Tam da kendimi IPod'umdan yükselen müziğin sesine kaptırmaya çalışıyordum ki, annem sevgi dolu (!) bşr sesle kapımı çalmaya başladı. Ah, her zamanki muhabbet. Bakın, şimdi ne diyeceğini bile biliyorum: Adreanna! Yine kendini odana mı kilitledin? Bu küçük ergen pozlarını bırak artık!
-Adreanna! Kendini odana mı kilitledin? Aç şu kapını! Bu küçük ergen pozlarını da bırak artık!
Bakın, ben ne demiştim? Yani, annemi severim ama beni hala kucağına alıp sallayabileceği küçük bir bebek sanıyor galiba. Lütfen ama, 17 yaşındayım! Bu arada annem ısrarla kapımı yumruklamaya devam ediyor ve meşhur özlü sözlerinden seçmeler yapıyordu;
- Böyle davranarak bir yere gelemezsin Adreanna! Neden sürekli depresif davranmak zorundasın?
Annemle kavga falan etmedik. O, benim depresif olduğumu düşünüyor, bense onun sıkıcı olduğunu. Her zamanki halimiz. Sonunda dayanamayıp kapıyı açtım.
-Ne var anne? Ne istiyorsun?
-Sadece aşağı inmeni! Seninle bir şey konuşmak istiyordum!
-Burada konuşabilirsin anne! Emin ol bilgisayarım konuştuklarımızı kimseye söylemez!
-Benimle dalga geçme Adreanna ve aşağı in!
Ne dalga geçmesi? Dalga geçer gibi konuşan o! Neyse, sanırım artık aşağı inmeliyim diye düşünüp annemi geride bırakarak merdivenlerden hızla indim ve salonda bir koltuğa çöktüm. Annemse hala yavaş yavaş, kibar adımlarla merdivenleri inip bitirmeye çalışıyordu. Bilginiz olsun diye söylüyorum; Annem Fransız ve bir Fransız leydisinin (!) çok kibar olması gerektiğini söylüyor ve benim davranışlarımı sürekli eleştiriyor. Benimse Fransız olmakla hiç bir alakam yok sanki, oysa dibine kadar Fransız geni var bende. Yani anne tarafından. Bilmiyorum, belki de babam, Aşırı Depresif Huzursuz Hiperaktifler Diyarının başkanıdır - Eğer öyle bir yer varsa. Bu sırada annem kibar yürüyüşünü tamamlamış ve aynı kibarlıkta ve aynı hızla koltuğa ulaşmaya çalışıyordu.
-Bu kadar kibar davranmana gerek yok anne! Biliyorsundur, evde senin kadar kibar yardımcılardan başka kimse yok!
-Saçmalama Adreanna, bir Fransız leydisi...
Buraları anlatarak sizi sıkmayacağım. Şimdi asıl konuya, yani annemin ne demek istediğine dönelim. Annem leydi olmakla ilgili nutuğunu bitirince görevlilerden birine bir kahve söyledi ve nihayet konuya girdi;
-Adreanna, bugün New York'a gideceğiz!
-Saçmalama anne! Yarın okul var! Hem New Yrok'ta ne yapacağız?
-Soru sorma! Gitmek zorundasın! Okulu ben ayarladım!
-Öyle olsun. Yanıma bir şey almalı mıyım? Yani, orada uzun süre mi kalacağız?
-Ben değil, sen!
-O zaman sen neden geliyorsun? Kendim gidebilirim!
-Soru sorma dedim ya Adreanna! Öyle gerekiyor, öyle olacak!
-Pekala! Ben yanıma biraz eşya alayım!
Odama koşturdum ve en az üzerimdeki giysiler kadar siyah valizime bir şeyler doldurdum. Nereye gideceğimizi bilmediğim için mecburen her çeşit kıyafet alıyordum. Sonunda valizim dayanılmaz biçimde ağırlaştı ve yardımcılardan birine onu aşağı indirmesini söyledim. Sonra saçımı düzeltmek için aynaya baktım ve yüzümü buruşturdum. Neden biraz daha karanlık ve tehlikeli görünmüyordum ki? Sanki bana inat, böyle sevimli bir tipim vardı. Mesela, saçlarımın siyah olmasını çok isterdim, oysa açık sarılar! Gözlerim desen, kocaman, masum, renkli gözler! Sabah sabah daha çok moralim bozulmasın diye aşağı indim ve sordum:
-Ne zaman gidiyoruz?
-Hemen!
Annemin bu sözü üzerine dışarı çıktım, annemin garip bakışlarına aldırmadan dar siyah kotumun altına yine aynı renkte topuklu ayakkabı giydim. Sonra arabaya doğru gittik ve annemin müthiş sürücülüğü sayesinde daha on beş dakika geçmeden hava alanındaydık. Annem bir anonsu dikkatle dinledi ve bana döndü:
- Acele et, uçak kaçacak!
Koşturarak uçağa yöneldik, annemin nereden bulduğunu bilmediğim biletlerini okuttuk ve uçağa bindik. Yavaşça sarsılan uçak ve havada olma hissiyle birlikte, bir süre sonra uykuya dalmışım.
Annemin sarsmasıyla uyandım. Uçak gideceğimiz yere varmıştı. Yol uzundu ama gece hiç uyumadığım için arada uyanmamıştım. Annem beni çekiştirerek aşağı indirdi ve terminalden çıkarak bir taksi buldu. Taksiciye aceleyle bir yer tarif etti. Tarif demişken, biz Fransada yaşıyoruz ama evde İngilizce konuşuyoruz. Fransızcayı daha iyi konuştuğum kesin, ve bu İngilizceme biraz aksan katıyor ama annem bu dili iyi öğrenmem gerektiği için neredeyse konuşmaya başladığımdan beri özel ders görüyorum. Annemin tarifiyle yola koyulan taksici, sanki Formula 1 yarışındaymışız gibi kullanıyordu arabayı. Bu hızla bile yol uzun sürecek gibi olduğu için çantamdan bir kitap çıkardım ve okumaya başladım. Tam kitaba dalmıştım ki taksi durdu ve annem vardığımızı söyledi. Durduğumuz yer saçma sapan bir ormanlık alandı. Anneme döndüm:
-Anne, burası da ne böyle?
-Soru sorma, peşimden gel!
Yüksek topuklularımın için verdiği ölçüde bir hızla annemi takip ettim. Bir süre sonra üstünde garip harflerle bir şey yazan giriş gibi bir yer gördüm. Girişin duvarına dayanmış bir yaratıkla birlikte. Ve anında çığlığı bastım. Daha önce hiç at vücutlu adam görmediğimdendir belki!
-Anne! Bu.. Bu da ne böyle?!
-O bir sentor, Adreanna! Burası da Melez kampı.
-Ne kampı?!
-Melez. Senin baban eski Yunan tanrılarından biriydi, Adreanna. Burası da tanrılar ve insanların çocukları için yapılmış bir kamp. Güvende değilsin Adreanna. Dışarıda seni yakalamak isteye bazı şeyler var. Onun için artık burada yaşamak zorundasın.
Annemin söylediklerini aklımda bir tarttım ve ısrar etmemeye karar verdim. Kapıya doğru yürüdüm. Annem ısrar etmememe şaşırmış gibiydi. Gözleri dolmuştu. Geri döndüm, ona sarıldım ve merak etmemesini söyledim. Annemin sentor dediği adamın yanına gittim ve hazır olduğumu söyledim. Sonra arkamda bana bakan annemle ve yanımda bir sentorla birlikte o kapıdan içeri girdim. Gerçekten, 17 yaşında olmak zor bir iş!