"Hey! Yarın görüşürüz."
Arwen'e gülümsedim ve bu sıklıkla tekrarlanan "gece takılmalarından" sonra dönüş yolu olarak tercih ettiğim sahil yoluna doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen müzik sesleri, tanıdık yüzler, tanıdık "şeyler"... Buraya ait miyim acaba sorusunu getiriyordu zihnime. Buraya ait olduğuma ya da buraya alışmış olduğuma karar veremiyordum. Açıkçası bu lanet ettiğim gecede bu pek umrumda olmayacaktı. Bugün onyedime girmiştim, doğum günümdü. Sonbaharın sonlarında doğmuş ve gelmiştim, 17 yıl sonra da bu günü sık takıldığım barda yanımda olan bir kaç arkadaşımla geçirmiştim. Babamın evde yeni sevgilisiyle(!) yapmaya çalıştığı kutlamadan sonra farketmediklerine emin olarak dışarı çıkmıştım. Farkedilse de bir şey değişmezdi, hiç değişmemişti. Tek bildiğim babamın yeni bir dövme istemediğiydi, bu düşünce yüzüme hafif bir gülümseme yerleştirmişti. Son bir kaç tanesinden sonra dövmelerime laf etmeye başlamış olması belki de içinde uyanan "Hey, sen bir babasın!" duygusundan kaynaklanıyordu. Tatmin olmuş olmasını umuyordum, yeni bir dövmem olmuştu. Kırmızı bileğime baktım, işte o an gerçekten dikkate alınması gerekn bir duraksama yaşamıştım. İçinde bulunduğum sonbahar gecesi yüzüme çarpmıştı rüzgarını, darbesini yemiştim. Annemi bana hatırlatmıştı, aslında ona haksızlık ediyordum; annemi kendime hatırlatan en büyük neden kendimden başkası değildi. Her seferinde onun hakkında farklı bir şeyler duymak için çabalar dururdum... Sanırım bunu da bıraktım bir süre önce. Anneme neden kızgın olduğumu bir türlü anlayamasam bile ortada bir türlü inanamadığım bir şeyler vardı, bunların en büyüğü de onun ölmediğine olan hissimdi. Belki de babamı terkedip gitmişti -ki bunu hiç yadırgamazdım- bizim hırslı yazar da kızına annesinin öldüğünü söylemiş ve hakkındaki her şeyi kendine saklamıştı. En azından acıyıp bu yıl beni çok şaşırtan bir şey yapmıştı. Sağ elim boynuma gitti, parmaklarım soğuk metale değdiği an ürperdiğimi hissettim. Annemin olduğunu söylediği bu kolyeyi elime aldığımda şaşkınlığımın geçmesiyle onu takmam sadece bir kaç saniye sürmüştü. O ölmüş müydü, ah tanrım. Her ne olmuşsa sonuçta burada değildi işte. Gene de içimde bir şeyler ona bu kadar sert davrandırtmıyor bana. Başım uğuldamaya başlamıştı, bu ya sanırım tamamen istediğim şekilde dağıtmamla alakalıydı ya da düşüncelerimin artık beni boğuyor olmasıyla. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için montumun cebinden telefonumu çıkardım. Kapalıydı, zaten ya kapalı olurdu ya da sessizde. Tabii gece artık etkinliğini bırakıyorsa genellikle kapalı olurdu ki şarjı bitmiş olabilsin. Babam beni sadece bir kez arardı, şu an bu aramaları hiç bir kez cevaplamadığımı farketmiştim. Onunla yok sayılabilecek olan ilişkimiz böyleydi, anneme karşıysa sadece "Nasıl olurdu acaba?"lara kalan sadece tek taraflı hislerim etkindi. Babam onun "Gece gibi" olduğunu söylerdi, bunu genellikle bilmem kaçıncı viskini alırken duyuyordum. "Gece gibi" olan annemin "Gece gibi"liği duyduğum andan beri beni etkilemişti ve şimdi bileğimde "Gece" yazıyordu. "Üzgünüm baba." diye geçirdim içimden, yeni bir dövmem olmuştu. Gece gibi olan annemi bir şekilde yakın hissetme ihtiyacı hissetmiştim üzerimde.
Sahil yolunu bırakmam gerektiğinde hafif bir üzüntü hissetmiştim, bu yolun daha da uzayıp gitmesini istiyordum. Beni o bilmediğim ama ait hissedeceğim uzaklardan birine götürmesini. Bunu yalnızca o yapabilirdi belki de. Çocuksu umutlarım olmasa masum olabilir miydim? Yoldan karşıya geçerken başımın dönmeye başladığını hissediyordum, o sırada Arwen'in cebime koyduğu "Doğum günü hediyesi"ni hatırladım. Gene hapları yerleştirmişti cebime, bu kızın dağıttığı neşesine hayrandım onu ilk gördüğümden beri, geçen 3 yıldır da en yakınımdı o benim bu hayatta. Sabit bir evimiz var gibi görünse de devamlı dolaşarak geçmişti büyüyüşüm. Babam kitabı için nerede bir şeylere bakmak istese orada olurduk. Karşıya geçerken başımın yavaş yavaş dönmeye başladığını farketmiştim. Sersemlik içindeki halimden memnundum aslında, sadece yürümekten yorulmamak istiyordum. Başım dönüyordu, sanırım rahatça eve gidişim bu gece burada sona ermişti. Karşıya geçtim ve bulduğum ilk duvara yaslandım, o an karşımda birini gördüğüme gerçekten yemin bile edebilirdim. Saniyelik bir kadın sanki karşımdaydı ve şimdi yok olmuştu. "Bu gece biraz ağır geldi heralde" diye mırıldandım, gittikçe iyi olacağımı umsam da daha kötüye gittiğim belliydi. Yürümeye devam etmeye karar verdim; yanımda bir nefes sesi duymamla arkama dönmem bir olmuştu.
"İyi görünmüyorsun, yardım edebilirim"
karşımda gördüğümü düşündüğüm kadın yanımda duruyordu. Ona bakmaya çalışıyordum, sesi... Çok sakinleştirici gelmişti bana. Dalgalı, kahverengi saçları vardı. Dikkatimi çeken sadece bu olmuştu; konuşmaya çalışıyordum ama hiç bir kelime çıkmıyordu ağzımdan. Başım iyice dönüyordu ve sanırım bayılacaktım. Etrafıma bakmaya çalışırken koşan birini hatırlıyorum, bize doğru koşuyordu. O halimle olduğu kadar kalakalmıştım koşan "şey"in ne olduğunu anlamaya çalışırken tüm kontrolümü yitirdiğimi anımsıyorum. Tek bir an. Sadece tek bir an her şey kopmuştu ve düşüyordum. Sonrasına dair pek bir şey hatırlamıyorum şimdiyse yanımda babam -yeni kız arkadaşı olmadan- ağaçların içinde yürüyorduk. İnsanların çıldırmış olduğunu düşünürdüm ve şu an buna olan inancımla gördüklerim bana keyif veriyordu. Arwen aklıma geldi ve bardaki diğer çocuklar. Onları artık göremeyeceğimi söylüyordu babam, bir an artık benden bıktığını ve hayatımın bu ağaçların içinde biteceğini ve babamın özgürce yaşayacağını düşündüm; gerçekten çıldırmış olmalıydı. Her şeye rağmen tek kelime etmeden yürüyordum. Duyduklarım bana çılgınce geliyordu ama başından beri hepsine inanıyordum. Annemin gerçekten gece gibi olması... Ona kızmamın gerçekten haksızlık olması. Bir kapıyla karşılaşana kadar yürümüştük beraber, "Melezler Kampı" yazısını farketmemiştim bile, babamın konuşmaları biraz sıkmaya başlamıştı beni, bir yandan da onu burada oturup dinlemek istiyordum. Hayatıma gerçekten şu an olanaksız geliyordu mitoloji, Yunan Tanrıları, melezler. Sanki bana burda durmuş yeni bir kitabı hakkında bir şeylerden bahsediyordu ki o bu tarz konularda hiç yer vermezdi kitaplarında. Ben kapıya dikmişken gözlerimi dün gece bana doğru koşan o "şey" ortaya çıkmıştı tekrar.
"Artık gelmen gerekiyor."
durdum ve babama döndüm. Artık gitmem gerekiyordu, artık bir yerlere gitmem gerekiyordu. Belki de bir şeyler söylemem gerekiyordu. "Hoşça kal." dedim ve kapıya döndüm, görmem gerekiyordu bir şeyleri ve bir çok şey de arkada kalmıştı. Arwen canlandı zihnimde ona da veda etmeliydim. Benim annem gerçekten Gece gibiydi...