Okuldan sonra eve yürümüştük herzamanki gibi James ile. James geçen akşamki futbol maceralarından bahis ediyordu ve bende dalga geçiyordum. Uzun boylu arkadaşım beni evimin önüne kadar getirip bıraktıktan sonra yanağıma bir öpücük kondurup uzaklaştı kapımın önünden. Bir kaç dakika görünürden kayb olmasını bekledim ve elimdeki anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim. "Anne ben-", cümlemi tamamlayamadan birşeylerin ters gittiğini anlayınca duraksadım. Mutfağın aralıklı kapısından bütün tabakların yerde paramparça olduğunu görüp telaşlandım.
"Anne? Anne, ne oldu? Nerdesin?", diyerek merdivenlere adım attım fakat çığlık çığlığa bir ses ile irkildim. Adımımı oturma odasına çevirmiştim ki. Annemin bana seslenen sesini duydum. "Tiberia! Kaç! Tiberia, çabuk ol!" Neye uğradığımı şaşırdım kaçamazdım. Anneme zarar veriyorlardı. Yada vereceklerdi. "Tiberia, dediğimi yap bulacağım se-", diye başladı ama cümlesini bitiremeden kocaman inledi. Tüylerim diken diken oldu. Ne yapacağımı şaşırmış halde geriye doğru iki adım attım. Annemin acıdan inleyen sesini duymamak için kulaklarımı ellerime kapattım ve koşmaya başladım.
Geçenlerde James ile keşfettiğimiz boş eve doğru koşmaya başladım. Annem kaç dedi ama nereye kaçacağımı bilmiyordum. Evin gıcırdayan kapasını yavaşca açıp, birinin beni gözetleyip gözetlemediğinden emin olmak için etrafıma bakındım. Ardından içeri girip oradada birinin olmadığından emin olmak için etrafa bakınıp derin bir oh çektim. Ayaklarımın altında ki gıcırdayan tahtaların eşliğinde, James ile eşyalarımızı koyduğumuz odaya gittim. James telefonunu açmıyordu. Tanrım başka zamanlarda her iki saate bir arayıp herşeryin yolunda olup olmadığını sorardı. Ahmak, diye geçirdim içimden.Arkamda ki duvara yaslandım ve kendimi ilk defa pekte güvende hissetmediğim uykuma bıraktım.
O çok sevdiğim güneş pekte hoş gelmedi sabahıma. Ceketimi bacaklarımdan alıp üzerime giydim. Hava pek sıcak değildi. Annemin acı çeken sesini duyduktan sonra hic gülümsemeyecekmiş gibi geliyordu güneş. Varlığını gösterip mahrum bıraktı sıcaklığından. Başımda feci bir ağrı vardı, sanki biri bıçak saplıyordu durmadan ve gözkapaklarıma zor hükm ediyordum.
Yavaşca doğruldum. Geceyi duvara yaslanmış uyuyarak geçirmiştim, e haliyle sırtım tutulmuştu. İnleyerek ayağa kalktım ve sırt çantamı koluma takarak yoluma koyuldum. Telefonumun saati 07.33'ü gösteriyordu. Bu yüzden etrafta pek insan görmeyeceğimi düşünüp rahatladım. Sokak pazarını her sabahki gibi kurmaya koyulmuştu insanlar.
İnsanların arasından hızlı adımlarla geçiyordum. Marketlerin camlarındaki yazılar sağa doğru kayıyordu. Evet şimdi iyice garip bir yaratık olmaya başlamıştım. Lanet olsun!
Ormanın girişini koruyan çitlerin arasından dengemi koruyarak geçtikten sonra, James ile kurduğumuz ağaç eve doğru koştum. Ağacı bulduktan sonra üzerine tırmandım ve derin derin nefes alıp arkama ki tahtadan duvara yaslandım. Elimi yere dayayıp belimi yukarı kaldırdım, cebimdeki telefonumu çıkardım. 'Kayıtlar', 'James' ve 'Ara' tuşlarına bastım ve telefonu kulağıma dayadım.
"Alo?", dedi sakince bir ses. "Lanet olası çocuk! Neden açmıyorsun telefonunu?", dedim ve dünden beri ne kadar korktuğumu yeni anlıyordum. Bağıra bağıra ağlamaya başlamıştım. "Neden? Neredeydin. James, çok kötü şeyler oldu. Lanet olsun.Seni iğrenç yaratık.", dedim. "Tiberia!", diye bağırdı susmam için. "Bana bağırma!", dedim bu sefer daha da sesli ağlamaya başlamıştım. Derin bir iç çektim. Ve sakinleşmeye başlamıştım. "Neredesin?", dedi telaşla ama sessizce. Konuşmuyordum. "Tiberia, neredesin?", diye bağırdı, bu sefer soru sorar gibi değilde emir verir gibiydi. "Ağaç evde", dedim neredeyse duyulmayan sesimle. Birşeyler mırıldandı. Orada kalmamı ve bir yere girmememi. Telefonu kapattım ve kafamı arkamda ki tahta duvara yasladım.
Çok sürmeden yaprakların hışırdayan seslerini duydum. Avlanacak bir gelincik gibi kulaklarımı kabarttım ve etrafa bakındım. Hemen battaniyenin altına saklanmış yay ve oklarımı çıkardım ve oklardan birini yayıma geçirip etrafa bakındım. Sesimin çıkacağından emin değildim ama, "Kim var orda?", diye bilmistim. Sesim fazlasıyla tehtidkar çıkmıştı ve kendimle gurur duymuştum. "Benim, seni sert kız", dedi James alaycı bir ses tonuyla. "Canın cehenneme ahmak!", dedim ve gözlerimi devirip tekrar yerime oturdum. James ışık hızıyla ağaca tırmandı ve yanıma oturdu. Elini yanağıma dokundurmak için kaldırdı ama ben geri çektim. Bunu yaptığım için kendimden utanmıştım.
Korkuyordum, ondan değil, onu kayıp etmekten korkuyordum. Bana karşı hilerinin sadece arkadaşlıktan ibaret olmadığını söylediğinde cevap olarak bir tebessüm etmiştim. Açıkcası bende emin değildim. Onu seviyordum, ama ne şekilde sevdiğimi bilmiyordum. Ve aramızın bozulması itediğim son şeydi. Düşünceli ve endişeli sesi düşüncelerimden ayırdı beni. "Tiberia, neyin var?", dedi. Olanları anlattım. Her ayrıntısına kadar. "Üzgünüm", dedi. "Hiç birşeyi doğru yapamıyorum, Lanet olsun! Gitmeliyiz kalk!", dedi ve elimden tutup benı ayağa kaldırmıştı. Tanrım, neyi yalnış yapyıordu. Bu onun suçu değildi ki. Ağaçtan aşağı tırmanmıştık. Oklar ve yay elimdeydi. Bırakmama fırsat bile vermedi. "James annemi bulmalıyız. Lütfen önemli olan o, ben değilim. Gerçekten ben iyiyim!", dedim. İğrenç bir ses duyuldu ve kocaman bir gölge bana doğru geliyordu. "Anlaşılan burda önemli olan tek şey sensin", dedi James. "Onlar içinde benim içinde", tanrım illa lafı ortaya bırakacaktı. "Oklarını kullan sert kız!", diye bağırdı James. Lanet olsun! daha önce bukadar büyük bir kuşa okla saldırmamıştım. Işık hızıyla elimdeki oyu yayıma geçirdim ve Kuşun kalbine isabet ettirmem için dua ettim. Okumu bıraktım ve bingo! Kuşun kalbini delip geçti. Ama kuş bana doğru gelmeye devam ediyordu. "Beynine", diye bağırdı James. Hemen ona bir bakış attım, cebinedki kalemi çıkardı ve bir kılıca dönüştürdü, vaov, bunu ona sonra soracaktım. Bir ok daha geçirdim yayıma ve kuşun beynine arka arkaya isabet ettirdikten sonra kuş yere yığıldı. Hemen arkama baktım, James bir iki mutasypna uğramış kurtların işini bitirmiş, bana bakıyordu. Gözlerinden ne hissettiğini okuyamıyordum. "Lanet olsun buda neydi?", dedim. Elimden tutup "Sonra Tiberia,sonra", dedi ve beni ormandan dışarı çıkardı. Birkaç dakika sonra nereye gideceğimizi anlamıştım. Evime. "Planın ne James? Ne yapmak istiyorsun", dedim ve durdum. "Bana anlatana kadar şurdan şuraya gitmeyeceğim. Yemin ederim!", durdum ve ona baktım. "Özür dilerim ama beni buna sen mecbur ettin", dedi. Soran gözlerle ona baktım. Sağ eliyle bacaklarımdan sol eliyle belimden tutup beni omuzuna aldı. "James saçmalama, indir beni!", diye bağırdım. "Herkes bize bakıyor", dedim sessizce. "Boş versene. Kimin umrunda?", dedi haylazca. Pes ettim ve yere bakmaya başladım. Evin önüne geldiğimizde beni indirdi. "Tanrıya şükür!", dedim. "Tiberia, dünki dondurmayı yememeliydin", dedi. "Ha-ha! Aman ne komik!", dedim ve gözlerimi devirdim. Eve girdik ve bana değerli eşyalarımı ve kıyafetlerımı almamı söyledi. Kıyafetlerimi ve değerli eşylarımı bir bavula -kocaman bir bavula- yerleştırdikten sonra ona döndüm. "Şimdi? Şimdi anlatacakmısın?", dedim. Ama cevap vermedi. "Acelemiz var Tiberia. Hadi!", dedi ve arabasına binip yola koyulduk.
Birkaç saatlik yolculuk sonunda kamp gibi biryere gelmiştik. Ona soran gözlerle baktıktan sonra arabadan indim ve etrafa bakındım. 'Melez kampı', yazyıordu. "Buda ne?" "Tiberia sen bir melezsin", dedi sessizce.