''Ormana gel Janice.. Beni orada bulacaksın. Melez Kampını bul..'' Sisler içinde kalmış kadın, rüyamda bana seslenen annemdi. Kabuslarla dolu uykumdan korkuyla uyandığımda, sesi hala kulaklarımda çınlıyordu. Ölümünün üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti ve bir yıldan beri her gece aynı kabusu görüyordum. Mezarlıkta annemi arıyordum. Tam bulamayacağımı düşünüp geri döndüğümde sislerin içinden annem beliriyordu. Üzerinde siyah uzun sislere karışan bir elbise vardı. Ona koşuyor ama hiç bi şekilde ulaşamıyordum. Tam elimi uzattığım sırada ise o bana Melez Kampı denen yeri bulmamı söylüyordu. O bunu söyler söylemez yer son hızla sarsılmaya başlıyor, ağaçlar ve mezar taşları devrilmeye başlıyordu. Annem sesini bana duyurmak için son kez bağırdığında yer yarılıyordu ve ben dipsiz bir çukura doğru düşerken yatağımda uyanıyordum. Bir yıldan beri, her gün bu kabusu görmek psikolojimi bozmuştu. Gitmediğim doktor, denemediğim ilaç kalmamıştı ve şimdi bu dertten muzdarip, gecenin bir yarısı yatağımda oturup ağlıyordum. Annemi çok özlemiştim ve o garip trafik kazasının olduğu günlere yaklaşırken kabuslar daha da artıyor gibiydi. Ağlamam bittiğinde tuvalete koştum, yüzümü yıkayıp açılmaya çalıştım. Aynada depresyonda bir ben görüyordum. Annemin yokluğundan sonra kısacık kestirdiğim alev kızılı saçlarım, yeşil gözlerim ve melez tenim büyük bir tezatlık oluşturuyordu. Annem bir siyahtı, babam beyazmış ben de melez doğmuşum. Babama gelirsek onu hatırlamıyorum. Ben bebekken bizi terketmiş, ama annem'e sürekli para yardımında bulunmuş. Şimdi oturduğumuz lüks evi annem onun sayesinde alabilmiş. Bana kalsa onun parasıyla bu evi almaktansa, sokaktaki bir bankta yatardım daha iyi. Şimdi de hiç sevmediğim ama annemin tek hatırası olan bu kocaman ev bana kalmıştı. Bense gerçeklerden kaçabilmek için tek bir odasına sığınmıştım. Banyodan çıkıp odama döndüm. Dışarıda gün doğmak üzereydi. Tek düze büyük evlerden oluşan bir banliyo bahçesine bakan pencereden, güneşe doğru uçan kuşları izleyip, şakımalarına kulak verdim. Gözlerimi kapatıp annemin söylediklerini düşündüm, ''Melez kampını bul.. Melez kampı nedir ki?'' diye söylendim kendi kendime. Annesi veya babası siyahi olanların kampı mıydı? ''Çok saçma!'' diye silip attım. Pencereyi kapayıp karanlık, tek düze yerleştirilmiş odama baktım. Dağınık yatağım hala kabusumun etkisinde gibi görünüyordu. Bir anlamı olmalı diye düşündüm. Bilgisayarımı açıp yatağıma yerleştim. Google'a melez kampı diye yazdım. Yaz kampları, eğitim kampları ve dil kamplarından bahseden reklamlar çıktı. Tahmin ettiğim gibi melez kampı adına hiç bir şey yoktu. Bu benim bi yerde duyduğum ve muhtemelen bilinçaltıma yerleştirdiğim bir saçmalıktı. Son sayfaya geldiğimde sadece melez kampı yazılı bir link buldum. Üzerine tıkladığımda hiç bir şey açılmadı. Arama çubuğunda Long Island yazısının belirdiğini gördüm. Ağzım açık kalmıştı, Google bu tür ilüzyonlarla pek uğraşmazdı. Long Island buradan neredeyse on kilometre uzaklıktaydı. Bilgisayarı kapadığım anda kararımı vermiştim. Long Island'a gidecektim. Hızla duşa girdim ve çıkınca krem rengi elbisemi giyip babetlerimi ayağıma geçirdim. Çantamı ve ceketimi kaptığım gibi arabanın anahtarlarını aldım ve garajdan siyah mini cooper'la çıktım. Annemin on yedinci yaş günü hediyesi arabamla şimdi Long Island yolundaydım. Yaklaşık yarım saatten sonra orman yoluna girmiştim. O sırada annemin 'ormana gel' çağrısını hatırladım. İçimden bir ses doğru yolda olduğumu söylüyordu. Ormanın içinden geçerken, ağaçların arasında bir şeyin hareket ettiğini sanarak yavaşladım. Gözlerim ağaçların arasındakini seçmeye çalışırken birden arkamda arabaya doğru koşan boynuzlu bir şey gördüğümü sandım. Yaratık yaklaştıkça görüntüsü netleşiyordu. Şok içinde kalakalmıştım ki son anda gaza bastım ve hızla ilerlemeye, boynuzlu yaratıktan kaçmaya çalıştım. Virajdan son hızla geçerken onu atlattığımı düşünüp arkama baktım hiç bir şey yoktu ki birden yaratık yolun tam ortasında belirdi. Ona çarpmamak için fren yapıp sola doğru saptım ve ormanın içine daldım. Araba yoldan çıkıp ağaçlara çarpınca kafamı sarsıntıyla direksiyona çarptım ve alnımı kanattım. Bir an önce arabadan çıkmam gerektiğini biliyordum. Yaratığın hırıltıları kulağıma gelmeye başladığında çantamı kaptığım gibi ormanın içine doğru koşmaya başladım. Yaratıkpeşimden beni kovalıyordu. Gürültülü ayak seslerinden bunu hissediyordum. Arkama baktığımda aramızda bir adımlık mesafe kaldığını gördüm. Yaratık yarı insan- yarı öküz gibi bir şeydi. Hayatımda böylesini görmemiştim. Efsanelerdeki yaratıklara benziyordu. Ama işimi bitirecek, bundan sağ çıkmam imkansız diye düşünmeye başlamıştım ki, üzerinde yazıları bulunan büyük bir geçite benzeyen bir kapıdan geçtim. Bir kaç adım daha koştuktan sonra yaratığın hırıltılarının kesildiğini farketim. Duraksamadan arkama baktım, yaratık geride kalmıştı. Durup ona baktım, sanki görünmez bir kalkan onun kapıdan içeriye girmesini engelliyordu. Ağzım açılmış bir şekilde ona bakarken bir çift toynak sesi işittim ve hemen ardından ''Melez Kampına Hoş Geldin!'' sesini duydum...