Yol boyunca hiç konuşmamıştım. Haliyle havada gerginlik hakimdi ama şu an bunları düşünemezdim. Benim düşündüğüm gerçekten Gaia'nın uyanıp uyanmıyor olduğuydu. Eğer uyanıyorsa buradan sağ çıkabilecek miydik, eğer uyanmıyorsa bunca tehlikeye girerek boşuna buralara gelmiştik. Bir süre sonra pegasuslarımızdan indik ve Diablo Dağı'nın eteklerine doğru yürümeye başladık. Bu dağın ismi bana çok hoş şeyler anımsatmıyordu ama şu an düşünmem gereken bu değil, buradan nasıl sağ çıkabileceğimizdi. Durdum ve Andy'e "Seni de bu işe karıştırarak aptallık yaptım." dedim. Andy de bana çıkışarak "Beni sen katmadın ki, ben kendim dahil oldum. Ve Lexi, eğer burada başımıza herhangi bir şey gelirse, bil ki seninle birlikte geldiği için mutluyum." dedi. O an öyle bir duygu seli yaşıyordum ki neredeyse gözyaşlarımı tutamayıp dağı inletircesine ağlayacaktım ama soğukkanlılığımı korumalıydım. Andy'e sıkıca sarıldım ve "Ben de kardeşim." dedim. Andy kendimi zor tuttuğumu fark etmiş olacaktı ki bu havayı dağıtmak istercesine ileriye doğru yürüdü. Ben de onu takip etmeye başladım. Ama bir gariplik hissediyordum, sanki yürüdükçe ayağımız toprağa batıyordu. Etrafta çamurdan eser hiçbir şey yoktu ama sanki çamurda yürür gibi ayağımız batıyordu. "Aman tanrılarım, bu Gaia'nın belirtisi olsa gerek." dedim. O an içimden "Tamam, Gaia'nın belirtilerini bulduk, hadi şimdi eve dönelim." demek geliyordu ama artık geri dönemezdik, bu korkaklık olurdu. Andy'nin endişeli bakışlarına ben de aynı şekilde cevap verdim ve sanki Andy düşüncelerimi okurmuşçasına "Devam etmeliyiz Lexi, biliyorsun değil mi ?" diye sordu. Başımla onayladım ve cesaretimi toplamaya çalıştım.
Nihayet dağın zirvesine yaklaştığımızda önümden giden Andy'nin dehşete düşüş bir şekilde kaldığını fark ettim. "Ne oldu Andy'm?" diye sorunca cevap vermeden eliyle karşıyı işaret etti. İşaret parmağının gösterdiği yere bakınca bir futbol sahası büyüklüğünde yeşillik bir alanın ortasına bir gigantın kamp kurduğu gördüm. Gigantın önünde koca ağaç kütüklerinden yakılmış mor renkli bir alev yanıyordu. Gigant yaklaşık altı-yedi metre boyundaydı, belden yuklarısı insanımsıydı ama belden aşağısı sanki...ejderha gibiydi. Bütün bu ürkütücülükler yetmiyormuş gibi gözlerinden beyaz bir ışık çıkıyordu ve beline kadar örülmüş saçlarından kemikler sarkıyordu. Şu an ne yapacağımı o kadar bilmez durumdaydım ki Andy'nin doğal strateji becerisine güvenerek "Planımız ne Athena kızı Andrea ?" diye sordum.