'Demek Melez kampı dedikleri çöplük böyle bir yer.' Etkilenmediğini açıkça belli eden ses tonu, Oscar'ın kaşlarını kaldırarak ona bakmasına neden oldu. Daha kampa adımlarını yeni atmışlardı, bu kadar çabuk yargılama yapması onu şaşırtıyordu. 'Sen ne bekliyordun ki?' Bu soru üzerine biraz canı sıkılan Allen iç geçirdi ve omuzlarını düşürdü. Gerçekten, bir şey hayal bile etmiş miydi acaba? Buraya gelirken? Bütün hayatı boyunca? Ama bir nedenden dolayı, bazı şeyleri oluruna bırakmak da ona göre değildi. Oscar'ın tekrar konuşmaya başladığını duyunca, ister istemez ilgisini tekrar ona verdi. 'Kimin oğlu olduğunu henüz bilmiyoruz... Bu yüzden şimdilik Hermes kulübesinde kalacaksın.' Çocuk ona canından bezmiş gibi baktı. 'Harika, zaten bir hırsızların kulübesine gitmediğim kalmıştı.' 'Dostum, Tanrılarla alıp veremediğin ne senin?' Kulübeye yürüdükleri sırada sessiz kaldı Allen. Görülecek çok hesabı vardı sözde Tanrılar'la. Hala aklı almıyordu çok kudretli olması gereken bir Tanrı'nın nasıl olup da bunca yıl hiç yanında yer almadığını. Bir halt yedikten sonra kabullenmemek, sokağa atmak... Gözünde bunu mazur gösterebilecek hiçbir neden yoktu. Özellikle de yaşamak zorunda kaldıklarından sonra. Aklına, sadece iki ay önce yaptığı şey geldi ve adımları biraz yavaşladı. Pişman olduğu için falan değil, sadece... Hafif bir sırıtış yüzündeki hatları belirginleştirdi, acaba ebeveyni olacak Tanrı ya da Tanrıça, bir zamanki aşkının şimdi parçalanmış halde bir yerde çürüyüp gittiğini öğrenince nasıl bir tepki verecekti acaba? Parmakları kısa bir anlığına belinde asılı duran kamasının üzerinde gezindi - birlikte ne çok şey yaşamışlardı. Tek bir iz baki kalmıştı silahın üzerinde, belli belirsiz bir çentik izi.
O farkına bile varamadan kamp içerisinde epey yol katetmiş, iki yanında kulübeler sıralı olan bir açıklığa gelmişlerdi. Oscar ona döndü. 'Hermes kulübesi şuradaki. Ben önden gidip liderleriyle konuşayım bir. Herhangi bir şey olursa benim kulübem de aşağıda hemen. Apollon kulübesi.' Bir daha onunla irtibata geçmek isteyeceğini hiç sanmıyordu, ama cevap vermeyerek kafasını salladı sadece. Çocuk öne çıkıp yeni 'evinin' kapısına vururken o arkada kaldı ve etrafını biraz daha dikkatli incelemeye başladı. Daha sonra ihtiyaç duyar diye her şekli, her köşeyi aklında tutmaya çalışıyordu. 'Yeni bir melez getirdim. Ebeveyninin kim olduğunu henüz bilmiyoruz. Belirlenene kadar bir üyeniz daha oldu yani.' Oscar'ın samimi konuşması bittiğinde, kulübe liderinin güldüğünü duydu. Araları iyiydi anlaşılan. 'Tabii, dostum. Adı ne peki?' 'Allen. Allen Jacques Harth.' Hermes çocuğunun ani tepkisi o kadar abartılıydı ki, Allen bile başını kaldırıp bakma gereği hissetti. Kulübe liderinin sıradan hatlarında şu anda belirgin olan tek duygu korkuydu - bir parça da panik belki de. Allen ya da Oscar bir tepki veremeden, iki adım geriledi çocuk. 'Bizim kulübemize gelmesi gerekmiyor. Nyks çocuğu o!' Bunu öyle bir tonda söylemişti ki, küfür etmiş gibi çıkmıştı kelimeler. Allen hesap sormak istercesine öne atılmaya çalıştığında onu tutan Oscar, kaşlarını çatarak Hermes kulübesindeki arkadaşına baktı. 'Bu da ne demek şimdi, James? Nyks kulübesindekilerle aranda hiçbir zaman sorun olmadı!' 'Katillerle değil!' dedi James tükürür gibi. Allen'a yönelttiği bakışları, bu sözler üzerine aşağılayıcı ve tiksinti dolu bir ifadeye büründü. Bu, Oscar'ın donup kalmasına neden olunca kendini ondan kurtardı genç adam. 'Siz gideli uzun bir zaman oldu, Oscar, bu yüzden bilmiyorsun. Bu adam sadece iki ay önce bütün ailesini öldürmüş, soğukkanlılıkla! Kampa getirilip getirilmemesi bile tartışıldı.'
Cesur sözlerinin arkasına gizlemeye çalıştığı korkuyu hisseden Allen, gülmeye başladı. İkisinin de bakışları ona döndü, James'in yüzünden dehşet okunuyordu, Oscar ise hiçbir şey söyleyemeyecek ya da yapamayacak kadar afallamıştı. 'Ah, kusura bakmayın.' dedi Allen gülmesine engel olmaya çalışarak ve ellerini salladı. 'Sadece, ünümün bu kadar hızlı yayılmasını beklemiyordum açıkçası.' Gülmeyi tamamen bırakıp ikiliyi, ama özellikle de James'i süzmeye başladı. Bakışları nasıl bir ifade kazanmıştı bilmiyordu ama James biraz daha sindi sanki. 'Evet, annemi ve babamı öldürdüm. Ama aklında bulunsun pislik, kiminle nasıl konuşacağını öğrenmediğin sürece, cinayetlerin sayısı da artabilir.' Belki de şu anda burada durup tehditler savurmak akıllıca bir iş değildi, ama dayanma sınırını geçeli çok olmuştu. 'Söylesene, nasıl büyüdün sen? Anneciğin hep yanında mıydı? Sana hiç vurmaya kalkıştı mı? Sonra işe yaramaz ayyaşın tekiyle evlenip mutlu bir yuva kurmayı becerebildi mi?' Bağırmak istiyordu aslında, ama sesi fısıltı halinde çıkıyordu. En azından çoğu zamanlarda bu, bağırmasından daha tehlikeliydi. Bir hamlede kamasını çekti ve ay ışığına tuttu, uğursuz parıltısının yüzüne vurduğunu hissedebiliyordu, bir yandan da gözlerini James'den ayırmamıştı. Çocuk paniklerken, Oscar da duruma el koymaya çalıştı. 'Allen saçmalama, kaldır şunu.' Serin kanlı bir katil edasıyla süzmeye devam etti James'i. Hermes'in sözde cesur oğlu bunun üzerine iyice geriledi, artık kulübenin içine girmişti resmen. 'Buraya hiç gelmemeliydin. Uğursuz katil!' Haykırışı her yerde yankılanmıştı. Arkasında daha fazla kardeşi belirirken dişlerini sıktı Allen. 'Hiçbir şeyden haberin yok, sülük. Seni ilgilendirmeyen işlere bulaşma.' İşler iyice sarpa sarmaya başlıyordu. Başka kulübelerin de kapıları açılmış, meraklı melezler karmaşanın nedenini anlamak için başını uzatmaya başlamıştı. Bunun farkında olan Oscar, Allen'ın kolunu tuttu ve, 'Tamam, Cole, bu kadar yeter. Hadi, gidiyoruz.' dedi. Ah, aklına yapabileceği başka bir sürü şey gelmişti. Kamasını bu James denecek sülüğün karnındaki en yumuşak dokuya saplamak ve o acı içinde kıvranırken zevkle izlemek gibi. Ama Oscar'a karşı koymadı.
Birlikte Nyks kulübesine doğru yürürlerken bir daha hiç konuşmadılar. Çocuk onun önünde hızlı hızlı ilerliyordu, ona bakmamak için özel bir çaba sarf ediyor gibiydi. Kısa bir an için, acaba kim olduğumu bilse beni kurtarma zahmetine girer miydi, diye merak etti Allen. Burasının da büyüdüğü Los Angeles sokaklarından hiçbir farkı yoktu. Hayatta kalmak için mücadele eden, birbirinin üzerine basarak tepeye yükselmeye çalışan yarı Tanrılar. Kamasını kınına soktu ve Oscar, bu sefer de Nyks kulübesinin lideriyle konuşurken, olup bitenle ilgilenmiyormuş gibi etrafına bakındı. Hala kendi kulübesi olarak benimseyemeyeceği kadar yabancıydı bu ortama, 'kardeşlerine', ve hepsinden önce annesi olduğunu öğrendiği kadına. Tanrıça onu sahiplenmemişken, kendisinin konumunu ve akrabalarını çabucak sahiplenmesi ona çok saçma geliyordu. Lider olan kız, Oscar'ın anlattıklarını iyice dinledikten sonra Allen'a şöyle bir baktı, sonra da çocuk, tek bir kelime daha etmeden aralarından sıyrılıp giderken Allen'ın içeri geçmesi için yan durdu. 'Gel bakalım.' Ona şöyle bir bakıp başını salladıktan sonra içeri girdi genç adam. Anlaşılan kalacağı odayı biriyle paylaşması gerekiyordu, ama şu anda uyuduğu için kim olduğunu göremedi. Neyse, öğrenmeye pek de hevesli olduğu söylenemezdi zaten. Gerçekten de bir günlük bu kadarı yeterdi. Yanına aldığı tek şey olan sırt çantasını boştaki yatağın üzerine attıktan sonra kendisi de yatağa oturdu ve başını ellerinin arasına alarak bir süre durdu öylece. Bir parça olsun zihnini rahatlatabilmeyi başardıktan sonra sırt çantasından eşofmanlarını çıkararak çabucak üzerini değiştirdi ve yatağına girerek, uykunun tatlı mayhoşluğunun yavaş yavaş zihnini sarmasına izin verdi.