Melez kampına yeni gelmeme rağmen günlerin çok yoğun geçtiğini anlayabilmiştim. Kulübe liderimiz Alexis bana yardımcı olmaya çalışıyordu ama bir sürü işi olması nedeniyle pek yardımı dokunmuyordu. Ben de her şeyi kendi başıma anlamak zorunda kalıyordum. Ama bundan şikayet ettiğim söylenemezdi. Zaten ben her şeyde tek başımaydım.
Akşam olup yemek vakti geldiğinde Alexis beni bulup yemek gazinosu denen bir yere götürdü. Yemekte taze pişmiş et ve elma vardı. Yemek sırasına girdik. Alexis önümdeydi. Aslında bana yardımcı olması gereken Alexis değil David'di. Kulübe lideri oydu ama duyduğuma göre yeni lider olmuştu. O yüzden benimle Alexis ilgileniyordu.
Alexis ve ben yemeğimizi aldığımızda Alexis beni sıradan, dört kişilik bir masaya götürdü. "Burası Hypnos masası. Herkes kendi tanrı ebeveyninin masasında oturur." dedi. Tam oturduğumuz sırada çevrede bir dalgalanma oldu ve herkes tabaklarını eline alarak ayağa kalkmaya başladı.
Sorarcasına Alexis'e baktım. Sorumu anlamıştı. "Bu bir zorunluluk." dedi. "Yemeğe başlamadan önce her melez tabağının bir kısmını şuradaki ateşe döker ve dökerken ebeveyninin ismini söyler. Bir çeşit adaktır bu."
Bu ne saçma bir gelenekti böyle. İlla bunu yapmamız gerekiyor muydu? Bunu Alexis'e sormamıştım tabii çünkü zorunlu demişti. Bunun üzerine tabağımı alıp ateşin önünde duran melezlerin arkasına geçtim. En sonunda sıra bana geldiğinde tabağımdaki etlerden bir kısmını ateşe döküp "Hypnos'a," dedim. Sonra hemen masaya geri döndüm. Orada beklemekten ayaklarıma kara sular inmişti valla. Her gün böyleyse bu melezlere acıyordum doğrusu. Ama eğlenceli oluyordu. En azından monoton değildi. Monotonlukları hiç sevmezdim.