Paul, Yunan kampına geldiğinde bir ulaşım aracı olarak pegasus kullanması gerektiğini biliyordu. Bu işi hep ertelese de artık bir pegasusun gerekli olduğunun farkına varmıştı. Kulübedeki işlerini bitirdikten sonra pegasus ahırlarına gitmeye karar vermişti. Kampa geldiğinden beri yaptığı hiç bir işten memnun değildi, zaten pek bir şey yaptığı da söylenemezdi. Dersliklere girmesi gerektiğini biliyordu ama canı hiç istemiyordu. Çünkü o zaten kılıç kullanmayı, pegasusa binmeyi biliyordu. ''Belki bugün güzel bir pegasusu sahiplenirim.'' diye düşündü ve pegasus ahırlarına doğru yürümeye başladı. Ahırlara yaklaştığında iki kişinin halatlarla bile zor tuttuğu bir pegasus gördü. Pegasusun vücudu gece karanlığını andıran siyah bir renkteydi. Yelesi, alevli haliyle ne kadar ihtişamlıydı! Kuyruğu da aynı yelesi gibi alev alevdi. Kıpkırmızı gözleriyle ne kadar da kudretli gözüküyordu! Vücudundan resmen enerji akıyordu! Diğerleri bunu nasıl göremiyordu? Vücudundaki kırmızımsı noktaların hareketli olduğuna yemin edebilirdi Paul. Pegasusu incelerken göz göze geldiğinde beyninin tıkıt tıkır çalıştığını hissetti, sanki kaybolan bir şeyi bulmuş gibiydi. Onu işaret ederek ''Sen! Sen Atrum'sun!'' dedi. Pegasus bütün kudretiyle kişnedi ve halatları kopardı. Pegasusu tutanlar iplerin kopmasıyla yere yuvarlandılar. Hayret içinde Paul'a bakıyorlardı. Sanki Paul, pegasusun kaybolan hafızasını geri getirmişti. ''Nasılsın Atrum? Seni nereden hatırladığımı bilmiyorum ama kesinlikle ismini biliyorum. Sana bu ismi ben vermiştim. Bu, latincede ''Karanlık'' demek.'' Atrum onaylarcasına kişnedi ve şaha kalktı. Etraftakiler şaşkın şaşkın onları izliyordu. Atrum mükemmel bir pegasustu. Alev yelesi ve kırmızı gözleri, onu çok havalı yapıyordu. Tam Paul'a göre bir pegasustu Atrum. ''Bak Atrum, seni tanıyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum. Şu an bunun bir önemi yok. Başkasının seni almasına izin veremem. Sen artık benim pegasusumsun!'' Atrum yeri göğü inleterek kişnedi ve kanatlarını çırptı. Kanatlarını açtığında Paul hayretler içinde kaldı. Beklediğinden çok daha büyüktü Atrum'un kanatları. Paul'a üstüne binmesini istermiş gibi kişnedi. Paul da istediğini yaptı. Atrum'a bindiğinde ondaki enerjiyi, hırsı, gücü hissetmesi zor olmadı. Ve birden havalandılar. Atrum birkaç defa kanat çırptıktan sonra bir gökdelenin iki katı yüksekliğe erişmişti. Bulutların arasından ışık hızında geçiyorlardı sanki. Paul iyi bir binici olmasına rağmen Atrum'u kontrol etmede zorlanıyordu. Atrum, Paul'un daha önce bindiği pegasuslara göre daha hızlı, daha çevik, daha zeki ve daha hırçındı. Acaba bu pegasus da Paul gibi Romalı olabilir miydi? Paul bunları düşünürken çok fazla havalandıklarını fark etti. ''Bu günlük bu kadar yeter ha? Hadi aşağı inelim.'' dedi. Atrum Paul'un istediğini yaptı ve kamp meydanına indiler. Etraftaki melezler Atrum'a hayranlıkla bakıyordu. ''Daha sonra görüşürüz eski dostum.'' dedi Paul. Atrum havalandı ve gözden kayboldu. Paul da mutlu bir şekilde plaja doğru yürümeye başladı. ''Sonunda Yunan kampında bir işi becerebildim. Burayı sevmeye başladım.'' diye geçirdi içinden...