Gözlerimi aralamaya başladığımda günün henüz daha yeni ağarmakta olduğunu görmüştüm. Tekrar yastığa kafamı vurup uyumayı denediğimde ise uyuyamadığımı fark etmiştim. Bedenim burada kalıp bütün gün dinlenmek isterken, aklım ve mutfaktan gelen annemin sesi bana yeni okuluma gitmem gerektiğini hatırlatıp duruyordu. Ben hastaydım. Disleksi ve DEHB idim. Çevreden dışlanmış bir atıktan farkım yoktu. Annem bile beni bağrına basamıyordu. Çevredekiler ne zaman eve gelse, ben odamda oturuyordum. Onların konuştuklarını duymadığımı zannediyorlardı ama gayet net geliyordu. O kız hasta, yatılı okula falan gönder. Oysa ben hiçbir yere gitmek istemiyordum. Hayatım boyunca evimde oturabilirdim, başka bir yer olmaması şartıyla. Yine derin düşüncelere dalmışken annem, siyah saçlarını savurarak içeri girdi. Yine yüzünde sıcak olmaya çalışan gülümsemesiyle yatağıma oturdu. "Haydi uyan artık." dedi dürterek. Gözlerimi tamamen açtım, ve anneme gülümsedim. Yerimden kalkarak tuvalete doğru ilerlemeye başladım.
Bugün içim kıpır kıpırdı. Gün daha yeni doğmuştu ama içimde bir duygu karmaşası başlamıştı bile. Tuvalete çıplak ayaklarımla ilerlerken soğuğu içimde hissediyordum. Ama yine de hiç görmediğim babamın yanımda olduğunu düşünmemin verdiği his, bütün soğukluğu alıp yerini sıcaklığa bırakıyordu. Tuvaletin lambasını açarak yüzümü yıkadım. Kendimi arınmış gibi hissediyordum. Bütün duygularım gitmişti. Bugün, kendimi anlayamıyordum. Mutfağa doğru ilerlediğimde masanın üzerinde duran sandviçe ağzım sulanarak baktım. Oysa her gün aynı şeyi yiyordum, bugünün farklılığı neydi bilmiyordum. Annem beni yanağımdan öptü, kırmızı rujunu yanağımdan silmek için uğraşmam gerekiyordu. Az sonra dans yarışmasının başlayacağını ve yürüyerek gitmem gerektiğini söyledi. Onu kapıya kadar yolcu ettikten sonra ben de üzerime her zaman giydiğim mavi hırkayı alarak kapıyı çektim ve sanki sonsuza kadar veda edermişcesine oluşan hisimin doğrultusunda eve baktım. İç geçirdim ve caddeye doğru ilerlemeye başladım.
Yavaş yavaş, ayaklarımı sürüye sürüye ilerliyordum Manhattan'ın tozlu sokaklarında. Başımı kaldırdım, yukarı baktım. Tam o sırada üzerime gelmekte olan bir kuş görünce çığlığı basarak kaçmaya başlamıştım ki bir bücüre çarptım. Saçları uzundu, ama kıvırcık olduğu için pek belli olmuyordu. Elindeki kılıcı bana uzattı. Ona şaşkın şaşkın bakıyordum. Ne istiyordu bu, onu öldürmemi mi? Kendi canımın derdindeydim ben. Sokaklarda insanlara çarpmamaya uğraşmadığım nadir günlerdendi bugün. "Al bu kılıcı ve dövüş." dedi. Bu fikri kurcalardım normal şartlarda fakat şu anda hiç niyetim yoktu buna. Kabzasından tuttuğum anda farklı şeyler hissetmeye başladım ve yukarıdan inen kuş görünümlü şeye doğru kılıcımı sallamaya başladım. Önce kuş beni yere düşürdü. Kılıcımı da uzaklara fırlattı. Öleceğim diye düşünüyordum. Babamı bir kez göremeden gidecektim dünyadan, bana en çok koyan da bu olacaktı işte. Kendimi ölüme bırakacaktım ki, bir el elimi tutarak beni yukarı çekti. Etrafa baktığımda gökyüzünde olduğumu fark ettim. Uçuyordum, kanatlı bir atın üzerinde. Rüzgar saçımı okşuyordu, yumuşakça. Gülümsedim, yavaşça. O sırada yanımdakine baktım, daha deminki minik olduğunu fark ederek geri çekildim. Tam ağzımı açacaktım ki o oflayarak sözü aldı. "Sen yarı tanrısın. Bak inanması güç, böyle söylemesi de güç ama herkese aynı şeyi anlatmaktan sıkıldım. Süper güçlüsün." dediği anda, yere baktım. Turuncu giyinmiş çocukların gezindiği alanın önündeki ağaç, ilgimi çekmişti. Tekrar çocuğa ve havaya baktım. Geçmişimi kurcalamanın vakti gelmişti.