O sabah uyandığımda içimde, nedenini anlayamadığım bol miktarda enerji vardı. Oturduğum yerde duramayacak gibiydim, daha beş dakika geçmeden sıkıntı basmaya başlamıştı. Kendime daha fazla eziyet çektirmemek amacıyla ayağa fırladım ve üzerime rahat, bol bir kotla, kapüşonlu bir sweat geçirdikten sonra kulübeden dışarıya çıktım. Daha sabahın erken saatleri olduğu için neredeyse kimse yoktu etrafta, bu da doğal olarak işime geliyordu. Bu kadar erken bir saatte yapabileceğim şeyleri bir bir geçirdim aklımdan. Aslında biraz antrenman yapsam çok iyi gelecekti. Ama nereye yönelebileceğimi bilmiyordum. Etrafta ağız tadıyla dövebileceğim bir melez yokken kılıç antrenmanı yapmak istemiyordum, tahtadan eğitim kuklalarına karşı savaşmayı gözümde eğlenceli kılabilecek hiçbir şey yoktu. Ok atmanın düşüncesi bile tiksintiyle midemin altüst olmasına neden olmuştu. O sırada aklıma başka bir alternatif geldi. Tek başıma yapabileceğim, yaparken keyif alabileceğim bir şey. Adımlarım sıklaştı ve beni cirit sahasına doğru götürmeye başladı. Daha önce denediğim bir şey olmamasına rağmen, elime bir şeyler alıp fırlatma düşüncesi hoşuma gitmişti. Soğuk etkisini hala sürdürürken sahaya adımımı attığımda oranın boş olmadığını gördüm. Yüzüm ekşidi. Bir dakikalığına... sadece bir dakika için huzur istemiştim ve her zamanki gibi hayal kırıklığına uğramıştım. Belki de küçük, salak bir melezdir de korkutarak buradan uzaklaşmasını sağlayabilirim diye umut ederek ilerlediğimde, bunun Zeus kulübesinden Marcus olduğunu gördüm. Dahası, beni çoktan fark etmişti bile. 'Selam, nasılsın Allen?' Olduğum yerde kaldım. Şimdi çekip gidemeyecektim işte.Nefesimi biraz düzene almaya çalıştım ve sakin sakin, 'İyi, Marcus. Sen?' dedim kısaca. Bir yandan da burdan bir an önce nasıl kurtulabileceğimi düşünüyordum.