5- Bir pegasus edineceksin!
Mekan: Pegasus Ahırları
Katılacaklar: Sen ve pegasusun.
Kampa yeni gelen Zeus çocuğu olarak, kendime en kısa zamanda bir pegasus edinmem gerektiğini biliyordum fakat daha önce denemiş olmama rağmen hiçbir pegasus ile aramda bir uyum sağlayamamıştım. Ben sinir bozucu ve kıl bir çocuktum, pegasusların çoğu benim için fazla asabi veya fazla sakindi. Bu gidişle hiçbir zaman bir uçan atımın olmayacağını düşünmeye başlamıştım. Aslında bunu pek fazla önemsediğim de söylenemezdi, ben zaten konu hava olduğunda her zaman uçmanın bir yolunu bulurdum. Yine de... Kamptaki bazı kişileri görüyordum. Pegasuslarıyla birer dost olmuşlardı. Ben de böyle bir dostumun olmasını istiyordum. Belki de bunu düşündüğümden çok daha fazla arzuluyordum. Pegasus ahırlarının önündeki açıklık alanda yere oturmuş, ne yapabileceğimi düşünüyordum. Derken, gökyüzünde aniden bir şimşek çaktı. Ne olduğunu bilemez halde telaşla ayağa kalkıp kılıcımı kınından çektiğimde, yaşlı bir adamın karşımda durmakta olduğunu gördüm. Birkaç saniye içinde şok olmuş vaziyette, o adamın babam Jüpiter'den başkası olmadığını anladım. "Jüpiter! diye bağırdıktan sonra Tanrı'nın önünde saygıyla eğildim ve kılıcımı tekrar kınına geçirdim. Tanrı Jüpiter -yani Yunanların deyimiyle Zeus- ondan beklenmeyecek kadar içten bir şekilde güldükten sonra "Demek bu Yunan pegasuslar senin için fazla uysal, öyle mi?" diye sordu. İlk başta ne diyeceğimi bilemedim fakat sonra başımı olumlu anlamda salladım ve"Şey... Aslına bakarsan, evet." cevabını verdim. Zeus bana babacan olduğunu söyleyebileceğim bir bakış attıktan sonra,"O halde bugün kampa eşi benzeri olmayan bir pegasus geldiği için, çok şanslısın." dedi ve bir anda ortalıktan kayboldu. Kaşlarımı çatarak ne olduğunu anlamaya çalışırken, birkaç metre uzağımda iki kişinin iplerle bağlamış oldukları bir pegasusu ahırlara doğru sürüklemeye çalıştıklarını gördüm. Pegasusun rengi havadaki bulutları andıracak tonda, mavi ve moru andıran bir griydi, kanatlarının uçları ise resmen beyaz parıltılar saçıyordu. Sürekli hareket etmeye çalıştığı için toynaklarının da kanatlarının uçları gibi bembeyaz olduğunu, biraz geç fark edebilmiştim. Kuyruğu ve uzun yelesi de aynı derecede ışık saçıyordu. Gözleri, güzel bir ikindi vaktini andıracak koyu maviydi, boncuk gibiydi. Alnında ise beyaz bir işaret vardı. Bu işaret, benim hala sahip olmadığım fakat Marcus'un kolunda görmüş olduğum Jüpiter dövmesinin aynısıydı. Beyaz işaret, pegasusa daha artistik bir görünüş katıyordu. Karşısında ne kadar süre hareketsiz kaldığımı bilmiyordum ama bu pegasusun beni gerçekten büyülemiş olduğundan emindim. En sonunda kendimi toparlamayı başarıp onu dizginlemeye çalışan melezlerin yanına koştum ve "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz? Ahırlara girmek istemiyor işte!" diye bağırdım. Sözlerim üzerine gökyüzünde yine kan dondurucu bir şimşek çaktı ve asi pegasus bir anda iplerden kurtulmaya çalışmayı bırakıp, ön ayaklarını kırarak önümde eğildi. Ne yapacağımı şaşırmış bir halde ben de hafifçe eğildikten sonra ona kalkmasını işaret ettim. Pegasusu ahıra sokmaya çalışan çocuklar, aramızdaki bu selamlaşma seramonisine bakakalmışlardı. Suratıma yerleşen kendinden emin gülümseme eşliğinde "Melez Kampı'na hoş geldin, Procella." dedim. Procella kelimesi, Latince kasırga anlamına geliyordu. Latince'yi nereden bildiğimi veya pat diye bu ismi nereden bulduğumu bilmiyordum ama karşımdaki pegasusa tam olarak uyan bir isim olduğundan emindim. Procella ismini beğendiğini belirtmek için hafifçe kişnedikten sonra, yanındaki çocuklara onu serbest bırakmalarını işaret ettim. Bu asi çocuk ile kısa bir gezintiye çıkmanın bir zararı olmazdı.