Güne yeni uyanmanın sevinciyle yattığım yumuşak yatağımı terk edip kulübemin ortalarına doğru ilerledim. Derin bir esnemenin ardından henüz doğmakta olan güneşi seyrettim. O kadar muhteşem görünüyordu ki. Beni kâhinatta en çok etkileyen gezegendi. O kadar mistikti ki bütün canlılara hükmediyordu. O kadar güçlüydü ki hiç bir güç onun yanına yaklaşamıyordu. Böyle bir güce iyi ki benim babam sahipti. Sabah böbürlenmemi geçirdikten sonra günlük kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Kıyafetlerimi giydikten sonra gözüm yatağıma kaydı. " Tembellik ? " diye geçirdim. Aslında bir Apollo çocuğuna yakışmayacak bir düşünceydi. Bir Apollo çocuğu güneşten erken kalkmalı ve güneşten önce işini bitirmeliydi. Vakit güneş kadar değerliydi. Güneş kadar değerli bir çok şey vardı. Bu düşüncemi pekiştirmek için ormanlık araziye koşmak istedim. Henüz kimse uyanmamıştı. Bir kaç genç çocuk şuurları yarı açık iken bişey anlatmaya çalışıyorlardı birbirlerine. Belli ki gece çok fazla yüce Apollo hikayesi dinlemiş kendilerini uykusuz güçlendirebileceklerini ummuşlardı. Çocuklara bakıp bir kaç saniye somurtmanın ardından. Bir anda karşıma buz kesildim. Hızlı bir şekilde koşmaya başladım. Kulübemin gölgesinde kalan güne sırtımı ısıtmaya başlamıştı. Nereyse havada olmayan rüzgar beni daha çok hırslandırmıştı. Rüzgarı hissetmek için başımı biraz daha eğdim ve daha da hızlandım. Tam ormanlık araziye geçecektim ki sert bir Centaur'a çarpmışçasına yere yığıldım. Boynum inanılmaz bir şekilde acımıştı. Kırıkmamıştı çünkü kırılsaydı ölmüştüm. Önümden geçen bir şeye mi çarptım düşüncesiyle çevreye göz gezdirdim. Hiçbir şey yoktu. Bu olay garipti. Yavaş yavaş yürüdüm aynı yerde tekrar bir duvara çartığımı hissettim. Yalpalanarak yeniden doğrulmakta güçlük çektim. Boynumun acısıyla birlikte önümden göz kaçırdım ve bir tabela gördüm. ' Lütfen güç sınırına dikkat ediniz ! ' yazıyordu. Heralde bunu öldükten sonra göremezdim. Ahlaya ahlaya kulübeme geri döndüm.