Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Marcela Nina La Vergne

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Marcela V. Martinez
Hestia Rahibesi
Hestia Rahibesi
Marcela V. Martinez


Mesaj Sayısı : 126
Kayıt tarihi : 23/05/11

Marcela Nina La Vergne Empty
MesajKonu: Marcela Nina La Vergne   Marcela Nina La Vergne Icon_minitimeSalı Mayıs 24, 2011 6:38 am

Bavulumun gelmesini beklerken dikkatle kalabalığı inceliyordum. Paris’ten New York’a tek parça gelebilmiş olmam, buralarda bir yerlerde beni öldürmek için pusu kurmuş bir canavar olması gerektiği anlamına geliyordu. Hiçbir melez uzun bir yolculuktan sonra canavarlarla karşılaşmayacak kadar şanslı olmazdı, özellikle de ben.
Benim şanssızlığım çok sevdiğim (!) ikizim Fleur’du. Kalabalığı yararak bana doğru geliyordu ve çok sinirli görünüyordu. Harika! Yine kavga çıkacaktı.
Fleur yanıma gelemeden ben bavulumu banttan aldım ve onu görmemiş gibi davranarak çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Açıkçası o ve en az kendisi kadar sinir bozucu laflarını çekemeyecektim.
Havaalanının kalabalığından kurtulup koca binadan çıktığımda hemen bir taksi çevirdim. Şoför bavulumu bagaja yerleştirirken koşarak kapıdan çıkan Fleur “Marcela bekle!” diye seslendi. Derin bir nefes alarak ona dönerken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Babama ve ikiz kardeşime olan sinirim bir kez daha büyümeye başlamıştı ve ben sinirliyken pek de iyi şeyler yapmazdım.
Küçümseyen bakışlarla benim rüküş halimi süzdükten sonra asla böyle görünmeyeceğim için mutlu olarak biraz sakinleştim ve “Thanatos yine neye kızdı da seni gönderdi?” diye sordum. Ne zaman Fleur’la karşılaşsam kesinlikle babamın sinirini zıplatacak bir şeyler yapmış oluyordum. “Son görüşmemizden bu yana –hani ölümlü Matthew’la çıktığım zamandan bahsediyorum- eğlenceli bir şeyler yaptığım söylenemez.” dedim.
Uçağa binmeden önce üç drakonun saldırısına uğrayıp, o üç serseme bolca işkence yapmamı saymıyordum, çünkü babam çoğunlukla -hatta her zaman- bu davranışımı takdir ederdi. Babamı sevindirecek şeyler yapmayı sevmezdim, ancak bazı zevklerimin acımasız olduğu bir gerçekti. İstemesem de babamla benzer yönlerim vardı.
Fleur düşüncelerimi bölerek “Babam çok dikkat çekmene kızdı.” dedi. Ne?! Bu muydu yani? Sırıtarak “Ben bir La Vergne’yim canım. Dikkat çekici olmam soyumdan gelen bir özellik. Bana bir tane asosyal La Vergne söyle, babamın hizmetine girmeye hazırım. Ah, sen sayılmazsın tabii.” dedim. Şaşkınlık ve sinirle “Ben neden sayılmıyorum?” diye sordu. Bir de soruyor! Sinirle tıslayarak “Senin kanın bozuk güzelim! Annemizin ölümünün suçlularından birine hizmet etmeye başladığın gün kanın bozulmaya başladı ve şu anda bir La Vergne olduğundan bile emin değilim!” dedim. Yüzünde şaşkın bir ifadeyle kalakaldı. Ben şaşırsam bile belli etmezdim, bu kızsa hemen belli ediyordu. Sadece görünüşümüzün aynı olduğu ne kadar da belliydi! Görünüş dışında her şeyimiz farklıydı. Davranış, duruş, giyiniş, hatta bakış…
“Ben bir La Vergne’yim.” dedi kekeleyerek. Ah, ben bunu da yapmazdım. Duygularımı gayet iyi saklıyordum. Şaşkınlığını atıp sinirle “Ben bir La Vergne’yim ve sen de bunu çok iyi biliyorsun! Ayrıca annemiz bizi korumaya çalışırken öldü, babamızla hiçbir alakası yok!” dedi. Bu sözleri üzerine öyle bir kahkaha attım ki etraftakiler delinin biriymişim gibi baktılar. Kahkahamı zar zor dindirip “Sen öyle zannetmeye devam et ufaklık.” dedim. Aslında o benden on dakika büyüktü, ancak davranışları şımarık küçük bir kız gibiydi. Ölümün Efendisi annemizi iki melezle tek başına bırakıp, ölümünü izleyecek kadar gaddardı. Bir de kızlarından birini hizmetçisi gibi kullanması konusu vardı, ama o konuya hiç girmeyecektim. Fleur’u uyarmama rağmen bildiğini okumuştu ve bunu hak etmişti.
Daha fazla zaman kaybetmemek için “Asıl konumuza dönelim. Kimin ya da kimlerin dikkatini çektim de baban bu kadar kızdı?” dedim. Özellikle ‘baban’ bölümünü vurgulamıştım, çünkü babam benden, ben de babamdan nefret ediyordum. Onun gözünde işe yaramaz, sinir bozucu bir kız çocuğuydum ve kimse beni öyle göremezdi.
“Kim olduğunu söyleyemem, ama ayağını denk al Marcela. Babam çok kızgın…” dedi. ‘Çok da umurumdaydı zaten.’ diye düşündüm ve sinsi bir gülümsemeyle “Babam kızgın olduğuna göre sevmediği biri. Bulmam zor olmayacaktır, sonuçta ben bir La Vergne’yim. Her kimse çok seveceğim biri olduğu kesin!” dedim ve sinirli sinirli bize bakan taksiciyi daha fazla kızdırmamak için “Her neyse ikiz, umarım görüşmeyiz. En azından sen hatanı anlayana kadar… Vous voir bientôt!” dedim ve taksiye bindim. Dikiz aynasından merakla bana bakan adama “California Üniversitesi…” dedim ve arkama yaslandım. Dayım beni orada bekliyordu ve az önce başıma gelenlerden ona bahsedersem beni bir daha asla yalnız bırakmazdı.
Ben dayıma neden geç kaldığıma dair söyleyeceğim yalanı düşünürken taksinin büyük bir gürültüyle bir şeye çarpmasıyla kendime geldim. Şeye diyorum, çünkü çarptığımız ya da çarpan şey bir minotordu.
Şoför bayılmıştı ve California olmadığına emin olduğum, bol yeşillikli, deniz kenarı bir yerdeydik. Arabadan çıktım ve koşarak taksiden uzaklaşmaya başladım. Adam bir ölümlüydü ve ona zarar gelmesine izin veremezdim.
Bir süre koştuktan sonra durdum ve “Ölümün Nefesi!” diyerek annemden kalma kılıcımı ortaya çıkardım. Bu kılıcı anneme babam vermiş, ancak annemin uzun süre kullanmaya fırsatı olmamıştı. Her ne kadar babama kızgın olsam da kılıcın muhteşem olduğu bir gerçekti.
Minotor kükreyerek bana doğru koşarken kılıcımı bir kez döndürdüm ve onu beklemeden saldırıya geçtim. Zavallıcık saldırmama şaşırmıştı, ancak çabuk toparlandı ve saldırımı karşıladı. Tamam, çok büyük ve güçlüydü, ancak ben de hızlı ve zekiydim. Ayrıca birçok canavar pataklamıştım ve canavarlar konusunda büyük bir bilgi arşivine sahiptim.
Beklemediği anda sağa kaydım ve o baltasını boşluğa sallarken ben kılıcımı ilk bulduğum yerine sapladım. Minotor acı dolu bir kükremeyle toza dönüşürken arşivime minotoru bir kez daha ekledim. Şu canavarlar gerçekten aptaldı, birçok kez bana saldırmışlardı ve ben birçok kez toza dönüştürmüştüm ve hâla inatla saldırıyorlardı.
Aklıma taksici gelince taksinin bulunduğu tarafa döndüm, ancak ne şoför vardı, ne de taksi. Nereye kaybolmuştu ki? Sonuçta buraya yürüyerek gelmiş olamazdım! Şaşkınlıkla etrafa bakınmaya başladım.
Sol tarafımda deniz vardı, dibinde bulunduğum tepenin üstünde kocaman bir ağaç ve ağacın dalında parıldayan bir şey vardı, ancak ne olduğunu tahmin edemiyordum. Acaba tepenin arkasında yerleşim yeri var mıydı? Nerede olduğumu bilmiyordum ve telefonumu açmak da tehlikeliydi.
Ben böyle düşüncelere dalmış karar vermeye çalışırken arkamdan “Güçlü bir melezsin.” diye bir ses geldi. Korkuyla arkama döndüm ve kılıcımı karşımdaki kadına doğrulttum. Bu kadın son zamanlarda en olmadık yerlerde karşıma çıkıyordu ve bu durum sinirimi bozmaya başlamıştı. Bir Fransız olarak nefret ettiğim kişilere karşı bile kibar davranırdım, bu nedenle tanımadığım bu kadına da kibarca “Kimsiniz?” diye sordum.
Kadın gülümseyerek “Yakında öğreneceksin. Tepeye tırman ve sonra Kheiron’u bul.” dedi ve ortadan kayboldu. Ortadan kayboldu mu!? Ah, bir Tanrıça mıydı o yani? Ayrıca Kheiron derken düşündüğüm kişiyi mi kastediyordu? Birkaç saniye şaşkınlıkla olduğum yerde donakaldıktan sonra toparlandım ve kadına güvenmeyi seçerek tepeye tırmanmaya başladım.
Tepeye tırmandıkça ağaca yaklaşıyordum ve dallarından birine serilmiş parıltılı şeyi daha görüyordum. O Altın Post’tu! Bu durumda Kheiron’da benim gitmeyi çok istediğim, ancak dayımın kesinlikle göndermediği Melez Kampı’nda kahramanları eğiten sentordu. Harika! Tepeye vardığım zaman ağacın altında uyuklayan canavarımsı bekçiyi atlatıp kampın içine doğru ilerlemeye başladım. Kheiron neredeydi acaba?
Kimse benim gizlice girdiğimi anlamasın diye her zamanki kendini beğenmiş kız maskemi taktım ve en yakınımdaki meleze “Hey! Kheiron’u gördün mü?” diye sordum. Melez “Bak, geliyor.” diyerek sol tarafı işaret etti. O tarafa döndüğümde bir an Kheiron’la göz göze geldik. Sanırım benim tanımadığı bir melez olduğumu anlamıştı, çünkü suratında anlamını çözemediğim bir ifade oluşmuştu. Ben tam işimin bittiğini düşünürken Kheiron beni çok şaşırtarak “Marcela, benimle gel. Seninle konuşmam gereken şeyler var.” dedi. Uslu uslu peşinden gittim ve kampın ortasındaki bir eve girdik. Kheiron sakince anlatmaya başlarken şaşkınlığım ve mutluluğum hızla büyüyordu. Fark etmeden yeni bir maceraya dalmıştım ve bu macera hepsinden daha büyüktü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Marcela Nina La Vergne Empty
MesajKonu: Geri: Marcela Nina La Vergne   Marcela Nina La Vergne Icon_minitimeSalı Mayıs 24, 2011 6:43 am

Rp puanı: 100, tebrikler.


/Admin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Marcela Nina La Vergne
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Marcela'yla Rp
» ~Marcela V. Martinez~
» Marcela Da Arar...
» +Marcela Violetta Martinez+
» Nina Sayers

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: