime takılmışlardı ve hepsinden birkaç drahmi almak kaydıyla onlara birkaç kılıç hareketi gösterecektim. Onlara birkaç basit hareket öğretip başımdan savmayı planlıyordum. Arenaya girdiğimizde karşıma uzun boylu ve iyi eğitim olduğu her halinden belli olan bir çocuk çıkmıştı. Suratındaki ifadeden ne düşündüğünü anlamak mümkün bile değildi. O kadar ciddiydi ki bir an yüzündeki her kasın paramparça olacağını düşündüm. "Jüpiter aşkına, neden bu çocuğu daha önce kampta görmedim ki?" Onun da bir çaylak olabileceğini düşündüm ama çocuğun hiç de çaylağa benzer bir durumu yoktu. Fazlasıyla kendinden emin duruyordu. "Muhtemelen uzun zamandır kampa gelmemiş bir melez." diye düşündüm. Suratındaki ifadeden bir Ares çocuğu olduğunu sandım. Kaybedecek zamanım yoktu ve günün tamamını da bu çocuğa bakarak veya çaylak melezlere kılıç hamleleri öğreterek geçirmeyi düşünmüyordum. Çocuk da bu sırada kalkmış ve arenadan çıkmak için yürümeye başlamıştı. Beynini zorladığı belli oluyordu. Şakakları belirginleşmiş ve kafasını öne eğmişti. Gözlerimi çocuktan ayırdım ve arkamdaki melezlerle birlikte ben de yürümeye başladım. Çocuk birkaç metre sonra yaklaşıp bana çarptığında ise artık kavga çıkacağını anlamıştım bile. "Karşındakinin kim olduğunu bilmiyorsun Marcus. O yüzden bulaşma ve işine bak." Öylece çocuğu bırakıp gidemezdim ama sadece bir yanlışlık için kavga çıkaracak biri de değildim. Gözlerimi çocuğa diktim ve yapacağı hamleyi beklemeye başladım. Çocuk sinir bozucu bir şekilde beni umursamıyordu bile. Yüzüme bir gülümseme yerleşti. Evet, bu çocukla uğraşmak benim için bir zevk olacaktı. Çocuk bana bir anlık küçük bir bakış attı ve beni itti. Lanet olsun, bu çocuk kimdi de beni itme cürretinde bulunuyordu. Arkamdaki çaylaklar kıkırdamaya başladı ve tempo tutturdular. Eğer tek başımıza olsak bu hareketi sineye çekebilirdim fakat çaylak da olsa birkaç melezin yanında bana yapılan bir saygısızlığı kabul edemezdim. "Demek burnun çok havada ha? O zaman biraz indirsek iyi olacak!" Çocuğun tam burnunun üstüne bir yumruk salladım. Kesinlikle burnunun kırılacağı hızda bir yumruktu fakat garip bir şekilde çocuğun kafasının içinden geçip gitmişti. Lanet olsun, bu çocuk neydi böyle? Bir an sonra çocuğa baktığımda arenanın ortasına gitmişti. "Şimşek hızında bir savaş istiyorsun sanırım. Pekala, bunu alacaksın." Çocuk kılıcını çıkardı ve beni incelemeye başladı. Bir şeyler düşünüyor olmalıydı fakat ona düşünme fırsatı bile vermeden şimşek hızında bir hamle yaptım. Çocuk şaşırtıcı bir atiklikle saldırımı karşıladı. Ruhdeşen'den onun bedenine geçen bir miktar elektrik akımı bedenini titretmişti. Fazla beklemeden o da benim üzerime bir hamle yaptı. Hamle o kadar hızlıydı ki gözlerime inanamamıştım. Ah, zaten hamleyi neredeyse görmemiştim bile. "Bu şimşek hızı değil. Bu çocuk her ne yapıyorsa bu şimşek hızından bile daha hızlı." Çocukla bir saniye tekrar göz göze geldik ve aynı anda kılıçlarımızı kınına soktuk. Çocuğun üzerinden garip bir koku geliyordu. Çocuk adeta "ölüm" gibi kokuyordu. Çocuğu ilk gördüğümde yorgun olduğunu anlayabilmiştim. Duyduğum birkaç söylentiye göre Thanatos, yani ölüm, kamp dışında kol geziyordu. Yine de bilgiler çok yetersizdi ve konu hakkında yorum yapılamayacak kadar azdı. "Güçlüsün ve iraden epey kuvvetli. Adın nedir, hangi tanrının çocuğusun?" Çocuğun bu ani sorusu beni şaşırtmıştı ama yine de cevap verdim. "Marcus Carter, Jüpiter'in çocuğuyum." Çocuğun yüzüne o kadar şaşkın bir ifade yerleşmişti ki gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. Birkaç saniye bekledi ve "Seninle bir şey konuşmalıyım." dedi.

Çocuk garip bir şekilde beni gördüğüne sevinmiş gibiydi. Birkaç dakika önce neredeyse öldürücü bir şekilde saldırdığım ve karşılık da aldığım çocuk, şimdi benimle birlikte yürüyordu. Birkaç dakika daha yürüdük ve gözlerden uzak bir yere oturduk. Karşımdaki çocuk etrafına bakındı ve kimsenin bizi görmediğine emin olduktan sonra bana döndü. Tam konuşmaya başlayacaktı ki sözünü kestim. "Bak dostum, kim olduğunu bilmiyorum fakat beni öldüreceksen bile en azından kim olduğunu bilmeliyim. Kimsin ve kimin çocuğusun sen?" Çocuk derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Adım, Yondaime Hokage ve Apollon'un çocuğuyum. Kulübe lideriyim aynı zamanda fakat uzun zamandır kampa uğramıyordum. Bu yüzden ikimiz de birbirimizi hiç tanımıyoruz. Marcus, şimdi sana anlatacaklarımı pür dikkatle dinlemeni istiyorum. " Onay verircesine kafamı salladım ve Yondaime konuşmaya devam etti. "Ölüm, Melez Kampı'nın dışında kol geziyor Marcus. Ve sadece insanların bedenini almakla kalmıyor, ruhlarını da yok ediyor. Kimden bahsettiğimi anlamışsındır sanırım." Evet, işte bu! Bu çocuk kampta dolaşan söylentilerden bahsediyordu. "Thanatos... Thanatos'tan bahsediyorsun fakat neden insanların ruhlarını yok etmeye çalışsın ki?" "Şimdilik sorunu es geçiyorum. Ben kamp dışındayken Thanatos benim peşimdeydi ve ondan kaçmak için çok uğraştım. Büyük acılar çektim ve sonunda bir ize ulaştım. Bulduğum izler senin de tehlikede olduğunu gösteriyor Marcus." Tehlikede miydim? Yok artık, bu kadarı da saçmalıktı. "Söylediklerin gerçekten mantıklı fakat hayatımda bir kere bile Thanatos ile karşılaşmadım. Neden beni öldürmek istesin ki?" "Sadece seni öldürmek değil, ruhunu da yok etmek istiyor. Neyse, bunu sana daha uygun bir zamanda açıklayacağım. Şimdi şu notu oku. Sanırım bu yeterince açıklayıcı olur senin için." Elime bir kağıt parçası tutuşturdu. Heyecanla alıp okumaya başladım.

Aranan nesne yıllardır gizli ve gizemli
Umulandan daha güçlü ve ilahi
Kullanmak için fedakarlığın anlamını geçmeli
Yedi tepeden birinin üzerinde, onu hissetmeli
Göreceksin, iki büyük sütunun ortasında tanrıların efendisi
Apollo'nun muhafızı çözebilir oradaki bilmeceyi
Ancak, ihtiyacı olan bir Jupiter veled-i
Ruhunda ki irade ölümü dahi bastırabilmeli.


Kağıdı Yondaime'ye geri verdim ve konuşmaya başladım. "Bak, sadece bir Jüpiter çocuğuna ihtiyacın olduğunu anladım. Tabii, Apollo'nun muhafızı sensen." Çocuk elini başına dayadı ve birkaç saniye düşündü. "Ruhların, ruhlarımızın, yok edilmemesi için bu bilmeceyi çözmemiz gerekiyor Marcus. Thanatos'un ruhunu yok etmesini engellemek için bazı nesneler var ve bunları bulduğumuzda sırların açığa çıkacağını düşünüyorum. Kağıtta da yazdığı gibi bir Jüpiter çocuğuna ihtiyacım var. Bu nesnelerden biri hakkında elimizde bilgi var ve bunu sadece sen alabilirsin. Benimle beraber bu maceraya katılır mısın?" Düşünceler beynime akın ediyordu. Ölüm beni bulacaktı ve bunu engellemek için bir nesneyi bulup kullanmam gerekiyordu. Onunla beraber gidebilirdim fakat sebepler ve sonuçlar o kadar belirsizdi ki... "Pekala, seninle geleceğim fakat bir sorum var. Bu nesneyi nerede bulacağız? Yani çok güçlü olduğunu biliyoruz fakat dünyanın herhangi bir yerinde olabilir." Yondaime'nin yüzünde bir gülümseme oluştu. "Bunu zaten kağıtta belirtmiş. Yedi tepeli şehre gitmeliyiz. Hazırlan bence Marcus, İstanbul'a doğru yol alacağız."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edward J. F. Newgate
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Edward J. F. Newgate


Mesaj Sayısı : 1784
Kayıt tarihi : 21/12/10

Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi Empty
MesajKonu: Geri: Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi   Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi Icon_minitimeÇarş. Haz. 15, 2011 3:20 am

Zeki bir Jupiter çocuğu... Nadir karşılaştığım bir durumdu. Bu tanrıların efendisinin çocukları o kadar kibirli oluyorlar ki... Bir çok kez aramızda çekişme yaşanmıştı. Herkül ile bile kavga edip dayak yemiştim. Ama bu çaylak dönemlerimdi. Artık önüme gelen ile kavga etmiyor aksine dövüşmekten nefret ediyordum. Thanatos'tan kaçmaktan o kadar çok sıkılmıştım ki. Ama artık başarıya çok yaklaşmıştım. Bunun için birinin yardımına ihtiyaç duysamda bazı şeyleri tek başıma yapmasam daha iyi olacaktı sanırım. Marcus ilk gördüğüm andan itibaren yoldaşım olmasını isteyeceğim türden bir melezdi. Onunla bir benzerliğimiz vardı ancak tam olarak anlayamamıştım. Onunla bu yola çıkmaktan memnun olacaktım bunu hissediyordum. Benden çok onun işine yarayacak bir şeyi bulacağımı düşünsemde onun ruhunun yok olmasını istemezdim. Sakince gülümsedim. Kehaneti aklıma getirdim ve baştan aşağı bütün fikirleri mi tekrar düşündüm.
Yedi tepeli şehir. Bu şehirler Roma veya İstanbul olmalıydı. İki şehir de yedi tepe üzerine kurulmuştu. Tarihin en güçlü askeri imparatorluğu olan Roma'nın başkenti olmuşlardı. İki şehir ilede bağlantısı vardı bu kehanetin. Ama hangisinden başlayacağımı bilmiyordum doğrusu. Roma'ya gitsem nereye gideceğim hakkında en ufak fikrim yoktu. Fakat İstanbul için nereye gideceğimi biliyordum. Tepelerin ulularından biri olan Ayasofya'nın bulunduğu yere gidecektik. Yanlış olma olasılığı vardı. Ama bu en doğru tercihti. Eğer yanlış tercih ise Thanatos peşimize takılacak ve ben hariç bütün insanlık Marcus'un kim olduğunu unutacaktı. Bunun verdiği yük ve sorumluluk lanet olası berbat bir şeydi. Özellikle sevdiklerini ve anılarını kaybetmek hiç bir şeyin yaşatmadığı kadar kötü bir duygu yaşatıyordu. Ama sevdiklerimin korumanın yolu da insanları melez kampına kapatmaktan geçmiyordu. Bu nedenle bu eşyaları bulmak benim için çok önemliydi. İleriye dair tek korkum ise bir melezin çıkıp bu eşyaların gücüne kapılıp ölümü yenebileceğini düşünmesiydi. Böyle bir durumda eşyaların hepsi bunu yapmak isteyen melezin ruhu ve anıları ile yok olacaktı. Ama eşyaları verdiğim kişilere yeterince dikkat etmiştim. Ve onlara kendimden daha fazla güveniyorum demekten de çekinmezdim...
Aklımda karar verip bir kaç plan yaptıktan sonra bana bir soru sorup uzun zamandır cevap bekleyen Marcus'a döndüm. "Bunu zaten kağıtta belirtmiş. Yedi tepeli şehre gitmeliyiz. Hazırlan bence Marcus, İstanbul'a doğru yol alacağız." dedim. Ayağa kalktım. Uzun süredir oturmaktan bacaklarım fazla düşünmekten ise başım ağrıyordu. Bir kaç adım attıktan sonra kendime gelsemde bu ağrılar ile yaşlanmaya başladığımı düşünmekten kendimi alamıyordum. Yüzümde küçük bir gülümse belirmiş olmalıydı. Marcus ani bir şekilde daha önce gitmediği şehirlerden birine gidecek olmanın şaşkınığını yaşıyor olmalıydı. Ama kısa sürede atlatacağından emindim. Ancak melez kampından çıkmadan önce Thanatos'un bir süreliğine oyalayacak bir plan yapmalıydım. Olasılıkları gözden geçirdim. Onunla savaşabilirdim. Ama bu olmazdı. Tek başına Marcus o eşyayı bulamazdı. Bir tanrıyı yardıma çağırabilirdim. Ancak bu beni yıllarca onun kölesi haline getirirdi. Asla bir tanrıdan borç isteme hesabı. Son olarakta ulu ve güçlü bir ruhu öldürebilirdim. İradesi güçlü ruhlar Thanatos'a itaat etmedikleri için Thanatos'u uğraştırır. Ölen kişi ne kadar güçlü ise Thanatos onunla o kadar uzun süre uğraşır. Geçmişten gelen hikayelerde Herkül'ün Thanatos'u iki ay kadar meşgul ettiğ söylenir. Bu süre zarfında Herkül'den başka ölen kimse olmamış ölümcül kazalar olsa dahi herkes mucizevi bir şekilde yaşamaya devam etmiş. Aslında mucize dedikleri şey de bu tam olarak bu olmalı.
Bu nedenle ulu birini bulmalıydım. Ancak bu yolu kullanmayı çok sevmediğimden karşılaştığım kişilerin güçlü veya güçsüz olduklarına dikkat etmemiştim. Bu şekilde Thanatos'u durdurmam gerektiği hiç aklıma gelmezdi. Marcus'a döndüm tekrar. "İstanbul'a gideceğiz ancak Thanatos'u oyalamak için bir şeyler yapmalıyız. Thanatos seni tek haraketiyle öldürebilir. Ruhunun bedeninden çıkması uzun sürse dahi bu geri dönebileceğin bir yol değil. Seni korumak adına onu oyalamayız. Bana daha önce karşılaştığın ve çok güçlü bulduğun mümkünse öldürmek istediğin birinin adını söyle. Farkındayım çok fazla şey istedim ancak düşünmelisin." dedim. Umarım bana öldürebilecek bir rakip bulabilirdi. Şu zamanda bir canlının Tanatos'u o kadar zorlayacağını düşünmüyordum ama en azından bir saat benim için yeterliydi. Bunun için kişide Herkül'ün iradesinin 1440'da 1'nin olması yeterliydi...
Marcus bir süre düşündükten sonra fazla emin olmamakla beraber konuştu. "Sanırım bir Krios çocuğu vardı. Adını tam hatırlamıyorum. Racyls gibi bir şeydi ama tam hatırlamıyorum. Bir süre önce onunla karşılaşmış ve yenilmiştim. Söylemek istemesemde ondan kaçmam dahi zor olmuştu. Adını tam bilmiyorum ancak nerede olduğunu biliyorum. İzmir'de." dedi. Bu benim için yeterliydi. Bu çocuğun yenemediği biri demek irade olarak güçlü biri demekti. İşte yola çıkmanın ve bu işi bitirmenin zamanı gelmişti. Nazik bir sesle sordum."Yolu göster o halde. Uzun bir aradan sonra kaçmaktan başka bir şey yapacak olmak beni heyecanlandırıyor. İntikamını almaya gidiyoruz adamım. Kısa sürecek yolculuğumuz da sana planımı anlatacağım." dedim. Ve Marcus'u izlemeye koyuldum. Kısa süre sonra Amerika'yı geçmiş olmaktan gurur duyuyordum.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ruh Sütunu ve Jupiter'in Miğferi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Melez Kampı :: Arena-
Buraya geçin: