Bavulum elimde muhtemelen gözlüklü ve inek çocukların kulübesine doğru ilerliyordum. Satirim, yani keçi çocuğum yanımda mırıldanıyordu. Arada bir doğayla ilgili bir şeyler dediğini duyabiliyordum ama açıkçası hiç umrum değildi. Bir süre sonra sıkılmaya bile başlamıştım o çocuktan. Ama beni kulübemin önüne bıraktıktan sonra iyi şanslar dilemesiyle tekrar gözüme girmişti. Kapıyı korkarak çaldım. Ben bu zeki insanların arasında ne yapabilirdim ki? Ben kendi halimde bir erkek çocuğuydum. Sorunlarım vardı, DEHB ve disleksi gibi. Futbolu, beysbolu, basketbolu ve halı saha maçlarını seviyordum. Derslerdense tek sevdiğim mitoloji ve matematikti. Matematiğe aklım almadığı bir şekilde kafam çalışıyordu. Mitoloji dersinin sebebini ise şimdi anlıyordum. Yani minotoru ilk gördüğümde tanımam, bu yüzden olsa gerekti. Zeki kardeşlerimi hala kapının önünde bekliyordum, artık iyice sabırsızlanmaya başlamıştım ki kapıyı uzun boylu, yeşil gözlü, güzel biri açtı. Önce biraz şaşırdı. Elimi kaldırdım ve gülümsedim. "Hoşgeldim, sanırım abla." dedikten sonra kızın bakışları eşliğinde içeri girdiğimde yaklaşık on dört kişinin daha olduğunu fark ettim. Athena'nın bildiğim kadarıyla bekaret yemini vardı, ama bayağa da doğurmuştu hani. Ya da başka yöntemler, zamanla öğrenirdim. Ablalarıma ve diğerlerina baktım. Kulübedeki birkaç erkekten biri de bendim. Ablam kendini tanıtmaya başladı. "Selam. Ben Lucianna Fackrell, kısaca Lucy." dedikten sonra duraladı. Sanırım kendimi tanıtmamı bekliyordu. "Ben de Nicholas Matthew. Kısaca Nick." dedim gülümseyerek. Birden başıma bir sürü insan üşüştü. O kadar kardeşimin içinden hiçbiri düşlediğim gibi değildi ki, bu iyiydi. Buradaki herkes güzel, yakışıklı ve Athena çocuğu olmanın getirdiği şekilde zekiydi. İlk karşılamam, güzel olmuştu. Umarım bu on dört kardeşle iyi anlaşabilirdim.