Yer Altı'ndan kaçışım gittikçe sarpa sarıyor ve çekilmez hale geliyordu. Körü körüne yaptığım bu kaçış bana zarar vermekten başka bir işe yaramıyordu. Buradan kaç saattir çıkmaya çalıştığımı ben bile bilmiyorum. Ölüler her yanlarından geçişimde beni kapmaya ve öldürmeye çalışıyorlar. Onlardan sadece yüksek hızım sayesinde kurtulabiliyorum. Aksi taktirde hemen öleceğime yüzde yüz eminim. Buraya nereden düşmüştüm ki? Sırf babamın bana verdiği dandik bir görev yüzünden şimdi bu hallerdeydim. Aslında bu onun suçuda sayılmazdı... Beni buraya Sirius getirmişti. Bir dakika o hayatımı kurtarmıştı! Yani o olmasa bile ölüp yüne buraya gelecektim. Eminim o zaman daha az yorulacaktım. Kendimi gerçekte terk edilmiş hissediyordum. Buraya geldiğimde gerçekten evim diyebileceğim bir yer diye düşünmüştüm. Kardeşlerim vardı, yalnız değildim. Fakat şu an anlıyorum ki onlarda benim gerçek kardeşlerim değilmiş. Ben sanki onların arasında bir fazlalık, bir artık gibiyim. Beni böyle düşündüren ne bilmiyorum fakat buna eminim. Belki Seth bana biraz yakın davranıyordu fakat diğerleriyle eskisi kadar iyi olduğumu düşünmüyorum. Düşüncelerimi toparlamak zorundaydım. Şu anda ailevi problemlerle kafamı yoracak bir mekanda değildim. Nerede olduğuma bakmak için durmaya karar verdim. Bu kararı benim için veren başka biri daha doğrusu bir şey daha vardı. Bir kaç saniye sonra sert bir şeye çarpıp bir kaç metre geri uçtum. Kafam dönmeye başlamıştı. Doğrulmak için kendimi zorladım. Fakat kendime gelememiştim. Birden üzerime akan yapışkan bir suyun etkisiyle gözlerimi açtım. Yüzüm tamamen yapışkan bir sıvıyla kaplanmıştı. Tişortümden bir parça kopararak yüzümü sildim. Bu parçayı kenara atarken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Parçanın yere düşmesiyle beraber kafamın bir kaç metre ötesinden gelen düzensiz hırlama seslerini işttim. Kafamı kaldırıp ne olduğuna baktığımda yüzüm bir ölüden farksızdı. Bu üç başlı bir köpekti. Her başı ayrı bir çirkinliğe imza atmıştı. Diğer tüm kısımları kuzguni siyah olmasına rağmen gözleri cehennemin ateşiyle kavruluyordu. Aklıma bu canavarın ismi bir türlü gelmiyordu. Hafızamı zorladım, bir derste bunu görmüş olmalıydım. Fakat canavar düşünmeme izin vermemeye kararlıydı. Bende yem olmamaya kararlıydım. Onun üzerime atılmasıyl beraber hemen geri kaçtım. Canavar kafasının toprağa geçmesine pek sevinmeyerek yine bir saldırı yaptı, bundan da sıyrıldım. Canavar son kararını vermişti. Son bir vuruşa hazırlandı. Elim Eon'a gitti mfakat yeterince güçlü değildim şu an. Cerberus! Canavarın adı buydu işte. Bulmuştum. Ben bunu bulduğum anda canavarın ağzıyla aramda beş santimetre fark vardı. İşim bitmişti derken; bir silahın patlama sesiyle beraber canavarın bir toz bulutun dönüşerek üstüme gelmesi beni kör bir öksürük krizine sokmuştu. Dumanın dağılmasıyla karşımda Sirius'u net olarak gördüm. Ona borçlanmıştım, ''Dostum, teşekkür ederim. İkinci defa. Artık beni eve götürsen?'' Sirius gecşek bir şekilde gülümsedi ve başıyla ''tamam'' anlamında bir işaret yaptı. Acele etmeden yanıma yürüdü ve elini omzuma koydu. Bir an kendimi boşlukta hissettim. Sonra kendimi hermes kulübesinin önünde buldum. Sirius ortalarda yoktu. Bu işin bittiğine sevinmiştim. Yeniden kabul edilme isteğiyle kulübeme girdim.