Küçük Tanrılar Mahallesi'ndeki o tuhaf karşılaşmadan sonra, Lucianna aklımdaki birçok soru işaretinin kaynağı olmaya başlamıştı. İki yüzü aşkın yıllık hayatımda bir kız beni ilk kez aşka, hatta yıldırım aşkına inandırmıştı. O an, aramızda yaşanan çekim sanki elle tutulabilecek kadar yoğun gelmişti. O gittikten sonra, kendimi eksik hissettiğimi fark etmiştim. Ben... iyi değildim ve en kısa zamanda Lucianna ile tekrar görüşmem ve aramızda yaşananlara bir açıklık getirmem gerekiyordu. İki seçenek vardı. Birincisi, onun da bana karşı benzer duygular hissediyor olmasıydı, ikincisi de o gün sadece dalgasına benden etkilenmiş gibi davranmasıydı. "Biri birini sadece dalgasına, öyle öpebilir mi?" diye sordum kendi kendime. Belki öperdi ama Lucianna, öyle dalgacı bir kıza benzemiyordu. En başta bakışları, çok saftı. Tabii onun Bilgelik Tanrıçası Athena'nın kızı olduğunu öğrendiğimde, bu görüşüm biraz zedelenmişti ama, Tanrıça'nın her kızı da düzenbaz olacak diye bir kural yoktu. Melez Kampı'nda yaptığım çeşitli araştırmalar sonucunda, Lucianna hakkında epeyce bilgi sahibi olmayı başarmıştım. Pek hoşuma gitmeyen kulübesinde olmadığı zamanlarda vaktini kılıç eğitimi vermekle geçiriyordu. Bunun tuhaf olduğunu düşünmüştüm; Ben kılıç konusunda pek iddialı değildim ve kendimi ok ve yay takımımla güvende hissederdim. Keskin ve ağır bir metali, rahatsız edici bir kın ile belde taşımak bana her zaman saçma gelirdi. Yine de, Lucianna ile ilişkimizi ilerletirsek, bir gün kendisinden kılıç dersi alabilirdim. Ah, bunu gerçekten kılıcın nasıl kullanıldığını öğrenmeye hevesli olduğum için yapmazdım ama, niyetim de zaten pek fazla önem arz etmezdi. Hûlyalı düşünceler eşliğinde Athena kulübesinin önüne vardığımda, hava kararmaya yüz tutmuştu. Melezler bir bir kulübelerinden çıkıp Yemek Gazinosu'nun yolunu tutmaya başlamışlardı. Lucianna'nın hala içeride olduğunu, tanrısal gücüm sayesinde hissedebilmiştim ama orada yalnız değildi ve kulübeden son çıkacak kişi olmadığı da kesindi. Kardeşleriyle karşılaşmamın onu çok fazla rahatsız etmeyeceğini umarak kapıyı çaldım. Beş saniye sonra kapı açıldığında, karşıma genel görünüş itibariyle Lucianna'ya benzeyen, renkli gözlü ve güzel bir kız çıktı. Bana soru sorar ve biraz da şaşkın bir şekilde bakıyordu. Suratıma duygularımı belli etmeyen, maskemsi bir ifade yerleştirdikten sonra, "Lucianna bu kulübede mi kalıyor?" diye sordum. Aslında onun bu kulübede kaldığından adım kadar emindim ama, ilk dakikadan renk vermek huyum değildi. Kız tek elini saçlarını karıştırmak için başına götürürken sorgulayıcı bir ses tonuyla "Evet, ama bu seni niye ilgilendirir, anlayamadım. Kimsin sen?" diye sordu. Gerçekten de gıcık ve korumacı bir kardeşe denk gelmiştim. Sıkıldığımı belli etmek istercesine derin bir nefes aldıktan sonra "Beni niye ilgilendirdiği bence seni ilgilendirmez." cevabını verdim. Athena kızı bana bir başka ukala cevap vermeye hazırlanırken Lucianna onun yanı başında belirdi ve "Martin! Senin burada ne işin var?" diye hafifçe bağırdı. Ardından, endişeli bir gülümsemeyle kardeşine dönerek "Serena, sen diğerleriyle birlikte yemeğe git istersen. Ben birazdan size katılırım." dedi. Kaşlarımı kaldırarak koyun sürüsünü andıran Athena çocuklarının kapıdan çıkmasına kolaylık sağlamak için kulübeden birkaç adım uzaklaştım. En son, bana tehditkâr bir bakış atan Serena da kardeşlerine katıldıktan sonra, ne diyeceğimi bilemeyerek Lucianna'ya döndüm. Sahi, buraya neden gelmiştim? Ve neden bu kız karşıma her çıktığında hafızamı kaybetmiş olduğumu hissediyordum?