Bu sabah başım çok ağrıyordu sanki sabah başımın üstünde Empire State binasını 1 saatte kurmuş ve başımın üstüne yıkmışlardı. Zar zor yatağımdan kalktım hizmetliyi çağırdım bir ağrı kesici istedim. Ağrı kesiciyi içtikten 5-10 dakika sonra ağrı geçti ya da ben öyle sanıyordum DEHB ve disleksi yüzünden hem yazıları doğru düzgün okuyamıyor bu yüzden okulda alay konusu olmuştum hemde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Neyse ki başımın ağrısı fazla sürmemişti. Şimdi size kendimi anlatayım. Ben Kratos bana annem ve babamın bir kazada öldüğünü ve yetimhanede büyüdüğümü söylediler. Küçük yaştayken babam dediğim Marc ve annem dediğim Emily’e büyüttü. Stevan kısır olduğu için çocuk yapamamışlardı ve yetimhanede beni gördüler ve çok tatlı olduğumu düşünüp evlatlık edindiler ve öz çocuklarıymışım gibi büyüttüler. Stevan saygı duyulan bir diplomat bu yüzden yaşamımda hiç sıkıntı çekmedim hep lüks içindeydim, Emily’de çocukları çok seven bir hayırsever bir sürü çocuklar için kurulmuş hayır kurumunda çalışıyor ve çok tatlı biri. Stevan uzun boylu, ciddi yapılı biri, gözleri ve saçları kömür siyahı, teni bronzlaşmış ve birazda yapılıdır. Emily ise Marc’a göre çok narin ve Stevan kadar uzun boylu, onun saçları altın sarısı, gözleri deniz mavisi yani Marc’ın tam zıttı bir yapıda ama onla yan yana durunca çok uyumlular. Ben en iyisi biraz kendimden bahsedeyim bende onlara göre kısa kalırım boyum 1.60’larda, saçlarım kumral, gözlerim Emily’nin gözleri gibi masmavi ama ne cılızım nede kilolu normal bir yapıdayım, saçlarım düz ve kısa kesim, kendimden de her zaman eminimdir. Neyse bu sabah başımın ağrısı geçince kalktım ve koca gar dolabımın kapısını açtım Emily her ay gar dolanımı yeniliyordu ve bugün okulun başlangıcı olunca bu ay erken yenilemişti ve bunların arasında en sade olanı seçtim ve üstüme de bir kısa kollu t-shirt giydim. Aşağı inince kahvaltının hazır olduğunu gördüm hep böyle olurdu zaten bir iki parça bir şey atıştırıp masana fırladım. Emily ve Stevan’ı öpüp dışarı çıktım limuzin dışarıda hazırdı ve şoför beni görünce kapıyı açtı arabaya atladım ve arkada yayıldım. Okul bizim oturduğumuz yere 1 saat uzaktaydı ve benimde hiç boş boş oturmaya niyetim yoktu her hafta arabadaki cdlik yenilenirdi ve arasından bir tane macera filmi seçtim arabadaki televizyonun girişine taktım ve okula varana kadar filmi izledim. Okulun önüne geldiğimizde filmin daha 30 dakikası vardı sırf filmi izlemek için okulun ilk gününde ilk derse girmedim ve bundan hiç pişman da değildim. Çantamı sırtlanıp okulun girişine geldim burası normal bir devlet okuluydu benim önceden gittiğim özel okullara göre çok sıradandı. Bana çok sıkılacakmışım gibi geldi ve okula ilk adımımı attım. Ben girdikten 10 dakika sonra zil çaldı ve herkes dışarı akın etti. İlk ders daha doğrusu benim girdiğim ilk ders tarihti öğretmenizim adı Martin Jhons’du topala benziyordu iki tane destekle yürüyordu ve tıpkı bir keçi gibi sekerek gidiyordu. Derste eski yunan mitolojisini işledik Kronos’un tanrılarla savaşı, Tanrıların Kronos’u yenmesi sonra Gaia’nın çocukları olan Giganların savaşını anlattı ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Tüm gün böyle akıp gitti. Okuldan çıkarken müdürün beni odasına çağırdığını söyleyen bir öğrenci geldi. Bende bunun üzerine müdürün yanına gittim kapıda garip bir ad yazıyordu disleksi yüzünden ne yazdığını anlayamadım ve kapıyı çalıp içeri daldım. Müdür karşımda beni bekliyordu 2. kattaydık ve oda dışarı çıkan öğrencileri izliyordu.”Kratos ilk gülden okula geç kaldın ve bunu nasıl açıklayacaksın” biraz endişeli bir tavırla ve korkuyla Bay John’a baktım. Nedense içimde bir ses çabuk oradan çık diyordu bu benim içgüdülerim değil sanki dışarıdan gelen bir sesdi ama sadece ben duyuyordum ve sesin erkek ya da bir bayan sesimi olduğunu anlayamıyordum. O sırada Müdür hızlı bir şekilde arkasını döndü ve bana sanki içimi deşen bir çift gözle bakıyormuşçasına gözlerime baktı. Gözlerim yanıyormuş gibi oldu ”Kratos cevabını bekliyorum” kekeleyerek ”u-u-u-uyanamadım efendim ben neden korkuyordum ki Marc’a söylememle müdürü ülkenin en ücra köşelerine gönderebilirdi ama içimde büyük bir korku vardı. ”Bana yalan söyleme Kratos Hershlag! Seni öldüreceğim!” önce Bay John’un şaka yaptığını sandım ama yılan gövdesi, keskin dişleri, pullu ve yeşil vücuduyla masasındaki bastonu kocaman bir kılıca dönünce şaka yapmadığını anladım. Kılıcı alıp üstüme savurdu ama reflekslerim sayesinde geri atıldım. Birden kapı içeri doğru kırıldı. İçeri tarih öğretmenimiz Bay Martin girdi elinde kocaman çivili bir sopa vardı ve ne olduğunu anlamadan bunu Müdürümüz ya da her neyse onun üstüne savurdu canavar müdürümüz iyi bir refleksle kılıcıyla çivili sopayı engelleyip kılıcın düz kısmıyla Bay Martinin karnına vurdu. Bay Martin duvara çarptı ve çarpmasıyla beraber duvarı kırıp yere yığıldı. Onun duvarı kırmasıyla birkaç molozda başına düştü ama molozlar kafasına çarpınca param parça oldu. O sırada Bay Martin’in Belinden başlayarak aşağıya doğru bacaklarının kıllandığını ve keçi toynaklı olduğunu gördüm ”Aman Tanrım! Bugün daha ne kadar garip olabilir” ve ben bunları derken canavar Müdür üstüme çullanmıştı bile kılıcını bana savurduğunda geriye atıldım ve boynumdaki kolye dışarı fırladı. Bu ben yetimhaneye bırakıldığımda boynumda asılıymış ve kolyede benim adım yazıyordum. Kılıç dışarı çıkan kolyeyi kopardı ve bende gerçek ailemden kalan tek hatırayı tutmak için ileri atıldım kolyenin yazı kısmını tuttum ve kolye gerçek bir kılıca dönüştü. Kılıç çok dengeliydi, kenarları jilet gibiydi, Üstünde kolyedeki gibi benim adım yazılıydı ve kabzası altından yapılmıştı. Bunları gittiğim eskirim derlerinde görmüştüm kılıcın dengeli olması benim kılıcı düzgün savurmamı sağlardı ve bu dersler bana şimdi çok yarayacaktı. Canavar kılıcı bana çok seri darbelerle indiriyordu ama benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu hatta ondan bile daha seri ve güçlü darbeleri indiriyordum. Artık canavar benim hamlelerime yetişemeyince kılıcımı göğsünün tam ortasına son gücümle sapladım ama o sırada oda koluma pençelerini geçirdi. Bu ciddi bir yara değildi ama tüm metabolizmamı çökertiyormuş gibi hissediyordum ve yere yığıldım. Yarı baygın, yarı uyanık haldeydim ve başımı sağa sola sallayıp inliyordum. O sırada öğretmenim daha doğrusu öğretmenim sandığım keçinin kalkmış olduğunu fark ettim. Bunu yanıma gelip bana bir şeyler yedirmeye çalışırken fark etmiştim zaten. Ağzıma attığı şey bisküvi gibiydi ama vücuduma güç kazandırıyor, beni dinçleştiriyor ve yaramı iyileştiriyordu. En sonunda ayağa kalkacak kadar düzeldim ve şaşkın bakışlarla keçi Bay Martini süzdüm ”offf tüm melezler ilk satir gördüğünde böyledir. Evlat ağzını kapat ve buradan gidelim yoksa daha fazla canavar gelecek ve bu kadar şanslı olmayacaksın beni kolumdan çekiştirip götürmeye çalıştı ama kolumu çekip onun ellerinden kurtardım ”Neden seninle gelecekmişim. Hem o canavar gibi beni öldürmek istemediğini nereden bileyim ki. Belki beni öldürebileceğin başka bir yere götürüyorsun” keçi adam yani Bay Martin sinirlenmiş bir tavırla bana baktı. Sonra arkasını bana döndü ve çevik bir hareketle bayıldığında elinden düşen çivili sopayı kaptı tekrar çevik bir hareketle yanıma zıpladı ben ne olduğunu anlamadan sopanın tutma kısmıyla kafama vurdu ve beni bayılttı. Sonrasında uyandığımda kendimi büyük tahta bir odada buldum başımda bir doktor veya hemşire var sandım ama bu benim yaşlarımda hatta benden küçük görünen bir çocuktu ve başımdaki şişle ilgileniyordu. Karşımda iki kişi vardı biri kafama vuran Keçi öğretmenimdi ve onu görür görmez üstüne atıldım “Seni manyak herif, senin kafanı uçuracağım ” ve birden yanındaki adam benim omzumu tutup geri yatırdı ve o sırada aynındaki adamın vücudunun alt tarafının at üst tarafının insan vücudu olduğunu fark ettim. “Hem beni nereye getirdiniz burası neresi ve ailemle görüşmek istiyorum” şuan kendimi tıpkı bir bebek gibi hissettim. At vücutlu adam bana baktı ”Şimdi Melez Kampındasın ve ailenin haberi var. Şimdi yat ve rahatla yakında annen ya da babanın kim olduğunu öğreniriz. dedi ve kafamı yavaşça yastığa dayadı ve derin bir uykuya daldım.
{Tanrıçam puanları nereden kırdınız yazarmısınız}