Kış sezonu yeni başlamıştı. Manhattan'a babamı ziyaret edip haftasonunu onunla geçirmek için gelmiştim. Tabiki öncelikle kamptan aldığım görevi yapacaktim. Görev basit ve kısaydı. Kamptan aldığım mühürlü paketi önceden belirlenen buluşma noktasında tanrı Ares'e verecektim. Ares'in kızıyla olan ilişkimden haberi olmadığını düşünüyordum. Herşey net ve temizdi. Buluşma yeri olan 50Manhattan Doğa Parkına buluşma saatine 5 dakika kala varmıştım.
Daha önceden haberleştiğimiz için babam geleceğimi biliyordu. Bu hafta sonu ikimiz içinde harika planlanmıştı. Cuma akşamı Pink Cadillac'ta (1950lerden kalma bir restoran büyük ve leziz hamburgerleri ve envai çeşit milkshakeleriyle meşurdur.) yemek yiyecek, daha sonra eski günlerdeki gibi ortak seçtiğimiz bir film kiralayıp izleyecektik. Cumartesi sabahı kahvaltııdan sonra squash oynamak için spor salonuna gidecek öleden sonra ikimizin favori takımı olan NY Jets'in beysbol maçını seyredecektik. Cumartesi gecesi ise evde kickboks turnuvasını izleyerek geçirecektik. Pazar günü ise bütün gün hazırlık yapmakla geçirecektik çünkü bu bizim için yılın en önemli zamanyıdı. Aslında tüm Amerika için çok önemliydi. Evet bu pazar Super-bowl karşılaşması vardı. Amerikan futbol sezonunun son ve en önemli maçıydı. Pazar gecesi ise babam beni kampa bırakacaktı. Tipik bir baba-oğul haftasonu olacaktı. Düşünmesi bile içimi huzur kaplamasına yetiyordu. Kampın şamata ve gürültüsünden uzak ve CANAVARLARDAN! bir haftasonu rüyalarımı süslüyordu ve şimdi bana sadece bir görev uzaktaydı. Aresin çıkıp gelmesi için sabırsızlıkla bekliyordum.
Bekleyişim pek uzun sürmemişti. Arkamdan sırtıma doğru inen bir baltanın gölgesini son anda farkederek yerimden sıçramam sayesinde hayatta kaldığım anda haftasonum için kaygılanmaya başlamıştım. Kafamı geriye çevirdiğimde bankın arkasında dehşet verici görüntüsüyle çirkin koca bir telekine bana saldırıyordu. Artık canavar saldırıları normal gelmeye başlamıştı. Madalyonuma dokundum büyük zümrüt taşına sahip kılıcım olan Akıl Oyununa dönüştü. Kılıcımı telekineye yöneltip kendimi beğenmiş bir edayla "Gelmek için çok yanlış bir zamanı seçtin aptal yaratık." Ardından kılıcımı telekineye doğru savurdum. İlk birkaç hamlemden sakınabilen telekinenin son hamlemden kaçamadan kalbinin ortasına kılıcımı sapladım. O sırada ne sağ taraftan gelen iğrenç sesler ile irkildim kafamı çevirdiğimde gördüğüm ilk şey elinde bastonuyla söylenerek üzerime gelen yaşlı bir kadın ile iri yapılı aptal görünüşlü elinde sopa olan bir çocukdu. Biraz daha yaklaşıp sisin etkisi geçince bunun bir kiklop ve bir harpya olduğunu farkettim. Yine şanslı günümdeydim anlayacağınız. Yaklaşan kiklopun üzerine doğru koşarak kılıcımı karnına sapladım. bu hamlemi beklemeyen kiklop hazırlıksız yakalandığı için kolaylıkla alt edebilmiştim. Harpya ise şoku hızlı atlatıp uçmaya başladı. Biraz yükselince üzerimi süzülmek suretiyle iğrenç nefesi ve korkunç salyası ağzından akarak bana saldırıyordu. Kendimi savunmak için otomatik olarak ellerimi havaya kaldırdım. Koluma çarpan harpya kılıcımın düşmesine sebep oldu. Kılıcımı almak için eğildiğimde dev bir elin balyozvari darbesi ile yere yığıldım. Bir öncekinden en az iki kat büyük bir kikloptu bana saldıran. Kılıcım benden çok uzaktaydı. Kiklop yerdeki bir taş yığınını bana doğru tekmeledi. Avuç içi büyüklüğünde bir taş sol kaşımı sıyırarak geçti. ufak taşlardan bir kaçıda gövdeme rastgele şiddetle çarpmıştı. Acı içinde yerde kıvranıyordum. Aynı zamanda başım dönmeye başlamıştı. Kiklop koca ayaklarıyla her adımında küçük çapta depremler yaratarak hızla bana doğru geliyordu. Yumruğunu kaldırıp embesil savaş naralarından birini atarak bana saldırdı. Yumruğundan kaçmak için çabaladım. Ama kaya gibi sert eli son anda sol koluma çarpmıştı. Çıkan sesden kolumun kırıldığını anlamıştım. Adrenalin yüzünden acıyı hissetmiyordum. Bu sırada havadaki harpya süzülerek pençeleriyle. Göğsümde boydan boya derin üç yarık açmıştı. O andan sonra artık hiçbir ümidim kalmamıştı. Ne kıpırdayabiliyordum, ne de yardım alabileceğim birileri vardı etrafda. Gözlerim kapandı. Son düşündüğüm şey ise öldüğümdü...
Gözlerimi açtıgımda bütün vücudumu kaplayan bir ağrı vardı. Sol kolumu hissetmiyordum, sağ kolum ise kalın bir metalle üzerine yatırıldığım sert kaya zemine sıkıca hapsedilmişti. Sağ bacağımın da kırılmış olduğunu fakettikten sonra. yarılmış kaşımdan gelen kanların ( uyandığımda kanama durmuştu tabiki) tişörtümün yırtılmayan kısımlarında olduğunu gördüm. Gövdemdeki pençe çizikleri ise sızlıyordu. Karanlık bir odadaydım. Tek ışık tavanla duvarın birleştiği yerdeki küçük bir cam parcasından içeriye süzülen güneş ışıgıydı. Havanın aydınlığına bakılırsa saat 3-4 civarı olmalıydı. Ağrıyan boynumu hafifçe çevirdiğimde, odadaki masada oturan iki kiklopu gördüm. Sırtları bana dönüktü. uyandığımı anşamamışlardı. Aslında bazen onların kendi varlıkları da dahil olmak üzere hiçbirşeyi anlamadıklarını düşünüyordum. Madalyonumun boynumda olduğunu hissettim birden silahım bana geri dönmüştü. Ama hiç bir faydası yoktu. Bu zincirleri kırıp şu iki kiklopu haklasam bile kampa geri dönemezdim kırık bir bacakla. Ayrıca bu iki kikloptan fazlası olduğunada emindim. Benim gördüğüm en az bir harpya vardı. Daha kimbilir neler vardı. Denemek zorundaydım. Sağ bileğimi tüm gücümle zorladım. Metal parçasında hiçbir oynama yoktu. Gözlerimi kapatıp düşlerimi sıktım. Tam tüm gücümle denemek üzereyken. Metal parçalarının hepsi kacaman bir şak sesi ile birden açıldı. Çıkan ses kiklopların ilgisini çekmişti. Şaşkınlığı bir kenara bırakıp sağlam sağ elimle madalonumu tuttum. Madalyonumu üzerime gelen kikloplara salladığımda aptal yaratıklar kaçınmak için birbirlerini itiştiklerinden kılıç küçük olana saplandı. Ve tozoluşunu izledim. Diğeri elini yumruk yapıp üzerime savurdu. Kılıcımı düşürmeye yetecek kadar sağlam bir darbe ile vurduktan sonra pes bir sesle kahkaha attı. yapacak hiçbirşeyim kalmamıştı. Kılıç odanın öbür ucundaydı. Saldıran kikloptan korkumdan otomatik olarak gözlerim kapandı. Kılıca o kadar çok ihtiyacım vardı ki... Kiklopun darbesini beklerken. Keskin metalik bir sesin ardından. Kiklopun inlemesini duydum gözlerimi açtıgımda gördüm klıcım kiklopun sırtına saplanmıştı. Kimin yaptığını görmek için etrafa bakındım. Benden başka kimse yoktu. O anda anlamay başladım. Sanırım bunları yapan bendim. Annemden gelen bir takım güçlerim vardı. telekinezi ya da öyle birşeyi. Ama yaptığımız gürültü çok yüksekti. Heran odaya başka bir yaratık girebilirdi. Kampa gidecek bir yolum yoktu hala. Oda birden karardı. Odanın yukarısındaki tek camın onunde bir şey gölge yapıyordu. Baktığımda bunun benim pegasusum Ashland dan başkası olmadığını gördüm. Ama cam kapalıydı. Ona ulaşmak zorundaydım. Camı çifteleyen pegasusun boşa cabalarını izlemekten başka birşey yapamadım. Cam en sağlamından kurşun geçirmez ve güvenlikliydi. O sırada yeni gücümü düşündüm. Kendimi sıkıp camın açıldığını düşündüm. Biraz zorlamadan sonra. Pencerenin sapı oynamaya başladı. Ve büyük bir enerji harcamasından sonra cam tamamen açılmıştı. İçeriye süzülen pegasusum ağzıyla tişörtümün yırtık olmayan parçasından tutarak sırtına tırmanmama yardım etti. Nasıl beni bulduğunu anlayamamıştım ama daha sonra annemin onları kontrol edebildiğini hatırladım. Bana yardım etmesi için Ash'i annemin yolladığından emindim. " Sağol Anne." dedim otomatik olarak gökyüzüne bakarak. Ona tanrıça diye hitabetmek istemiyordum. Çünkü bu aramıza mesafe koyuyordu. Bir ara ona şahsi olarak teşekkür etmeliydim. Pegasusumla kampa ulaştığımda tedavi edilebilecektim. Babamla haftasonu planım da yalan olmuştu...