Herkes yanında ata benzeyen ancak kanatları olan değişik bir hayvanla ortalıkta dolanıyordu. Bazı kitaplarda adının ‘Pegasus’ olarak geçtiğini hatırlıyordum. Yoksa ‘Unicorn’ muydu? Netice değişik ve çok çekici yaratıklardı. Bazıları atların olamayacağı şekilde kırmızı, mavi, yeşil ve ona benzer renkteydiler. Kimilerinin yeleleri yanıyor kimisinden pırıltılar dökülüyordu. Benim de olabilirdi bence? Buraya geleli çok olmamıştı belki ama sorun olacağını sanmıyordum. Birine sorduğumda beni bir binanın yanına getirdi. Kapısında bırakıp iyi şanslar diledi.
Kapıyı açmamla yüzümü kötü bir kokunun yalaması bir olmuştu. Yüzümü buruşturdum ve içeriye ilk adımımı attım. İçerideki box’larda bir çok at kafasını çıkartmış dışarıya bakıyordu. Bazıları çok küçük olsa da genelde büyük atlar vardı. İyice yaklaştığımda bunlarında kanatları olduğunu gördüm. İlerliyorken bir yerin boş olduğunu farkedip iyice yaklaştım. İçerisi de diğer yerlere kıyasla karanlık, hatta kapkaraydı. Biraz daha yaklaştım. Arkada bulunan havalandırma penceresini bir şeyin kapattığını gördüm. “Hey.” İçerde bir kıpırdanma olunca irkilerek geriye doğru gittim. Simsiyah, gölge gibi şeyin bana yaklaştığını gördüm. İki gözünün arasında beyaz damlatılmış gibi küçük bir lekesi dışında simsiyah bir pegasustu bu da. Az önce kırmızı olan gözleri şimdi açık maviydi. İlk başta yanlış gördüğümü düşünerek dikkatlice baktığımda gözleri laciverde dönmüştü. İlk başta tepeden bakıyordu ki gerçekten kötüye işaretti. Meydan okuyordu. Sonra yavaşça burnunu uzattı. İçimde bir rahatlama kol gezdi. Yavaş, olabildiğince yavaş bir şekilde çenesine dokundum. Korkuyordum ama onun yanından girmek istemiyordum. Gözleri tekrar açık maviye döndü. Kafasını yana kırarak elime sürttü. “Merhaba. Cam ben. Sanırım artık… düşman gibi davranmayacaksın bana.” Sert bir şekilde soluğunu bıraktı; cevap verir gibi. Aslında onunla konuşmam çok mantıksız görünse de hayvanlarla anlaşmanın, onun seni tanımasının en iyi yolunun konuşmak olduğunu biliyordum. “Sana ne diyelim biliyor musun? Rashae. Evet, sana çok yakıştı, Rashae.” Elimi yumuşak çenesinden alnındaki beyaza götürdüm. O ise gözlerini kapatmış, alnını okşamama izin veriyordu.