Toprağın üstüne uzanmış gökyüzünü izliyordum. Hayat bana küçüklüğümden beri gariplikler vermişti. Toprağı altımda hissettikçe kendime güvenim artıyor, duygularım güçleniyordu. Toprak bana hayatımı veren en doğal varlıktı. Güneş ufuktan batarken kızıl bir çizgi bırakmıştı arkasında. Ay güneşin batmasını fırsat bilip kendini göstermeye başlamıştı. Karanlık artıkça toprağın beni daha çok sardığını hissediyordum. Uzandığım yerde doğruldum. İki bacağımı bağdaş kuracak şekilde bir araya getirdim. Elime bir avuç toprak aldım. Toprak elimde oynaşıyordu resmen. Toprağı burnuma götürdüm. Gerçekten hayatımda kokladığım en güzel kokuydu. Saman ve bitkilerin içinde bıraktığı o taze ve değişik aroma beni büyülüyordu. Size söylemiştim. Hayat bana çok uzun zamandan beri gariplikler veriyor. Bu gün yine bir gariplik edindim. Fakat bu hayatımı değiştirecekti. Bağdaş kurduğum yerden hafifçe kalktım. Üstümde kalan toprağı zarif bir şekilde silkeledim. Küçük çiftlik evine baktım. Çiçeklerin arasından bana gülümsüyordu. Eve gitmek ve şöminenin önünde
dinlenmek isterdim. Henüz çok erkendi. Hala toprakla geçirebilecek zamana sahiptim. Birden, çitlerin arkasından bir boğanın koşturma sesi geldi. Omzumun arkasından geri baktım. Hayatım bana yeni bir gariplik getiriyordu. Koyu kahve tüyleri olan dev iki ayaklı bir boğa çiftlik evine doğru koşuyordu. Serinkanlılıkla geri döndüm. Dev yaratık ahşap çitleri parçalayarak arazinin içine daldı. Boğa bana baktı. Gözleri kırmızının en vahşi tonunda vahşet ifadesiyle parlıyordu. Hava ne kadar sıcak olsa da ağzından çıkan hava bulutları çok net görülmekteydi. Kahverengi gözerim her zamanki gibi boş ve soğuk bir biçimde boğaya bakmaktaydı. Hafif esen bir rüzgar koyu kumral saçlarımı hafifçe dağıttı. İstifimi bozmadan toprağa çöktüm. Boğa bu hareketimi hiddetle kınamış ve yere sertçe vurmuştu. Her garipliğin bu durum karşısında bana böyle davrandığını belirtmek isterim. Onları sinirlendirmeyi istemiyordum. Fakat davranışlarım onları sinirlendirmeye yetiyordu. Boğanın bir kez daha feryat edişiyle düşüncelerim dağıldı. Sabrı tükeniyor olmalıydı. Gözleri şimdi daha parlak, daha dehşet vericiydi. Tam tersi olarak ta benim gözleri daha soğuk ve sertti. Ellerimle toprağı hafifçe tuttum. Tüm dünyayı hissettim. Toprağı ve kendimi bir bütün olarak birleştirdim. Ondan güç aldım. Toprağa tüm bedenimle bağlandım. Ellerim bu buluşmanın elçisi olarak toprakla buluştu ve içine bir tohum gibi yerleşti. Benim duygusal yolculuğumu tamamlamamla beraber boğa beklemeyi sona erdirdi ve uyumsuz ayak hareketleriyle üstüme doğru saldırıya geçti. Her adımını hissedebiliyordum. Bir, iki, yarım ve sürtünme. Bir, iki, yarım ve sürtünme. Toprak üstünde bulunan her şeyi hissedebiliyorum. Boğayla aramda üç metre gibi kısa bir mesafe vardı ve ben hala soğuk gözlerle ona bakıyordum. Gözlerim bir ağacın gövdesi kadar hareketsiz ve durgundu. Birden zaman yavaşladı. Boğa bana doğru koşuyor ve ben onu donuk gözlerle elim toprağa göçmüş bir vaziyette izliyordum. İşte gözlerimdeki durgunluk o ana kadar sürdü. Yarım saniye içinde gözlerim bir canavarın gözlerinden farksız bir ifade aldı. Toprak bendeki değişime uyarak canlandı. Boğayla aramda kalan mesafe bir metreye inmişken, topraktan dev bir el çıkıp boğayı çitlerin öbür tarafına fırlattı. Öfkem henüz huzuru tatmamıştı. Toprak yüksel yükseldi ve on metrelik bir duvar oluşturdu. Duvar yavaş yavaş boğanın üstüne çöktü. Toprak boğayı aldı ve derinlere, çok derinlere yolladı. Artık öfkem huzurun kucağına atlamış ve beni azat etmişti. Ellerimi topraktan çıkarmış, ayağa kalkmıştım. Gözlerim donuklaşmış ve yorgunluğa teslim olmuşu.
Bu gün daha fazla gariplik geleceğini biliyordum. Toprakla bir olduğum anda buraya doğru gelen başka bir canlı hissettim. Bu bir insan yada hayvan değildi. Toprağa basma şekli ve adımlarının ritmi değişikti. Vücudunda hissettiğim sayısız farklılıklardan ikisiydi bunlar. Beklediğim gibi oldu. Karşıdan dörtnala bir at geliyordu. Daha doğrusu belinden altı beyaz gümüş renkli bir at olan, belinin üstündeyse bronz zırhlı,sırtında ok ve yay olan kavruk tenli, yüzü saç ve sakala bulanmış bir at-adam gelmekteydi. At-adam saniyeler içinde yanıma geldi. Telaşlı halini aşırı derecede dışarı yansıtıyordu. Ses tonu tecrübeli ve bilgeceydi. Aceleyle konuya girdi:
-‘’ İyi misin? Senin için çok endişelendik. Zec.''
-‘’Hayatın yeni bir oyunu değil mi bu? Söyle bana at-adam benim iyi olup olmama seni neden ilgilendirsin?’’
Benim bu sözlerim üstünde şok olmuş gibin bir müddet konuşamadı.
-‘’ Bak Zec, sen,n annem bir yunan tanrıçası. Tüm o mitolojik öyküler gerçek. Herkül, hidra ve daha niceleri. Bunu anlayabiliyor musun?’’
-‘’ At-adam sen gelmeden önce daha başkalarını gördüm. Toprak Ana beni kabul etti onunla bir oldum. Eğer kast ettiğin şey beni gerçek evime götürmekse, seninle gelirim.’’
At-adam ‘’evet anlamında başını salladı. Elini bana uzattı. Elim onunkine kenetlendi ve beni yukarı çekip sırtına aldı. Gerçekten ayıt olduğum yer sonunda beni bulmuştu. Ve hayatımın garipliklerinin birinin sırtında oraya gidecektim. Arkama son bir kez baktım. Çiçeklerin arasındaki küçük çiftlik evinin bana elveda dediğini gördüm.