Hagisindeydi bilmiyorum fakat size bir bayrak kapma yarışında başımdan geçenleri anlatmak istiyorum. Çok uzun değil o yüzden oturun ve dinleyin!
Yukarıdan bardak boşanırcasına yağmur yağıyordu. Soğuk bir poyraz ise iliklerimi dondurmakla kalmıyor yağmur damlalarını dondurarak bize acı vermeye yarıyordu. Lanet olası Zeus bizle dalga geçiyordu yani. Ya mavi yada kırmızı takımdaydım. Yeşil takım olma ihtimalim zaten yoktu. O yüzden takımın bir önemi yok. Dikkatlice kendimi liderin anlattığı plana vermeye çalışıyordum. Olası bir taktik hatası halinde işim biterdi, daha doğrusu işimiz biterdi. Son taktikleri de aldıktan sonra sıra harekete geçmeye gelmişti. Gizlice yan tarafdan dolaşıp bayrağı kapacaktım. Sinsi ve ağır adımlarla harekete geçtim. Elimden veya ayağımdan geldiğince sinsi ve hızlı olmaya özen gösteriyordum. Ormanın içinden bağırışlar ve kılıç sesleri yükseliyordu. Ben onlara aldırmadan hedefime yürüyordum. Bayrağa ulaştığımda bir nöbetçi vardı. Kılıcımı çektim ve arkadan gelerek bacağını kestim. Yerinden kopmadı tabii fakat adam yere yuvarlandı. Hemen yanına koşup kılıcımın kabzasıyla adamın kafasına geçirdim. Biraz kan fışkırdı adamın kafasından fakat aldırmadım. Bayrağı aldığım gibi hemen geri dönmeye baktım...