Midemi altüst eden bir saniyeden sonra geldiğim yeri görünce zaten boş olan midemdeki azıcık besini de çıkarmamak için kendimi zor tuttum. Tartarus’un kenarındaydım ve asıl korkunç olansa buranın Tartarus olduğunu nereden bildiğimi bile bilmeyişimdi. ‘Rüyalarımdan birinde görmüşümdür de, hatırlamıyorumdur.’ diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışsam da başarılı olamıyordum. Böylesine korkunç ve tiksinç bir yeri unutmam ne kadar kolay olabilirdi ki? Evrenin en korkunç varlıkları dipsiz gibi görünen bu çukurda hapisti ve çıkmak için aklımızın alamayacağı şeyleri deniyorlardı.
Ben böyle düşüncelere dalmışken sert bir ses “Sabaha kadar seni bekleyemeyiz melez.” diyerek düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı.
Sesin geldiği yöne döndüğümde kulaktan dolma bilgilerime dayanarak Tanrı Hades ve Tanrıça Persephone’nin karşısında durduğumu anladım. Küçük bir reveransla yeraltının hükümdarlarını selamlarken üstüme çektiğim öfkeyi azaltmayı umuyordum. Üçüncü oyun yeraltında olduğuna göre onları kızdırmam benim için pek hayırlı değildi.
Tanrı Hades “Oyunun ismi Halat, senden beklenen şey ise Tartarus’un derinliklerine doğru sarkıttığımız halata tutunarak ne kadar süreceği belli olmayan bir süre boyunca orada asılı kalman.” diyerek oyunu anlattığında bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Halatla
sarkıtıldığımız yerin Tartarus olması mı, yoksa biri bizi almaya gelene kadar halata tutunamayıp düşersek kurtarılmayacak olmamız mı daha kötüydü karar veremiyordum.
Cesur görünmeye çalışarak kenara doğru yürüdüm ve sıkı sıkı tutunarak halatın ucuna doğru kaymaya başladım. Aşağı doğru gittiğim her santimde dipsiz çukurdan yükselen korkunç sesler artıyor ve orantılı olarak korkumu artırıyordu. Halatın ucuna geldiğimde kendimi çukurun dibinde gibi hissediyordum. "Umarım çok uzun sürmez." diye mırıldandım ve sesleri duymamaya çalışarak beklemeye başladım.
Ağırlığımın etkisiyle aşağı doğru kaydıkça halata biraz tırmanarak ne kadar süre beklediğimi bilmiyordum. Kötülerin korkunç sesleri dışında hiç ses yoktu ve ben yorulmaya başlamıştım. Acıkmamı saymıyordum bile. Uyanır uyanmaz buraya geldiğim için hiçbir şey yiyememiştim ve karnım resmen orkestra kurmuş, konser veriyordu. ‘En azından uykum yok.’ diye düşünerek kendimi avutmaya çalışsam da korkum ve açlığım tüm iyi düşüncelerimi tüketiyordu.
Uzun bir süre daha halattan sarktıktan sonra düşüncelerim ‘Halatı bırakıp tüm dertlerimden kurtulsam ne güzel olur.’ gibi manyakça bir değişime uğramıştı. Bilincim ve mantığım inatla bu ve bunun gibi düşüncelerle savaşırken kaybetmeye başladıklarını fark etmek hiç zor değildi.
Kader Tanrıçaları’na buradan sağ salim çıkmam için dua ederek uzun bir süre daha beklerken bir yandan da bu oyunda Kronos’un da parmağının olup olmadığını düşünüyordum. Zaman çok mu yavaş ilerliyordu, yoksa saatlerdir –hatta günlerdir- burada mıydım?
Düşünmek için bolca vaktim vardı ve ben düşüncelere daldığım zaman her şeyi unuturdum, hayatımın bağlı olduğu halata tutunmayı bile. Terlemiş olan ellerim dalgınlığımdan faydalanıp çözüldüğünde çok kısa bir süre öleceğimi düşünmüş ve çığlık atmıştım. Ölecektim ve bunun sebebi dalgınlığım olacaktı. Fakat melez reflekslerim devreye girip son anda halata tutunduğumda, içimde filizlenen mutluluk tohumları beraberinde cesaret ve yaşama sevincini de getirmiş oldu. Ne pahasına olursa olsun buradan kurtulacaktım ve ilk işim midemdeki konseri bitirmek olacaktı.
Bana birkaç saat gibi gelen bir sürenin sonunda Tanrıça Persephone’ye ait olduğunu düşündüğüm bir ses “Oyun bitti melez. Yukarı gelebilirsin.” diye yankılandı. Peki, ben bunu nasıl yapacaktım?
Yukarıdan söylemesi kolaydı tabii, kolaysa burada onlar sallansaydı. Halatın kestiği ellerimin acısını umursamamaya çalışarak yavaş yavaş tırmandım. Acelem yoktu, acele edecek halim de yoktu.
Zorlukla yukarı tırmandığımda ellerim kan içindeydi ve açılan yaralar acıyla zonkluyordu. Yemeği biraz ertelemem gerekecekti, ilk önce yaralarımı sarmalıydım. Kafamı kaldırdığımda kendimi kamp meydanında, bir yarığın yanında, şaşkınlıkla bana bakan melezlerin ortasında bulunca sinirle "Bana öyle bakmayı kesin, hıncımı sizden
çıkarmayayım!" diye bağırdım ve revirin yolunu tuttum. Umarım ellerim çabuk iyileşirdi, yoksa bu bittiğimin resmi olurdu.