Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ | |
|
+11Alexis Kwon Cintia B. von Dorff Drake Tyrell Stanislaus Claire Angel Deeply Peter Karl Bouveir Kevin Least Adyali Beckett Veronica Gardyner Marcus L. Stanislaus Clara Thompson Katherine M. von Dorff 15 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| Konu: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 12:32 am | |
| BÖLÜM 1 Belki de hiç yapmamalıydı. Yağmur gibi akan parlak gözyaşlarının sebebini oluşturmamalıydı. “Hazır mısın?” Olmadığını söylemek istiyordu. Ama söylemeyezdi çünkü herkes ona güveniyordu. Olduğunu belirtircesine başını salladı yavaşça. Adımları sanki birden ağırlaşmışlar gibi zorlandı yürürken. Birinin koluna girdiğini hissetti. “Bana yardım etmeni istemiyorum.” Bu çocuğun gülmesini sağladı. O beyaz dişleri görmeyeli uzun zaman olmuştu. “O zaman düşersin ve oldukça komik bir görüntü oluşur.” Saçmaladığını belirtmek istercesine başını salladı. Altın sarısı saçları, güneş gibi parıldadı bir an. Sonra yine durgunlaştılar. “O, olduğuma inanamıyorum.” Ciddileşmişti sevdiği çocuk. O gri gözlerin ne kadar düşünceli olduğunu fark etti. “İnansan iyi olur. Yoksa sonsuza dek yok olursun.” Titrememek için kasılmış olan elleriyle, göbeğinin ortasındaki parıldayan bağı gösterdi. “Bundan kurtulmak istiyorum. Ben buraya aidim, biliyorum.” Öyleydi. O bu dünyaya aitti. Her şeyi düzenleyebilirdi. Ayarlayabilirdi. Ama onu ikna edemeyeceğini biliyordu. Sanki, aşık olursa bir daha hiç kopmayacakmış gibi uzaklaşıyordu ondan. Sanki acı çekmek istemiyordu… “Yapma! Benim zihnime girme Claire! Anlaşmıştık bu konuda!” O sesini daha önce de yükseltmişti Claire’a karşı. Kim olduğunu öğrendiği zaman… Sesini yükseltiğinde, kuşlar susuyor, sanki dünyanın renkleri kayboluyor, Claire’ın kalbinde bir şeyler parçalanıyordu. “İsteyerek yapmıyorum. Biliyorsun bunu.” Yeni durmuş gözyaşları birikiyordu yeniden. Sesindeki ağlamaklı tonu gizleyememişti. Onunla kavga etmekten nefret ediyordu. Her zaman da nefret etmeye devam edecekti. Sarılabilseydi ona. Sarıldığında rahatlıyordu, güvende hissediyordu kendini. Ama bunu yapmadı. Her ne kadar onu sevse de Claire hala gururluydu. O kadar kolay pes etmezdi. Ne olursa olsun. O’nun korkusunu yenmesini sağlayacaktı. Claire’ın bir yere gitmeye niyeti yoktu. ~2 Yıl Önce~Kuştüyü yastığı gözyaşları ile ıslanmış, odası hıçkırık sesleri ile dolmuştu. Babası artık ona güvenmiyordu ve para da vermeyecekti. Claire, okulda aç kalacak, herkes onunla alay edecekti. Fakir biri değildi. Aslında New York’taki en zengin beş kişinin arasında bulunabilirdi babasının ismi. Büyük, beyaz, arkasında orman bulunduran, her odasında penceresi olan güzel bir villada yaşardı. Yine de şu ana kadar ormanda büyümüştü. Kendini doğaya yakın hissetmişti. Babasının onu göndermeyi düşündüğü okulları istememiş, on dört yaşına kadar aynı okulda okumuştu. Şimdi ise okulunu değiştirmesini istiyorlardı. Tüm dostlarını bırakmasını, alışık olduğu her şeyi bozmasını… Kabul etmeyecekti bunu. Edemezdi ki. Hıçkırıklarını kontrol altına almaya çalıştı. Öncelikle nefesini tutarak ciğerlerine giden havayı durdurdu. Bir süre öyle kaldı. Odasındaki saatin sesini duyabiliyordu. Zaman geçiyordu ve onun başı dönmeye başlamıştı. Derin nefesler alarak sakinleştirmeye çalıştı kendini. Daha fazla tutamayacaktı nefesini. Gözleri ile odasını taradı. Kitapları yerlere atılmış, kalemler, ahşap masasının üzerinde tüm dağınıklılığıyla duruyor, cep telefonu ise yeni mesajlarının geldiğini belirtircesine ses çıkarıyordu. Onu eline alıp bakmak istedi. Ama üzerine bir yorgunluk çökmüştü. Islanmış yastığa yeniden uzanırken gözlerini kapattı. Her taraf kararmadan önce aklında özgür olabileceği bir dünya düşüncesi vardı.Bir anda karıncalanmaya başladı vücudu. Bedeninden bir parça kopuyor gibiydi. Sanki hafifliyordu yavaşça. Yükseliyor gibiydi. Ölmüş müydü yoksa? Neden huzurlu değildi o zaman? Titremeye başladı ve yeniden gözlerini kapattı. Bir yere taşındığını hissetti. Hareket etmeye çalıştı. Ellerini hareket ettirerek döndürdü kendini. Yeniden gözlerini açtı. Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne bakarken buldu kendini. Uyuyor muydu yani? Saatinin sesini de duyamaz olmuştu. Çığlık atmak için ağzını açtı. Ama sesi çıkmadı. Sonra geriye doğru çekildiğini hissetti. Her taraf parlamaya başladı. Gözleri kamaşan Claire yeniden gözünü kapattı.Birden büyük bir acı hissetti. Sanki tüm kemikleri kırılmış gibiydi. Ağzından çıkan çığlığa engel olamadı. Nereden düşmüştü? Yataktan mı? Öyle olmalıydı. Sakinleşmek için derin nefesler almaya çalıştı. Az önce ne olduğu hakkında bir fikri yoktu ama tüm vücudu acırken bunu düşünmeyecekti. “Sersem şey.” Diyerek gözlerini açtı. İlk başta bulanık olan her şey, düzgün bir şekilde görünür hale geldiğinde, hemen kendini ayağa kalkmaya zorladı. O şeker kız temasını yansıtan odasında değildi, ormandaydı. Ağaçlar neredeyse gökyüzüne kadar uzanıyor, canlı yeşil renkleriyle, ışık girmeyen ormanın bile daha renkli gözükmesini sağlıyorlardı. Esen hafif esinti insanı rahatlatıyor, güvende hissettiriyordu. Temiz havayı ciğerlerine çekti yavaşça. Çiçeklerin kokusu havaya karışıp ona doğru geliyordu sanki. Harika bir yerdi burası. Ama bir rüyaydı değil mi? Böyle bir yer nasıl gerçek olabilirdi ki? O anda elinin, ip benzeri bir şeye değdiğini hissetti ve başını aşağı indirdi. Vücudundan çıkmış, parlayan bir bağ vardı, biraz gittikten sonra hiçliğe karışıyordu. “Bu imkansız…” Diye fısıldadı. Ayağa kalktı ve çevresine bakındı. O gerçekten de buradaydı ve rüyada da değildi. Bir süre ne yapacağını bilemez şekilde öylece durdu. Sonra yürümeye başladı nereye gittiğini bilmeden. O fark etmiyordu ama adım attığı yerlerde çiçekler ortaya çıkıyordu. Onu gören kuşlar susuyor sonra daha neşeli ötmeye başlıyordu. Rüzgar esip, altın sarısı saçlarını havalandırıyor, Claire’ın gülmesini sağlıyordu. Bir süre böyle ilerledi. Karşısına bir nehir çıkana kadar. Şimdi ne yapacaktı peki? Bir kayık ya da köprü olmalıydı değil mi? Aslında bundan bile emin değildi. Henüz insan ya da o tür bir canlı görmemişti. Sadece bitkiler ve hayvanlar. Sessizliği bozan, duyduğu öfkeli ses oldu. “Hey! Sen de kimsin?” BÖLÜM 2 Küçük bir şok çığlığı atıp arkasını döndü. Onun yaşlarında bir çocuk kılıcını çekmiş, oldukça öfkeli bir şekilde ona bakıyordu. Anlaşılan Claire’ın, onu dünyaya bağlayan bağını görmemişti. “Ben Claire.” Dedi zor duyulan bir sesle. Yine de çocuk bunu duymuştu. “Ateşlerin, toprağın ya da havanın casusu musun?” Ateş, hava ve toprak mı? Bunlar dört elementin üçü değil miydi? Claire, nasıl onların casusu olabilirdi ki? “Hayır. Değilim ve neden bashettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok.” Çocuk inanmadığını belirtircesine gözlerini kısarak ona baktı. Bir süre susup ikisi de birbirlerini incelediler. Siyah kıvırcık saçları vardı. Ama Claire’ın o ‘bonus’ olarak nitelendirdiği saçlardan değildi. Ve ona oldukça hoş bir hava vermişti. Gözleri griydi. Fırtına bulutları gibi, muhteşem bir gri. Uzun boyluydu ve kaslı bir vücudu vardı. Ama o bile abartı değildi. Buraya geldiğinden beri emin olduğu tek şey, o çocuktan hoşlanmıştı. Bunu biliyordu Claire. “Peki sen kimsin?” Diye sordu sonunda. Çocuk bir süre cevap vermeden bekledi. Hala Claire’ın üzerindeydi bakışları. “Arthur.” Konuştuğunda, artık gülümsüyordu Claire’a. Bembeyaz dişlerini görebiliyordu onun. Daha çok hayran olmuştu ona. Ama hala nerede olduğu konusunda bir fikri yoktu ve şu sıralar yardım alabileceği tek kişi Arthur’du. “Arthur, bana yardım etmelisin.” Arthur, önce tek kaşını kaldırıp ona baktı ama sonra nehri gösterdi. “Oradan geçmen için mi?” İç çekti Claire. Keşke anlatmak daha kolay olsaydı. “O da var ama…” Bir anda arkasındaki suyun sesini duydu. Arthur elini iki yana açmış, gözlerini suya dikmişti. Claire, ne ile karşılaşacağını bilmediği için arkasını döndü. Suyun yüzeyi katılaşmıştı! “Bunu nasıl yaptın?” Diye bağırdı. “Eh bu benim yeteneğim. Sen gerçekten de nesin böyle? Yani elementleri biliyorsun onu anladım. Su, toprak, ateş ve hava. Bu dünyada dördünden birini kontrol etme yeteneğine sahip olarak doğarsın. Ona göre de o şehirde yaşarsın.” Durması için elini kaldırdı. Dört elementler ve kontrol yeteneği mi? Avatar’a falan mı gelmişti şimdi de? “Bekle bir saniye. Sadece birini mi kontrol edebilirsin? Yani doğduğunda o ülkeye mi gidersin? Nerede doğuyorsun ki? Az önce benim casus olduğumu düşündün, dört element de düşman mı birbirine? Neden böyle bir şey düşündün?” Arthur, ona deli olduğunu düşündüğünü gösterircesine, inanmaz bir ifade ile bakıyordu. “Ne yani? Bunların hiçbirini bilmiyor musun sen?” Başını salladı Claire. Burası birden ona yabancılaşmaya başlamıştı. “Tamam o zaman. Gerçekten de tuhaf bir şeysin sen. Hadi gel. Burada seni görürlerse hemen zindana atılırsın. Yolda sana her şeyi anlatırım.” Sorgulamadan Claire’a yardım etmeye karar vermişti. Kısa bir tereddüt yaşadı. Neden hemen kabul etmişti ki şimdi? “Geliyor musun?” Buzlaşmış suyun üstünde durmuş ona bakıyordu. Sanki normal yolda yürüyormuş gibi rahat olması, Claire’ı biraz rahatsız etse de, omuz silkti ve o da yürümeye başladı. Normalde yolu buzdan oluşmasına rağmen, kesinlikle kaygan değildi. Arthur’un nasıl bu kadar rahat yürüdüğünü anlamıştı. O da ilerlemeye devam etti. Karşı kıyıya geçtiklerinde rahat bir nefes aldı. O buz yoldan kurtulduğu için sevinmişti. “Nereye gidiyoruz?” Diye sordu Arthur’a. Gri gözlerin onun üzerinde olduğunu hissediyordu ama bakışlarını kaçırmış, ormana bakıyormuş gibi yapmaya başlamıştı birden. “Su elementi halkının yaşadığı yere. Triton şehrine.” Bunu duyan Claire, utangaçlığını bırakmış, birden gülmeye başlamıştı. “Ne? Triton mu? Şu mitolojideki, Poseidon’un oğlu olan yaratık değil miydi o?” Arthur, onun bu sözlerine biraz alınmış gibiydi ama yine de onaylarcasına başını salladı. Peki ya diğer elementler? Onların şehrinin ismi ne?” Arthur bir süre sustu. Claire bir şekilde onun hatırlamaya çalıştığını anladı. Anlaşılan, elementler, birbirleriyle pek dostça ilişki kurmuyorlardı. “Feuer, ateş elementi insanlarının şehridir. Boden ise toprak elementinin. Wetter ise hava elementinin.” Claire, yeniden gülmeye başladı. “Sizin şehirlerinize isim veren kişi, su elementini pek sevmiyordu galiba.” Arthur, onun bu sözlerinin karşısında arkasını döndü ve yürümeye devam etti. Yine de Claire, onun yüzünün kızardığını biliyordu. “Özür dilerim. Ben… Seni kırmak istememiştim.” Sonra gözleri muzip bir ışıltıyla parladı. “Hem dost acı söylermiş. Demek ki ben senin dostunum.” Claire da yürümeye başladı ve adımlarını hızlandırarak ona yetişti. Arthur, bir an için ona baktı. Gri gözlerinden kırıldığı anlaşılıyordu. Neden şehirlerinin ismine bu kadar bağlı olduğunu anlamamıştı. Kendi şehri ile dalga geçildiğinde, o hiçbir zaman alınmamıştı. Hatta diğerleri ile birlikte gülmüştü. Bazen kendisinin de şaka yaptığı olurdu. Özür dilemeyi bırakıp meraklı gözlerde Arthur’a bakmaya başladı. Çocuk da onun susmasından dolayı ona bakıyordu. “Sen… Neden bu kadar büyük tepki verdin ki şimdi buna?” Cevap vermeyeceğini düşünüyordu, onunla konuşmayacağını. Ama çok geçmeden yanıldığını anladı.“Sen nereden geldin bilmiyorum ama… Claire.” İsmini hatırlamak için kısa bir süreliğine duraksadığını fark etmişti Claire. “Burada, şehirler kutsal sayılır. İsimleri ile dalga geçilmez.” Şaşkınlığı yüzünden cevap veremese de aklında düşünceler geçmeye başlamıştı bile. Şehir nasıl kutsal olabilirdi ki? Ne özelliği vardı? Buranın hikayesini öğrenmesi gerekiyordu. Bir anda durmak zorunda kaldı. Neredeyse Arthur'a çarpacaktı. “Geldik.”BÖLÜM 3 Arthur’un sesi kendisine gelmesini sağladı. Şehire gelmişlerdi. Claire, gözünde Venedik gibi bir şehir canlandırmıştı ama hiç de öyle bir yer değildi. Bir kere çok temizdi. Yerde en ufak bir çöp bile yoktu. Binalar, sokaklar… Her şey buzdan yapılmıştı. Suyun katı halini görmek, aklına yeni bir soru gelmesini sağlıyor. “Hava elementi ile su elementi neden dost elementler değiler? Yani oldukça uyumlular. Bir de ateş var tabi. Ateş ile su zıt elementler, yine de birlikte daha güçlü olmazlar mı? Üstelik toprak da var…” Daha fazla konuşamamıştı çünkü Arthur, eliyle ağzını kapatmış, konuşmaya başlamıştı bile. “Sakın insanların arasında söyleme bunu, sakın!” Buraya geldiğinden beri ilk defa sinirleniyordu, onu dünyadaki bedenine bağlayan bağın bir an titreştiğini hissetti. “Hadi ama! Burada kaç tane kural var? Bunu konuşma, şu yorumu yapma. Çook sadık ve… Sıkıcısınız!” Bunları söyledikten sonra bir süre ikisi de gözlerini kısarak birbirine baktı. Arthur’un diyeceği şeyi merak ediyordu aslında. Yine de o anda aklına gelen tek bir şey vardı. Buradan gitmek.Derin bir nefes aldı ve görmeye fırsatı olmadığı su şehrine baktı. Belki, kaybolmaz ya da ölmezse, buraya geri dönerdi. Arkasını döndü ve geldikleri ormana doğru yürümeye başladı. “Nereye gidiyorsun, Claire?” O sese aldırmamaya çalıştı. Aslında Arthur iyi biriydi, tek sorun büyüdüğü yerdeki tüm kurallara uyuyor olmasıydı. Bu okulundaki tüm kuralları çiğneyen bir kız için berbat bir şeydi. Arthur’un arkasından geldiğini hissetti birden. Durdu. Bunu nasıl becermişti peki? Onun sessiz olduğunu biliyordu. Onunla yürürken, hiç ses çıkarmadan ilerleyişine şahit olmuştu. Arkasını döndüğünde yanılmadığını anladı. “Neden beni takip ediyorsun?” Cevap gelmemişti. Gri gözler, onu süzüyordu sadece. En sonunda o çaresiz iç çekişi duydu. “Sadece… Burayı bilmediğin belli. Eğer yalnız kalırsan, başını derde sokacağını düşündüm.” Midesinde kuşların uçuştuğuna benzer hisler sardı Claire’ı. Kitaplarda hep okumuştu ama ilk defa hissediyordu bunu. “Peki ya… O söylediklerim?” Karşısındaki çocuğu kırdığını biliyordu sözleri ile. Ama o, peşinden gelmişti. Üstelik, eğer gerçekten kırılsa, peşinden gelmezdi. En azından Claire böyle düşünüyordu. “Açıkçası su elementi hakkında hep söylenir bu. Ben de bundan çok memnun değilim tabii.” Arthur, bunu söyledikten sonra kızaran yanaklarını saklamak için başını eğdi. Bu kızda onu çeken bir şey vardı ama ne olduğunu bilmiyordu bir türlü. Claire ise ne diyeceğini bilemiyordu. “Bana elementleri anlat. Hepsini.” Hala canlılığını koruyan ormanda oturacak bir yer aradı. Arthur, daha önce hiç görmediği bu kızın tuhaf hallerini çözmeye çalışırken, kız oldukça sert ve her yerinden dallar çıkan bir kütüğe oturmuştu bile. “Peki, anlatacağım.” Arthur’un sesi teslim olmuş gibi çıkarken, Claire gülmeye başladı. Burada her şey istediği gibi oluyordu, nasıl hoşuna gidiyorsa, ona göre şekilleniyordu. Tek sorun, burası hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildi. Astreal seyahat hakkında, bir sürü şey okumuş, araştırmıştı. Karnından çıkan bağ da bunun kanıtıydı zaten. Ama, çoğunlukla gerçek dünya üzerinde olurdu bu seyahatler. Hayal dünyasına gelindiğini ilk kez görüyordu. “…İşte bu yüzden toprak krallığına…” Bir anda Arthur’u duydu. İç güdüsel olarak elini kaldırdı. “Bir saniye! Sen ne zaman anlatmaya başladın? Duyamadım ki! Bir daha, baştan anlat! Lütfen.” Ani tepkisi sırasında geriye doğru çekilen ve soran gözlerle bakan Arthur’un görünüşü o kadar komikti ki, eğer bilgi alacak olmasa, Claire anında gülme krizine girebilirdi. Ama sadece dudağını ısırmakla yetindi. Arthur, onun bu davranışını görmezlikten gelerek, en baştan anlatmaya başladı. “Ateş elementi…” Söylerken, yüzünde oluşan nefreti gizlemeye çalıştı ama pek başarılı olamadı. Claire, onun toparlanmasını, konuşmaya devam etmesini bekledi.“Onlarda güç arzusu ön plandadır. Yazı ifade eden, sıcak&kuru doğasıyla parlaklığı, sıcaklığı, hareket ve canlılığı anlatır. Isı, ışık ve enerji yaymayı ifade ederler. Kendinden emin, harekete geçen, ben merkezli yaklaşımları vardır. Hevesli, coşkulu, yaratıcı, istekli ve neşelidirler. Aşırı dominant hareketleri, fazla gururları, kibirli, ego yıkıcı yönleri vardır.” Konuşmasının sonuna doğru iyice sertleşmişti sesi. “Toprak da onlara benzer. Ama onlar mantığın sesi gibidir. Olgundurlar. Hava elementi ise, elementlerinin hakkını verir. Oldukça havalıdırlar. Kurallara aldırmazlar. Ne isterlerse onu yaparlar.” Arthur, ona ateş hakkında ayrıntılı bilgi verirken, diğer elementlerde daha kısa konuşmuştu. O anda anladı Claire. “Sizin elementler ile ne gibi sorunlarınız oldu?”BÖLÜM 4 “Yıllar önce…” Diye başladı sözüne Arthur. Claire, susmuş, onun ne diyeceğini dikkatli bir şekilde dinliyordu. “Elementler dostmuş. Ama ateş ve su elementi arasında başlayan bir kavga, bu dostluğun sonu olmuş.” O derin, gri gözlerini, Claire’ın meraklı, mavi gözlerini dikmiş, konuşmasına devam ediyordu. “Ateş elementi prensi, su elementinin prensesine aşık olmuş. Kızın ilgisini çekmek için her şeyi yapmış, kız ise zaten sözlüymüş ve ikisine birden aşık olmuş. Ama bu olayı kimseye açıklayamamış. Ateş prensi ise hep platonik olduğunu düşünmüş. En sonunda, olacakları umursamadan prensesimizi kaçırmaya karar vermiş.” Sanki doğa bile susmuş, bu eski olayı yeniden canlandırıyordu gözünde. Dayanamayacaktı Claire. Anlamıştı ne olduğunu. Prenses kaçırılır, bu da savaşı başlatır. Tıpkı romantik filmlerdeki gibi. “Prens ve prensese ne olmuş? Savaş sonunda peki?” Savaş çıktığını anlamıştı zaten. Asıl merak ettiği sonrasıydı. Ama Arthur, bilmediğini gösterircesine omuzlarını silkti.“Bilmiyorum. O kısım, okullarda bile anlatılmaz. Tarih kitaplarında bile yoktur. Sadece su ülkesinin arşivinde bulunur. Su elementinin bir özelliği de kuralcı olmasıdır. Yaşanan her şey, arşivlerinde saklanır.” Bunu zaten fark etmişti. Bu yüzden kaçmıştı ya o olağanüstü şehirden. “Evet biliyorum.” Hızlı bir şekilde konuşmuştu. “Yani, kuralcı olduğunuzu biliyorum.” Bu sözü, yeni arkadaşını gülümsetmişti. Claire, o bembeyaz dişleri hep görebilmek için, onun sonsuza dek gülmesini diledi. Ama sonra, çocuğun yüzündeki gülümseme kayboldu. “Lanet olsun! Nasıl fark edemedim ben bunu? Ateş ulusunun sınırına çok yakınız, hadi benimle gel.” Her şeyi ellemekten, kirlenmiş, güçlü ellerini, Claire’a doğru uzattı. Kız, en ufak bir tereddüt göstermeden onun elini tuttu ve ikisi de oradan hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladılar. Doğadaki her ses değişmişti Claire için. Kuşlar sanki onları uyarmaya çalışıyor, rüzgar onlar daha hızlı olabilsin diye arkalarından kuvvetli bir şekilde esiyor, su sesini yükseltiyor ve düşmanın onları duymasını önlemeye çalışıyor, çimenler, ayak izlerini yok ediyordu. Tüm bunların farkında olan kişi Claire olmalıydı, ama o, mavi gözlerinin önüne düşen, altın sarısı saç tutamlarını çekmekle meşguldu. Tüm bu olanları fark eden kişi Arthur’du. Kıza şaşkın bir şekilde bakıyor, onun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. O anda, ilk başta görmesi gereken şeyi gördü ve durdu. Arthur’un durduğunu gören Claire da durmuştu. Meraklı, mavi gözleri ile ne olduğunu sormaya hazırlanırken, öfkeli bakışlarla karşılaştı. “Sen bir commeantium astreal’sin! Bunu bilmem gerekirdi!” Bağırıyordu Claire’a. Neden bağırıyordu? Üstelik commeantium astreal ne demekti? Arthur’un öfkeli bir şekilde, sağa, sola yürüyüp, ağaç dallarına attığı yumrukları görebiliyordu. Ağaçlar her yumruk yediğinde, o da yumruk yemiş gibi oluyordu. Az önce parlayan gözlerinde, şimdi yaşlar birikmeye başlamıştı. “Kes şunu! Canımı acıtıyorsun!” Diye bağırdı ağlamaklı bir sesle. Bir anda değişen atmosfer, itiraf edemese de korkutmuştu onu. “Canını mı acıtıyorum? Öyle mi? Senin benimkini acıtmandan iyidir!” Şok olmuştu Claire, gördüğü bu tepki karşısında. Az önceki kibar çocuk neredeydi şimdi? Onu bu kadar acıtacak ne yapmıştı? Yavaş adımlarla yaklaşmaya çalıştı Arthur’a. Yanına yaklaştığında, arkadaşının ondan uzaklaşmadığını görünce sevindi. Henüz onlar tanışalı birkaç saniye olmuş olabilirdi. Ama burada hiçbir şey normal değildi. Birden değişen davranışlar, casuslar, elementler, davranışını insana göre değiştiren doğa…“Ben sana ne yaptım?” Arthur, sessizliğini koruyarak cevap vermedi bir süre. Ama Claire bir katır kadar inatçı bir kızdı. Hala göz yaşından izler taşıyan mavi gözlerini, onun gri gözlerine dikerek bakmaya devam etti. Ama o gözlere bakarken, bir gölge dikkatini çekti. Daha dikkatli bakmak için gözlerini kısarken, Arthur konuşmaya başlamıştı bile. “Sana güveniyordum ama sen sadece bir gezginmişsin!” “Arthur!”“Ne var? Bir de bana bağırabiliyor musun?”“Dikkat et! Arkanda!” Diye bağırdı onu anlamak istemeyen çocuğa. Sinirleri bozulmuştu. Gözünden akan yaşları durduramıyordu ve korkusunu bastıramıyordu. Ama bastırması gerekti! Yoksa o iğrenç sıradan hayatına dönecek, belki de buraya bir daha gelemeyecekti. Toparlanmaya çalışırken, bir anda bir şeyin üzerine atladığını gördü. Onu üzerinden atmaya çalışırken, Arthur ile dövüştüğü kişinin seslerini duyabiliyordu. Kendisinin üzerindeki adam ile yuvarlanmaya devam ederken, kolundaki dövme dikkatini çekti. Bir ateş. Ateş ulusunun sembolü. O anda daha fazla dayanamadı. En son yapacağı şeyi yaptı ve herkesin ellerini kulaklarına götürmesine sebep olacak bir yükseklikte çığlık attı.BÖLÜM 5 Onu etkisiz hale getimeye çalışan da dahil, herkes ellerini kulaklarına götürüp, yere çökmek zorunda kaldı. Ama şokta gibiydi Claire. Çığlığını kesmeye korkuyormuş gibi devam ediyordu. “Yeter! Sus!” Diyen bir ses duydu. Ama susmasını sağlayan şey o ses değildi. Çığlıkları, sanki ormanda bir şeyler tetiklemiş gibi, bir anda yer sarsılmaya başladı. Çimler büyüyor, ağaçların kahverengi gövdelerinde uzamış sarmaşıklar ateş ulusu askerlerine doğru yöneliyordu. Ama gücü saldırı için yeterli değildi. Ateş ulusu askerleri saldırısını anında engellemişlerdi.“Şu işe de bakın. Su ve toprak bükücüsü bulmuşuz.” Dedi Arthur’u etkisiz hale getirmiş olan ateş askerlerinden biri. Claire, bunu inkar etmek için ağzını açtı ama bir çift uyarı dolu gözle karşılaşınca sustu. Arthur, onu susması için uyarmaya çalışıyordu. Dövüşmekten terlediği için tişörtü göğsüne yapışmış, kaslarını ortaya çıkarmıştı, gri gözlerinde belirmeye başlamış olan nefret ve öfke bile onu muhteşem gösteriyordu. Claire o görüntüye bakarken, neredeyse o anda içinde bulundukları görüntüyü unutacaktı. Bir ilaha bakıyormuş gibi bakıyordu çocuğa. O an, zamanın durması için her şeyi yapmaya hazırdı. Bu hayallerini yıkan ve yeniden panik olmasına sebep olan ateş ulusu askerinin sesini duydu.“Bakalım kimleri yakalamışız. Çıkarın kimlikleri!” Korku tüm benliğini ele geçiriyordu sanki. Umutsuz bir şekilde çevresine bakınıyor, az önceki olayın tekrarlanmasını, en azından dikkatlerini dağıtabilmeyi diliyordu. “Bunu yapamazsınız! Burası sizin sınırınız dışında!” Arthur, onun yardımına yetişmişti hemen. Claire gülümsedi ona. Ama ondan bir karşılık alamadı. Demek ki hala buradan olmadığı gerçeğini unutmamıştı.“Öyle mi çocuk?” Meydan okuyan ses tonu ile, Claire’ı tutan asker konuşmuştu şimdi. Onun yüzüne bakmaya çalıştığında, yüzünde kurnaz bir ifade belirmeye başladığını görebiliyordu adamın. Bir anda belinden tutulan iki güçlü el ile havaya kaldırıldı. Fırlatılacağını düşünerek gözlerini kapattığında, sadece geniş olmayan bir zeminden sarkmaya başladığını hissetti. Gözlerini açtığında, adam onu omzuna almış, Arthur’un gözleri önünde kaçırıyordu. Çocuğun yüzündeki endişeyi görebiliyordu. “Arthur! İmdat!” Bağırıyor, adama yumruklar savırıyor, ondan kurtulmaya çalışıyordu. “Sessiz ol çocuk. Yoksa seni yakmak zorunda kalırım.” İşte bu söz, onun susmasını sağlamıştı. Arthur’a ne olduğunu bilmiyordu ama korkuyordu. O daha bu sabah yatağında ağlayan savunmasız kız değil miydi? Oysa sanki yıllar geçmiş gibi geliyordu o zamandan. Arthur ile tanışması, ondan hoşlanması… Onun okuduğu astreal seyahatlere benzemiyordu. Sanki bilerek buraya yönlendirilmişti. Gözlerini kapatıp evine geri dönmek istedi. Bu askerlerden kurtulmanın en iyi yolu gibi gözükmüştü bu. Yine de yapamadı. Bir şey onu burada tutuyordu. “Geldik.”Askerin dediği yere baktığında, etrafa ateşler saçan bir saray gözüktü gözüne. Ne olduğunu anlamamıştı. Bir an için gözlerini kapatmıştı ve açtığımda, kendini ateş elementi kullanıcılarının sarayında bulmuştu. Bu boyutu bir türlü anlayamıyordu. Arthur’un uzaktan gelen sesini duyuyordu ama ulaşamıyordu ona. Korku yeniden onu ele geçirmişti. Sarayın, büyük, sıcak ve metalden yapılma kapılarından geçerken de aynı şeyi hissediyordu. Asker, onu omzundan indirirken pişkince gülüyordu şimdi. Neden ilerlemiyorlardı? Şimdi askerin onu, tıpkı okuduğu fantastik kitaplardaki gibi krallarına götürmesi gerekmiyor muydu?“Sen çok güzel bir kızmışsın.”Ne diyordu bu adam öyle? Düşündüğü şeyi yapmış olamazdı ya? “S-sen ne diyorsun? Bırak beni!” “Hadi ama! O genç çocukla sırf prens olduğu için çıktığına eminim. Hadi bırak onu.”O anda içinde nereden belirdiğini bilmediği bir öfke ile ayağa fırlayıp, askeri basınçla duvara yapıştırdı. Eli ile boğazını sıkıyor, cevabı söylemesi için onu zorluyordu.“Söyle dedim! Arthur ne prensi? Su mu?”“Hayır!”“Ama su büküyor!” “O bu evrendeki nadir kişilerden. Onlara contortor denir. İki element üzerinde hakimiyet kurabilir. Bir de dört elementi bükecek kişi vardır. Milyon yılda bir gelir, ona salvator denir.”“Kurtarıcı mı?”“Evet.”“Bana Arthur’u söylemedin.”“O prens Arthur. Hava Kralı ve Su Kraliçe’sinin oğlu.”BÖLÜM 6 Sert bir şekilde yeniden duvara yapıştırdı adamı. Nereden çıktığını bilmediği bu kuvveti onu biraz korkutsa da, aynı zamanda bu işten eğlenmeye başlamıştı. “Yalan söylüyorsun! Onu su bükerken gördüm! Hiç hava bükmedi. O hava ülkesine ait değil!”Adam sanki onun bunu söylemesini bekliyormuş gibiydi. Boynunu sıkan bir çift kuvvetli el karşısında, nefes almaya çalışarak konuştu.“Onlar iki kardeşler. Biri kız diğeri erkek. Erkek olan Arthur. Onun su yanı ağır basar ama hava da bükebilir. Bir de... Bir de prenses var… Beni boğmayı bırakır mısın? Anlatamadan öleceğim diyorum!”Öğrendiklerinin şaşkınlığı içinde ellerini biraz gevşetti ama adamı duvarda tutmaya devam etti. Hala ona güvenmiyordu.“Teşekkür ederim. Her neyse. Bir de prenses var. İsmi Aradhel. Onun da hava yönü ağır basmış. Şimdi…”Claire daha ne olduğunu anlamadan arkasından aldığı darbe ile yere düşmüştü. Ateş askerinin konuşurken yüzünde yavaşça beliren gülümsemesinden anlamalıydı bunu. Ona kimin vurduğunu görmek için yavaşça başını çevirmeye çalışırken, sertçe düştüğü yerden kaldırıldı.“Onu krala ben götürürüm. Çekilebilirsin!”Bu sesi tanımıyordu. Gerçi bu boyuttaki kimseyi tanımıyordu ama konuşan kişinin genç ve otoriter bir sesi vardı. Sırtındaki acıdan dolayı, küçük bir inleme ile başını çevirdi yeniden. Onu tutan güçlü ama kurtulmak istediği kollarda hareket etmeye çalıştı. Sersemlediği için etrafı bulanık görmesi geçene kadar gözlerinı kırpıp, inatla ona bakan kişiye bakmaya devam etti. Etraf netleşirken, onu tutan kişinin çevresine bakındığını, sonra yeniden ona döndüğünü görmüştü. Yeniden yere oturtulduğunu hissederken, çevresini net bir şekilde görebiliyordu. İlk kişi çocuğu incelemek oldu. Sarı-siyah karışımı, tıpkı Arthur’unkine benzeyen saçlara sahipti. Tek farkı saç rengiydi. Gözler, mavi-yeşil renkleri arasında gidip geliyor, ortalarda bazen sarı rengi ortaya çıkıyordu. Uzun boyu ve sadece o filmlerde oynayan muhteşem erkeklerin sahip olabileceği vücuda sahipti. Claire, gözlerini ondan alamıyordu. Aslında, hala düşünebilme yeteneğine sahip olmasını sağlayan şey, bu boyuta geleli bir saat olmuş olmasına rağmen yaşadıklarıydı. Kendini resmen bir macera kitabının içindeymiş gibi hissediyordu. Hala rüya gördüğü ihtimalini de düşünüyordu tabi.“Rüya görmüyorsun.”Sesin getirdiği hoş tını zihninde yankılanırken, bunu söyleyen kişinin, o yakışıklı çocuk olduğunu gördü. Neden dış görünüşü kadar sesi de hoş olmak zorundaydı ki? Claire’ın buradan kurtulması ve Arthur’u bulması gerekiyordu.“Sen kimsin? Ateş prensi falan mısın yoksa?”Askere emir verdiğine göre önemli biri olmalıydı. Aslında Katherine, çok daha değişik şeylerle açabilirdi konuyu. Ama aklına gelen ilk sözleri söylemişti. Zaten, diğer sözlerinin yanında bunlar en mantıklı olanıydı. Ama sözleri, çocuğu güldürmüş gibiydi.“Hayır. Prens değilim. Sadece kralın saygı duyun dediği kişiler arasında yer alan, sıradan bir askerim. İsmim de herkese söylediğim şekilde Alexander. “Claire, çocuğun bakışlarının, tam göbeğinden çıkan ara sıra saydamlaşıp yeniden görünür hale gelen bağına kaydığını gördü. Ne yani? Arthur ile yaşadığı şeyleri bu çocuk ile de mi yaşayacaktı?“Demek bir commeantium astrealsin.” Sakinliğini korumaya devam ediyordu. “Bu kadar konuşma yeter. Seni kralımıza götürmem gerek.”Alexander, Claire’a elini uzatarak kalkmasına yardım etti. Kız şaşkın bakışlarını çocuğun üzerinde tutmaya devam ederken, onun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Arthur’dan öğrendiği gibi kendini üstün gören bir yapısı yoktu ya da o asker gibi kendine fazla güvenmiyordu. Yeni gelmiş ve hiçbir şey bilmeyen bir gezgin durumuna düşmüş olabilirdi ama bir şeyden emindi. Bu çocuğu normalde görse, kesinlikle hava veya sudan olduğunu düşünürdü. Ama bu görüşünü dışa vurmamaya kararlıydı. Kendini düşman topraklarında hissettiği şu anlarda, kendisine iyi davranan birini de kaybetmek istemiyordu. Başını öne eğdi ve başına gelecekleri nasıl bu kadar kolay kabullendiğini düşündü. Başka boyut, iki tane yakışıklı çocuk, belki ölümüne doğru attığı adımları… Kitaplarda bu tür şeyleri okuduğunda heyecanlanır, kendi başına böyle bir şey gelse ne yapacağını düşünürdü hep. Onun havalı uçan tekmeleri, süper güçleri ya da inanılmaz özgüveni yoktu. O sadece Claire’dı. Hep öyle kalacaktı. Demir kapıdan içeri girmeden önce, son bir kez Alexander’a baktı. Konuştuğunda, sesi sadece Alexander’ın duyacağı düzeydeydi.“Sen kimsin? Herkesin bildiği şekilde değil. Gerçekten kimsin?”Alexander’ın tereddüte düştüğünü görebiliyordu ama bir süre sonra çocuk gülümsedi. Sarayın taht odasına açılan kapıyı itmeden önce söylediği şey, Claire’ın üzerinde şok etkisi yaratmıştı.“Ben salvatore’um. Kurtarıcı.”Bölüm 7 Demir kapılar açılırken, nefesini tutmuş, az önce öğrendiği şeyin şokunu atlatmaya çalışıyordu. O çocuk, eğer dört elemente hükmedebilen bir kurtarıcı ise, bu ulusta ne işi vardı? İşin en önemli yanı ise, neden sıradan bir asker gibi davranıyordu? Aynı soruları ona sormak üzereyken, bir an için yanındaki hava akımını hissetti ve dönüp baktığında, Alexander’ın çoktan gitmiş olduğunu gördü. Hayal kırıklığını bastırmaya çalışırken, ormanda bıraktığı Arthur’un durumu aklından çıkmıştı bile. İçeri girerken aklına gelen bu durum karşısında, bu düşüncesini bencilce hissetmiş olmasına rağmen, sonra bunun bir sorun olmayacağı aklına geldi. Arthur bir prens değil miydi? Çok yakışıklı ve havalı bir prens. Üstelik iki elemente hükmedebiliyor. O zaman çok geçmeden kendine bir kız bulurdu.“Hoş geldin yabancı.”Düşüncelerine dalıp gittiğinde, tahtın önüne gelmiş olduğunu bu sesle anlamıştı. Ama ses beklediği gibi kalın ve erkeksi bir sese değil, daha tiz ve genç bir kıza aitmiş gibi geliyordu. Şaşkın bir şekilde, eğilmeden başını kaldırıp tahtta oturan kişiye baktığında, orada gerçekten de genç bir kızın oturduğunu gördü. Onun bu şaşkınlığı, kızı eğlendirmiş gibiydi. Gülerek tahtından kalktı ve Claire’a doğru yürüdü. “Demek sen şu…” Doğru kelimeyi bulmaya çalışarak duraksadı. “Gezginsin. Askerlerim biraz kabalar değil mi? Biliyorum. Yine de güçlüler ve oldukça işe yarıyorlar… Dur. Ne kadar kabayım. Sana kendimi tanıtmadım. Ben ateş ulusunun prensesi Alexia. Babam burada olmadığı için işlere bakıyorum.”Hala şaşkın bir şekilde ona bakan Claire, kendini toparlanmak için zorladı. Bu biraz da olsa kendini beğenmiş kızın karşısında, tam bir aptal durumuna düşmek istemiyordu. “Demek, ateş prensesisin.”Yüzünde bariz bir merak ile sormuştu. Aslında ne diyeceği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Sadece, konuşmuş olmak için söylemişti.“Evet, aynen öyleyim.”İki kız da susup birbirlerini incelemeye başladılar. Claire, Alexia’nın güzelliğine hayran olmuştu. Dalgalı kızıl saçları ve lacivert gözleri ile göz kamaştırıyordu. Aslında Claire ile birbirlerine çok benziyorlardı. Sadece, Claire onun yanında daha saf bir görüntü oluştururken, Alexia oldukça kurnaz görünüyordu. Biri altın sarısı saçlara sahip iken öbürü dalgalı kızıl saçlara sahipti. “Biraz konuşalım mı prenses? Askerlerinin davranışları hakkında mesela.”Nereden geldiğini anlamadığı cesareti dönmüştü işte. Saf görüntüsünü bozan bir gülümseme ile prensese bakmaya devam etti. Alexia ise ondaki bu davranış değişikliğinden hoşlanmış gibiydi. Claire’a onu izlemesini işaret ettikten sonra taht odasındaki beş kapıdan birine doğru ilerlemeye başladı. İlk önce şaşırsa da Claire da onu takip etti.Alexia’nın girdiği odaya adım attığında, havadaki değişimi hissetmişti. Tıpkı sarayın her bölümünde olduğu gibi etrafa bir sıcaklık hakimdi ama en azından insanı boğmuyordu. Resimlerden, odanın köşesinde duran yataktan buranın Alexia’nın odası olduğunu anlamıştı. Odaya siyah ve kırmızı renkleri hakimdi ama bazı noktalarda turuncuya da rastlanabiliyordu. Armut koltuklardan birine oturan Alexia’nın aksine o bulduğu bir sandalyeye oturdu.“Odan güzelmiş.”“Teşekkür ederim.”Kıza gülümsedikten sonra, gözüne bir portre takıldı. Alexander ve Alexia. Alexia şu andaki oturduğu armut koltukta kraliçe gibi oturmuş, Alexander ise elindeki kılıçla, yaklaşırsan keserim dercesine bir bakışla poz vermişti. Claire, içten içe kıskandığını hissetti. Ama sonra kıskanmaya hakkı olmadığını da düşündü. Alexander yakışıklı ve kibar bir çocuktu ama Claire onun sevgilisi olup olmadığını bilmiyordu ya. “Konuşacağız sanıyordum.”Alexia’nın sözlerini duyunca, neden bu odaya geldiklerini hatırladı. Bir süre söze nasıl başlayacağını düşündükten sonra, zihninde bir süre provasını yaptı ve sabırsız bir şekilde onu dinlemek üzere bekleyen prensese döndü. “Alexander’ın kim olduğunu biliyor musun?”“Sen biliyor musun?”“Önce ben sordum.”“Ama ben prensesim.”Bu diyalog karşısında önce şaşkın bir şekilde Alexia’ya baktıktan sonra, kızın bildiğini anladı. Alexia da onun bildiğini anlamış olmalıydı.“Biliyorsun anladım. Peki neden onu burada tutuyorsunuz?”Kızın yüzündeki kendini beğenmiş ifade kayboldu birden. Endişeli gözüküyordu şimdi. Bu Claire’ın daha çok meraklanmasına sebep olmuştu. “Onu Karanlık’tan korumak için.”Bölüm 8 “Karanlık mı? Sen neden bashediyorsun?”Karanlık denilince aklına ilk olarak ışık olmayan ortam geliyordu. Daha sonra bunun kitaplardaki mistik dünyalarda, kötülüğe eş bir anlama geldiğini hatırladı. Alexia, onun bunu bilmemesine şaşırmış görünüyordu. İç çektikten sonra, Claire’ın bilmediği ve geldiği yer hakkındaki değişik efsanelerden birini anlatmaya başladı.“Uluslar oluşmadan, krallıklar ayrılmadan önce, iki kardeş varmış. Onlar ikizlermiş ve ikisi de dört elemente hükmedebiliyorlarmış. Onlar aynı zamanda prenslermiş de. Kral ölmeden önce, krallığını diğerine göre daha iyi olduğunu düşündüğü çocuğuna devrettiğini söylemiş. Buna sinirlenen öbür kardeş ile aralarında bir kavga çıkmış. Kavgayı çıkaran yandaşlarını alıp buradan gitmiş ve güçlenip döneceğini söylemiş. Öbür kardeş ise bu duruma çok üzülüyormuş. Bu yüzden kral olduğunda çocuklarına her bir elementi yönetme hakkı vermiş.”“Kaç çocuğu varmış?”“Beş.”Buna şaşırmıştı Claire. Bilinen dört elementin de ulusları vardı. Peki ya beşinci kardeşe ne olmuştu? Alexia’ya bunu sorduğunda, kızın da bilmediğini öğrendi. Hikayede bu kısım hep gizli tutuluyordu. “Ama Alexander biliyor olabilir.” Dedi kız şüpheyle.“Bunu nereden çıkardın?” Aslında cevabı biliyordu. Dört elementi de kontrol edebilen çocuk, Salvatore. Neden bilemesindi ki? Oturduğu rahat yerden kalktı birden. Biraz rahatını bozması gerekiyordu. Claire buraya boş yere gelmediğini hissediyordu. “Bana birkaç kişi lazım olacak. Alexia, Prens Arthur’u nerede bulabilirim.”“Tam arkanda.”Claire, yüzü bembeyaz olmuş halde arkasını döndü. Dağılmış, altın sarısı saçlarını düzeltmeye çalışırken yanaklarının pembeleşmeye başladığını hissediyordu. Alexia’nın bu durumda hem biraz bozulmuş olduğunu, hem de eğlendiğini biliyordu. Arthur ise sadece kızgındı. O konuşmadan arkasından iki kişi daha girdi. Biri Alexander, diğeri ise Claire’ın daha önce görmediği ama Arthur’a benzerliği göz önünde bulunan, güzel bir kızdı. Onun kim olduğunu ilk başta anlamıştı. Arthur’un kardeşi Aradhel. “Senin burada ne işin var?” Dedi şaşkın bir şekilde. Ama Alexia onunla aynı anda konuşmuştu.“Bak sen, misafirler var. Geçin içeri.”Arthur, kızgın mavi gözlerini ateş prensesine çevirince, Claire bir an için nefesini tuttu ve onu ne kadar özlediğini fark etti. Ne kadar ayrı kaldıklarının bir önemi yoktu. Kız sadece ona ilk geldiği anda yardım eden bu çocuğu seviyordu ve onu özlemişti. Alexia ve diğerleri konuşmaya başlarken, ayakta kalıp onları izledi bir süre. Dışarıdan bakan biri, onun bu konuşan insanlar arasındaki bağı anlamaya çalıştığını düşünürlerdi. Bir bakıma, onun yapmaya çalıştığı da buydu. Diğerleri onun ayakta durduğunu fark etmişlerdi.“Claire, sen de gel. Konuşmamız gerek.”Tam konuşacağı sırada bir şey onu durdurdu, hareket edememişti. Gözlerini kapattı. Nedenini bilmiyordu ama başı dönmüştü. Bir şeyin onu düşmeden tuttuğunu ve yatağa yatırıldığını hissetti. Ama sonrası hiçlikti. Kendine geldiğinde yatakta yatıyordu ve herkes başına toplanmıştı. Arthur’un ve Alexander’ın yüzü endişeliydi. Aradhel sadece meraklı görünüyordu. Alexia ise şaşkındı.“Ne var? Neden bana bakıyorsunuz?”Alexander şimdi diğerleri şaşkın görünüyordu. Claire, onu şaşırtacak şeyin pek fazla olmadığının farkındaydı. Bu yüzden neler olduğunu merak etmişti.“Biz konuşurken birden durdun ve eflatun bir parıltı saçtın. Çok tuhaftı ama içimin huzur ve mutlulukla dolduğunu hissettim. Sonra bir şeyler mırıldandın. Neredeyse düşüyordun ama Arthur seni zamanında yakaladı. Ben de ona yardım ettim ve seni yatağa yatırdık.”Claire, bakışlarını Arthur’a çevirirken, kendini gülümsemeye zorladı. Çocuk da ona çekingen bir şekilde gülümsedi. Hala onun iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. İkisi de neredeyse ormanda yaşananları unutacaktı.“Sen nasıl bir gezginsin böyle Claire?,” Diye sordu sonunda Arthur. “Işıltılar saçıyorsun, bastığın yerdeki bitkileri yeşertiyor ve etrafa mutluluk saçıyorsun.”Diğerlerinin onaylayan mırıltıları duyulurken, Claire’ın bakışları onu dünyasına bağlayan bağa kaymıştı. Onu şimdi yok etmek ve sonsuza dek bu dünyada kalmak istiyordu. Ona gezgin denmesinden hiç hoşlanmıyordu.“Şey, bayılmadan önce tam olarak ne dedim?”Herkes tedirgin bir şekilde birbirine baktı. Konuşan bu sefer şu ana kadar sessizliğini koruyan Aradhel’di.“İkiz kardeşlerin laneti yaklaşıyor. Kaybolan ulus ortaya çıkıyor.” Yorum isterim.
En son Katherine M. Williams tarafından Paz Mayıs 01, 2011 2:37 am tarihinde değiştirildi, toplamda 12 kere değiştirildi | |
| | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 12:39 am | |
| Uuu, süper ya! Meraklandım Claire astral seyahat falan mı yapıyor öyle? | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 12:44 am | |
| Ooo, iyiymiş Hikayenin başıyla bağlantısını merak ettim şimdi Ahh, yaz çabuk Kit, çok meraklandım amaa | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 12:48 am | |
| Devamını heyecanla bekliyoruuuum. | |
| | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 12:50 am | |
| Aynnneenn, artık hikayeye bir Mana da eklersin falan | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 1:04 am | |
| Uuuu, bu süper işteeee!!! Harika gidiyor ya! Bayıldım buna Ceroşş! | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 1:40 am | |
| Uuuuu, bu da süpermiş yaa!! Hava elementi beklediğim gibi çıkmadı ama hadi neyse Bu bölüm de güzeel, canım hikaye yazıp koymak istiyor bunu okurken ama bir konu bulabilsem | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 1:43 am | |
| Haaayıııırrr Ühühh | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 1:50 am | |
| Mana yine mutlu o zaman ^^ | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Veronica Gardyner Artemis Avcısı
Mesaj Sayısı : 261 Kayıt tarihi : 24/12/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 8:29 am | |
| Çok güzel olmuş Kate! Devamını sabırsızlıkla bekliyorum. | |
| | | Adyali Beckett Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1657 Kayıt tarihi : 21/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 8:31 am | |
| Bak Roca da yorum yazdı! Selam Roca, seni özledik yahu ^^ | |
| | | Veronica Gardyner Artemis Avcısı
Mesaj Sayısı : 261 Kayıt tarihi : 24/12/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 08, 2011 8:32 am | |
| Ceren'in attığı o kadar mesajdan sonra, okumaya karar verdim. Gerçekten de güzel yazmış ama. | |
| | | Adyali Beckett Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1657 Kayıt tarihi : 21/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Paz Nis. 10, 2011 11:39 pm | |
| Yeni bölüm isterizzzz | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Kevin Least Dionysos'un Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 985 Kayıt tarihi : 24/01/11
| | | | Peter Karl Bouveir Hephaistos'un Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 710 Kayıt tarihi : 22/02/11
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Salı Nis. 12, 2011 3:47 am | |
| | |
| | | Adyali Beckett Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1657 Kayıt tarihi : 21/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Salı Nis. 12, 2011 4:39 am | |
| Vaaay, bu bölüm acayip güzzeeelll!! Arthur Claire'nin ne olduğunu keşvetti, ateş askeri saldırdııı, işler ilginçleşiyooorrrr *-* | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Salı Nis. 12, 2011 5:17 am | |
| wuhu süper bir hikaye tebrik ediyorum Ceren harika yazmışsın yeni bölümlerini sabırsızlıkla bekliyorum | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Salı Nis. 12, 2011 6:04 am | |
| Teşekkür ederim tüm yorumlar için, bölüm 5, sanırım cuma günü eklenmiş olur.^^ | |
| | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 15, 2011 9:39 pm | |
| 5. bölümü isteriz, 5. bölümü isteriiz | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Cuma Nis. 15, 2011 10:02 pm | |
| 5-5-5-5 | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| | | | Drake Tyrell Stanislaus Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1178 Kayıt tarihi : 15/04/11
| Konu: Geri: Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ Paz Nis. 17, 2011 4:52 am | |
| Süper bir hikaye gerçekten de. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum. | |
| | | | Elemental. ~Yeni başladığım bir hikaye~ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|