Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 =Rue=

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Rue Katnilys




Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 09/05/11

=Rue= Empty
MesajKonu: =Rue=   =Rue= Icon_minitimePtsi Mayıs 09, 2011 6:19 am

“Hey, diye seslendim, Hey, dur! Beni de bekle!”
Harika, dedim kendi kendime. Saat 09:00 ve ben okulumuza giden son otobüsü de kaçırmıştım. İnanın, o anda Madam Charles‘nin özel kahvaltısına saydırdığım lanetleri duymak istemezsiniz. Uzun kahvaltılardan nefret ederim.

Madam Charles, benim yurttaki bakıcım. Dünyada onun kadar duyarlı ve sevgi dolu bir insan göremezsiniz. Açlıkla boğuştuğu halde, yurtta gönüllü olarak çalışıyor. Genelde onu ilk ismiyle çağırmamı ister ama her gün karşınıza saygıyı hak eden biri çıkmıyor.
Yurdumuz, New York’un ortasındaki yedi yıldızlı bir otele benziyor. Anlayacağınız özel bir yurt. Özel yurt nasıl oluyor diye sakın sormayın. Bir insanın ebeveynleri yoksa nasıl para verebilir ki? Adı üstünde; orası bir kimsesiz çocuklar yurdu. -Benim paramı kimliği belirsiz çok sevgili bir şahıs altınla ödüyormuş. En azından müdür böyle söylüyor. Kimin umrunda? Bir insan sekiz yaşına kadar sevgisiz büyütülüyorsa minnet duymayı da öğrenemez, öyle değil mi? Ben şimdi 15 yaşındayım ve sekiz yaşımdan beri Madam Charles‘nin huzur verici kollarında büyüdüm. Diğer çocukların paralarının nasıl ödendiğini ise sır gibi saklıyorlar. -
Orada pek fazla kişi var diyemeyiz. Aşağı yukarı elli kişiden oluşuyoruz. Yurt herkese özel bir bakıcı, bir öğretmen (Öğretmen tamamen gereksiz. Hem okula gidip hem de özel ders almanın bize hiçbir faydası olmuyor.) ve bir oda tahsis ediyor.
Otobüsü kaçırdığım zamana geri dönersek… Yürümek yaklaşık yarım saatimi alırdı. Bu durumda ilk derse de giremeyeceğime göre okula gitmenin ne anlamı vardı ki? Bende kimsenin gitmediği SSNew Parkı’na gidip gölge bir yerde, çok heyecanlı bir bölümünde olduğum Notre Dame’ın Kamburu adlı kitabımı okuyabilirdim. Şimdi düşünüyorum da hiç gitmesem hayatım ne kadar renksiz kalacakmış.


Sonuçta oraya gittim ve çok hoş bir salkım söğüt ağacının gövdesin kenarına iliştim. Böyle sessiz ve doğal ortamlarda kitap okumaya bayılırım. Kara Cübbeli Rahip, Yüzbaşı’yı tam bıçakladığı sırada başımda keskin bir sızı hissetim. Biri başıma sert bir cisimle vurmuştu. DEHB hastalığım sağolsun hemen ayağa fırladım ve arkama döndüm. Belki birazdan söyleyeceklerime inanmayacaksınız ama olan aynen şuydu: Az önce bahsettiğim salkım söğüt ağacının içinden saçları örülü, çok hoş ve yeşil tenli (!) bir kız çıktı. Elinde, muhtemelen bana bununla vurduğunu tahmin ettiğim bir dal parçası tutuyordu. Bakışları öfke doluydu.

Tiz sesiyle:

“Şuraya bak! Git ve ona yardım et! Haydi, çabuk o tarafa gitsene!” derken sopasıyla sağ taraftaki koruluğu işaret etti.

Korktuğumu itiraf etmeyeceğim. Bu yüzden sadece o yaratığı daha fazla kızdırmamak için çantamı ve kitabımı kaptığım gibi gösterdiği yöne doğru koştum. Üzerinde ismim, Rue yazılı anahtarlığım cebimden sarkarken şıngırdayıp duruyordu. Bu ses o anda sinirlerimi iyice gerdi.

Sanırım burada bir ayrıntıyı daha anlatmam gerekecek. Benim soyadım yok. Yurt genelde herkese istediği soyadını verme yetkisine sahiptir. Ancak ben soyadı istemediğimi söyledim. Şansıma yurt bu isteğimi geri çevirmedi. Nüfus cüzdanımda bile soyadı kısmı boş. Bir insanın anne-babası yoksa, neden soyadı olsun ki?

Birden durdum. Çünkü kulağıma ‘gıırçç, şırrrkk’ gibi sesler geliyordu. Bu aklıma nereden geldi ya da daha önce nereden duydum bilmiyorum ama bu sesler bana kılıç çarpışması gibi geliyordu. Sesler gittikçe yaklaşıyordu. Arada bir toynak sesleri duyuyorum sandım ama daha sonra “Yok artık,” diye düşündüm. “İyice hayal görmeye başladın kızım , Rue” Bu düşünceden güç alarak birkaç adım ilerledim. Ancak daha fazla ilerlememe gerek kalmadan onları gördüm. Yoksa o yaratığı ve çocuğu mu demeliyim? Hemen bir ağacın arkasına gizlendim.

Çocukta bir anormallik yok sayılırdı. Benim yaşlarımda gösteriyordu. Yüzünde pis bir sırıtış vardı. Yaptığı garip tek şey karşısında ki ‘yaratık’la kılıç dövüşü yapmasıydı. Yaratığa gelince… Yüzü bildiğiniz yaşlı bir adamı andırıyordu. Ancak uzun saçı ve sakalı beyaz değil, kahverengiydi. Yüzünde derin çizgiler olmasına rağmen yaşını anlayamıyordunuz. Bu adamda bir anormallik yok sandınız değil mi? Çok yanılıyorsunuz. Çünkü adamın belden aşağısı attı! Evet, bildiğiniz dört kıllı bacağı ve toynakları olan bir at! Yanlış hatırlamıyorsam, tarih dersinde, antik yunan mitolojisinde bu yaratıklara ‘sentor’ dediklerini duymuştum. Onlar konuşana kadar hayal gördüğümü sanmıştım ama bir yandan kılıçlarını dövüştürürken bir yandan da şöyle bir diyalog kurdular:

Çocuk, sentora:
“Yazık Kheiron, formunu kaybetmişsin.” Dedi ve bir kahkaha patlattı.

Sentor ise şöyle yanıt verdi:
“Biliyorsun Travis, ben ok ve yayı tercih ederim. Ama seni kılıçla bile yenebilirim.”

“Hah, hiç sanmam.”

Nitekim Kheiron, Travis’in kılıcını düşürmesini sağladı. Ne yazık ki kılıç benim ayağıma kadar resmen uçtu ve ayağıma düştü. Bu kadar ağır oldukları tahmin etmemiştim. İster istemez “Ah!” diye bir ses çıkardım. İkisi de dönüp bana baktı.

Travis:
“Sende melez misin?”

Ben:
“Efendim?!”

Travis:
“Sence yanımdaki nedir?”

Ben:
“Delirdiğimi düşüneceksin ama sanırım o bir sentor.”

Nasıl bu kadar dürüstçe yanıt verdiğimi bilmiyorum, sadece içimden gelmişti işte. Çocuk ve sentor bir süre bakıştılar. Sonunda Sentor:
“Haydi sırtıma atla, gidiyoruz.” Dedi ve ben hiç düşünmeden bindim.



On dakikalık hızlı bir yolculuktan sonra çok büyük bir kampa vardık. Sol tarafımda insanın iştahını kabartan geniş çilek tarlaları gördüm. Tam sağımda ise diğerlerinden çok daha büyük gözüken bir çam ağacı vardı. Dallarından birine asılmış altın bir post (!) bile vardı. Daha sonra altın rengi spreyle bunu boyamış olduklarını düşündüm ama içimden bir ses bu postun çok daha farklı bir hikayesi olduğunu söylüyordu. Ağacın dibinde dev bir teneke yığını vardı ama bunun üstünde kafa yormadım. Nasılsa daha sonra bunu görebilecek çok vaktim olacaktı. Tahtadan yapılmış bir köprü-kapının altından geçtik. Üstünde Melez Kampı yazıyordu. Görüş açım buradan çok kısıtlıydı. Karşımda yalnızca Beyaz Saray’a benzeyen bir yapı ve yanında da voleybol kortları görebiliyordum. Onların arkasında ise bir göl ve bir ırmak dere olduğunu az çok seçebildim.

Ben bunları incelerken Kheiron “Karşıdaki Büyük Ev’e gidiyoruz. Orada bana her şeyi anlatırsın. Travis, sen de artık kulübene dönebilirsin.”
Büyük Ev’e (!) gitmeden önce söylediğim son söz “Orası ev mi yani?” oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

=Rue= Empty
MesajKonu: Geri: =Rue=   =Rue= Icon_minitimePtsi Mayıs 09, 2011 11:36 pm

Rp puanı: 80.


/Admin.

(Kullanıcı ismini ad-soyad biçiminde oluşturman gerekiyor.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
=Rue=
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: