"Ho, seni bekliyorum kızım. Önemli bir konu konuşmamız gerekiyor" Beynimin içinde annemin sözleri yankılanırken yatağımda doğruldum. Saat gecenin ikisiydi ve annem beni çağırıyordu. Hemen yatağımdan fırladım ve hazırlanmaya başladım. Elimi yüzümü yıkayıp kendime geldim, giyindim ve ne olur ne olmaz diye her şeyi tıktığım çantamı yanıma alıp çıktım. Küpemi, pusulamı ve yıldızlarımı da unutmadım elbette. Kamptan sessizce çıktım, drahmi ile taksi çağırıp bindim. Şoför koltuğunda oturan yaratığa "Empire State Binası" dedim ve taksi birden hızlandı. Artık yavaş yavaş buna alışsam da, hala kusacakmış gibi hissediyordum.
Koca binanın önünde duran taksiden indim. Hızlı adımlarla ilerledim (tamam, koşmuş da olabilirim) ve görevliye "Olimpos'a gitmem gerekiyor" dedim. "Benim de şuan Miami de olmam gerekiyor ama buradayım" dedi. Sinirli sinirli baktım ve "Beni hemen Olimpos'a götür" dedim büyükonuş kullanarak. İtiraz etmedi ve asansöre doğru ilerledi. Ben de arkasından gittim.
Asansörün kapısı açıldığında, Olimpos'un her zaman ki ihtişamıyla nefesim kesildi. "Bön bön bakmaya devam edecek misin?" Görevlinin sorusuyla kendime geldim ve "Kes sesini sen" deyip Olimposlu Tanrıların oldukları yere doğru yürümeye başladım. Biraz sinirlerim bozuktu. Ne zaman uykumu alamasam böyle sinirlenirdim. Aynı zamanda da heyecanlıydım ve bastırmak için derin derin nefes alıp veriyordum. Sonunda sarayın kapılarına ulaştım. İtmeme gerek kalmadan kapılar ardına kadar açıldı. "Vaay" diye mırıldandım. İçeride 12 büyük taht vardı ama sadece bir tanesi doluydu. Annem oradaydı ve bana gülümsüyordu. "Hoş geldin kızım"