..Benim için eski hayatımın bitip yerine yeni hayatımın başladığı zaman on üç yaşındaydım. İçimi sıkan sıcak bir yaz sabahıydı. Manhattan'daki evimizin balkonuna çıktım ve dışarıyı seyrettim. Arabalar geçip gidiyor , yayalar telaşla işlerine koşturuyordu. Manhattan'da sıradan bir sabahtı işte. İçeri girdim ve üstümdeki elbiselerimi kokladığımda hemen yere atıp yenilerini aldım. Eh , kabul etmem gerekiyor ki iğrenç kokuyorlardı. Yenilerini giyip salona gittim. Annem kahvaltı hazırlıyordu , tostları yapmaya başlamıştı. Size evimi tarif edeyim. Evimiz aslında çok büyük değildi fakat Manhattan'da yaşayan insanların yaşadıkları evlerin yarısından büyüktü. İçerisi antika eşyalar doluydu. Annem antika meraklısıdır da. Her yanda yemyeşil çiçeklerimiz vardır. Aslında bizim evde televizyon dışında pek teknolojik alet yoktur .Anneme yıllardır yalvarmama rağmen bana bir bilgisayar veya bir cep telefonu almamıştı. Anneme bağırırdım ve ağlardım. Çünkü bütün arkadaşlarımın telefonları veya bilgisayarları vardı fakat bende ikisi de yoktu. Zeus aşkına ! On üç yaşındaysanız bu gerçekten sosyal anlamda sizi çürütür. Kahvaltımı ettikten sonra odama gittim ve çantamı toparladım. O arada odam gerçekten çok dağınıktır. Yerlerde elbiseler , kitaplar , abur cubur kapları vardır. Ah ! Hatta odamdaki televizyonun üstünde ve arkasında birkaç tane iç çamaşırı bile görmüştüm ! Annemden bahsetmek gerekirse ; annem neşeli ve güzel bir kadındır. Ama aynı zamanda çok da hüzünlüdür. Bazen bana öyle bir bakar ki bütün hayatımın çok zor geçeceğini düşünürüm. O günden sonra da öyle olacağından emindim zaten. Ama annem bana her zaman iyi davranmaya çalışırdı. Bazen de utandırdığı da oluyordu. Mesela her hafta en az iki kere "Rocce hala bir kız arkadaş edinmedin mi ? Sen artık yakışıklı bir gençsin." derdi. Annemin yanındayken bunları konuşamazdım zaten. Hep utanıp odama kaçardım. Aslında bir sevgilim hiç olmamıştı. Çünkü ben sınıfın "istenmeyen çocuğu" konumundaydım. Babamı hiç tanımamıştım. Ama annem her zaman onu anlatırdı. Bizi sevdiği için gitmesi gerektiğini söylerdi. Fakat ben ona hiç inanmıyordum. Babam eğer benim iyiliğimi isteseydi beni bırakır mıydı ? Bence bırakmazdı. Ama bazen kafamın içinde bir ses duyuyordum. Zor zamanlarımda her zaman bana yardım etmeye çalışan bir ses. O sesin babamdan geldiğini biliyordum. Ama bu beni avutmuyordu. Zeus aşkına ! Eğer benim yerimde herhangi biri olsaydı bu onu da avutmazdı. Sonuçta babamın kim olduğunu bilmiyordum. Okulda herkesin benimle dalga geçmesinin sebeplerinden biri de buydu işte. Aynı zamanda bende "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktive Bozukluğu" denen illet var. Sanki lanetlenmiş gibiyim. DEHB genelde beraberinde disleksiyi getirir fakat bende disleksi yoktu. Fakat bendeki şanssızlığa da bakın ki yerimde duramıyordum ve asla konsantre olamıyordum. Güzel vakit geçirdiğimde iki saatlik süre bana yirmi dakika gibi gelirken sıkıldığım zaman ise kırk dakikalık bir ders bana altı saat gibi geliyordu. Ben okuldaki ezik diye tabir edilen çocuklardandım işte. Bir iki tane daha "ezik" dışında hiç arkadaşım yoktu. Ama o gün olanlardan sonra normal arkadaşlar edinmemin zaten bir yararı olmadığını anlayacaktım. O sırada annemin "Roc ! Okul servisin geldi canım." demesiyle kendime geldim. Yine iğrenç ve sıkıcı bir gün ve yine bela içinde olacaktım.
**
..Okul servisine bindiğimde dehşet bir gürültü vardı. Herkes birbirine o gün yapılacak olan "okula veda" partisinin süper geçeceğinden bahsediyordu. Tabii ya ! Ne parti ama ! Ben onların gözünde bir eziktim ve hiçbir kız benimle partiye gelmek istemezdi. O yüzden kafamı cama yasladım ve içimden "Lütfen bir an önce okula varalım !" dedim. Ne kadar olduğunu anlayamadığım bir süre sonra - hey bende DEHB var ve bu yol bana sanki saatlerce sürmüş gibi geldi - okula vardık.Okulun her yerinde "Okula Veda Partisi'ne Hoşgeldiniz !" yazıyordu. İçimden bir küfür savurup okula girdim. İçeri girdiğimde herkes gürültülü bir biçimde birbiriyle konuşuyordu ve bana gıcık olan üç tane hoca dikkatle bana bakıp birbirleriyle konuşuyorlardı. Bir tanesi tarih hocamdı ve benden en çok nefret eden sanırım oydu. Tarih dersinde bize yunan mitolojisiyle ilgili ayrıntılı bir bilgi vermişti hoca. Fakat için garip tarafı hoca ders anlatırken sürekli bana bakıyordu. Bu duruma çok sinir oluyordum. Yanlış anlamayın ! Yunan mitolojisini çok severim. Hatta büyük bir hayranıyım da denebilir. Çünkü mitolojideki o tanrılar , o canavarlar ve kahramanlar o kadar gerçekçi ki ! İçimden bazen "Keşke bende bir kahraman olsaydım." derdim. Bu benim için o kadar havalı birşeydi ki ! Okuldaki çocuklar tarafından her zaman ezilmişimdir. Eğer bir kahraman olsaydım onları kılıcımla doğrar ve dosdoğru Tartarus'un derinliklerine yollardım ! Bingo ! Ama bunları düşünürken bir şeyi her zaman atlıyordum. Kahramanların genellikle çok kötü sonları oluyordu. Aklımda bu düşüncelerle merdivenleri çıkıyordum ki üç tane benden bir veya iki yaş büyük çocuk bana bakıp endişeli endişeli konuşuyorlardı. Fazla kafama takmadım ama birkaç adım ilerledim ki aklıma bir şey geldi. Bu çocuklar okuldan değildi ! Hayır , kesinlikle okuldan değillerdi. Popüler biri olmasam da okulda okuyan herkesi görmüşlüğüm vardır. Çünkü dikkatim dağıldığında - ki genelde oluyor - dışarı bakardım ve okuldaki herkesi teker teker görürdüm. Birden telaşa kapıldım ve ne yapacağımı bilemedim. O sırada arkama baktığımda üç çocukta bana doğru geliyorlardı. Okulun hemen acil çıkış kapısını açtım ve aşağı inmeye başladım. Okuldan çıktığımda ne yapacağımı bilemiyordum. Çünkü bu çocukların beni neden aradıklarını bile bilmiyordum ! Herşey o kadar ani olmuştu ki ... Çocukları biraz tarif etmek gerekirse on dört veya on beş yaşında olduklarını düşünüyordum. Bir tanesi kızdı ve diğer ikisi erkekti. Boyları benle aynıydı fakat bir tanesi benden daha iriydi. Okuldan çıktım ve birkaç saniye durdum. Yoksa birkaç dakika mıydı ? Çok heyecanlanmıştım ve zaman duygumu kaybetmiştim. Arkama baktığımda gördüğüm üç çocuk bana doğru koşuyorlardı. Yüzlerindeki tek bir duyguyu okuyabilmiştim."Endişe" İçimden bir ses onlardan korkmamamı söylüyordu. O sırada yirmi metre ileride benden nefret eden üç hocayı gördüm. Onları hiç sevmezdim ama şuan yardım isteyebileceğim tek kişi onlardı. Hemen yanlarına koştum ve o sırada üç çocuk arkamdan koşmaya devam ediyorlardı. Hemen hocaların yanına gidip "Afedersiniz Mrs. Lena.Lütfen yardım edin arkamdan üç çocuk beni takip ediyorlar.Sanırım bana birşey yapacaklar." deyiverdim.Kadınlar endişeli olduklarını ifade eden bir ses çıkardılar. Ama bu ses insan sesine benzemiyordu. Sanki tıslama gibiydi. O anda öğretmenlerim şekil değiştirmeye başladılar. İğrenç yaratıklara dönüşüyorlardı. Şoka girmiştim ve kimden kaçacağımı şaşırdım. Çocuklara doğru bir bakış fırlattım ve onların son sürat bana doğru koştuklarını gördüm. O anda anlamıştım işte ! Bingo ! Bu çocuklar "İğrenç yaratık öğretmenlerden" korumaya çalışıyorlardı. Tam onlara doğru koşmaya başlayacaktım ki canavar öğretmenlerimden birisi beni tuttu ve havaya çıkarmaya başladı. Kafamı kaldırdığımda öğretmenimin ne olduğunu gördüm. Buna inanamıyordum ama ... ama bu bir harpyaydı ! Çocuklara baktığımda yaylarını çıkardılar ve aynı anda değişik şekilde oklar atmaya başladılar. Bu oklar havada giderken inleme gibi bir ses çıkarıyorlardı. Harpya öğretmenim beni birkaç metre yukarı çıkarttığında altı tane ok gövdesine isabet etti. Aslında kan çıkacağını sanıyordum fakat sadece harpya toza dönüştü. Tabii bense son sürat yere düşüyordum. Kalan iki öğretmenim o üç çocuğa saldırmaya başladı. Olay çok yakınımda olup bitiyordu ve ben şoka girmiş gibiydim. Ne yapacağımı şaşırmıştım ama hayatımı kurtaran bu çocuklara yardım etmem gerektiğini biliyordum. Elime yerden bulduğum sivri uçlu bir demiri aldım ve onlara doğru koştum. Tam harpya çocuklardan birini gafil avlamıştı ki demiri boydan boya harpyanın omzuna soktum. Harpya acı bir inleme sesi çıkardı. Toz olmamıştı fakat çocuklardan biri kılıcını harpyanın tam kafasına indirdi. Artık "İğrenç yaratık öğretmenler" sorunumuz kalmamıştı. Aklımda milyonlarca soru vardı ve hepsini çocuklara sormak istiyordum. Ama o kadar yorgundum ki yürüyecek halim bile yoktu. Bünyem zayıf düşmüştü ve artık bu kadar duyguyu bir arada yaşayamazdım. Şok olmuştum , korkuyordum ve endişeliydim. Bunlar düşündüğüm ve hissettiğim son şeylerdi .O an gözlerim kapandı ve bilincimi kaybettim.
**
..Uyandığımda bir arabadaydım ve arabayı kullanan çocuk çok hızlı sürüyordu. Ormanlık bir alandaydık ve arkamızda kayalar atan dev şeyler vardı. Başım çok ağrıyordu ve aklım çok karışıktı. Hemen konuşmaya başladım. "Bakın siz kimsiniz ve neredeyim. O arada o şeyler harpya değil miydi ya ? Burada neler oluyor lütfen anlatın. Nereye götürüyorsunuz beni ? Annem ne olacak ?" diye sormaya başladım çünkü aklımda çok fazla şey vardı. Çocuklardan biri anlatmaya başladı. "Bak Rocce antik yunan tanrılarını ve biliyorsun değil mi ? İçinde onlara karşı bir yakınlık hissettin bence.Çünkü onlar gerçek ve bazen dünyaya girip normal kadınlarla beraber olurlar. Bu birleşmeden sonra doğan çocuklara ne denir bilirsin herhalde ?" dedi. Gerçektende dedikleri mantıklıydı. İçimde biryerlerde yunan tanrılarına karşı her zaman bir sempati beslemiştim. Konuşmaya başladım. "Yarı tanrı. Mesela Herkül bir yarı tanrıydı. Yani şimdi demek istediğiniz ..." "Evet , sende bir yarı tanrısın. Baban bir tanrı. Anneni de hiç merak etme. Onu aradık ve seni kampa götüreceğimizi söyledik. "Bu olanlar benim için çok fazlaydı. Ne kampıydı ki şimdi bu ? "Ne kampından söz ediyorsunu ..." Cümlemi tamamlayamadan arabanın arkasına dev bir kaya isabet etti. O an bilincimi yitirdim. Derin bir uyku. Gözlerimi açtığımda acılar içinde kıvranıyordum. Etrafımdakileri göremesem bile bir sürü kişinin nefes alıp verişini duyuyordum. Bir kişi "Uyandı Kheiron ! Yaralı çocuk uyandı !" dedi. Kheiron mu ? Bu Kheiron Aşil'in de öğretmeni olan Kheiron olamazdı herhalde. Yani bir sentor. Ama başıma geldiğinde yanılmadığımı anladım.
"Yeni evine hoşgeldin kahraman. Burası Melez Kampı." dedi. Duyduğum son şeydi bunlar.Tekrar bilincimi kaybetmiştim.