" Yüce Poseidon ! " Koyu yeşil gözleri Brain'ı yanıltmıştı. Atletik yapılı Brain zarif bir okyanus yunusu gibi hızlı sert bir köpek balığı gibi derinlere iniyordu. O kadar kuvvetli bir nefesi vardı ki Zeus'un yıldırımlarını, Poseidon'un bütün okyanuslarını dize getirebilirdi. Brain onları bir afet bir muhteşemlik gibi görüp onlara boyun eğmekten başka bir şey yapmazdı. Şimdi ise kendini en rahat hissettiği yani Poseidon'un efendisi olduğu okyanusta tanrılardan, ilahlardan, yarı tanrılardan farklı canlı arama peşindeydi. Poseidon'u sevmez fakat onun okyanuslarına büyük saygı duyardı. Şöyle ki Minerva'dan çok korkar ve ona inanılmaz bir canlı gibi davranırdı. Çünkü Brain için Minerva diğer tanrılardan farklıydı. Babası Zeus olmasına rağmen barıştan ve akıldan yanaydı. Buna rağmen Brain, Minerva'nın ayaklarının altında yaşamayı ona karşı aciz, yoksun ve güçsüz olmayı seviyordu. Brain'ın düşüncesi " bütün canlılar Minerva'nın kölesidir " düşüncesidir. Onu diğer tanrılardan daha çok ilah sayar ve ona tapar.
Daha da derinlere indikçe sanki birisi ayağıyla ciğerlerine bastırıyormuş gibi hissediyordu aciz Brain. Basit göğüs kafesinin içinde büyük bir akciğer olmasına rağmen bu kuvvetin önüne geçemiyordu. Atletik yapılı, uzun boylu Brain'ın kuvveti hiç bir tanrıya yetmezdi. Poseidon gibi bir ilaha direnemez ve direnemezdi. Ciğerlerini daha fazla zorlamamak için kendini hafifçe bıraktı ve hızla yüzeye doğru yüzdü. Biraz daha ilerleyince okyanusun bulanıklığını, güneşin parlaklığını ve dalgaların sert kayalara çarptığında çelik bir kapı kırılıyormuşçasına çıkardığı ses artıyordu. Yüzeye aniden çıktığında kendisinde bir rahatrlama hissetmişti. Derin bir soluk vererek kıyıya doğru ilerledi.
Güneş ışığının etkisiyle üzerinde kuruyan tuzlu su zengin şivasıyla onu olduğundan daha rahat ve huzurlu kılıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra yüce Zeus'un heykeli göze çarpıyordu. O kadar büyüktü ki tam bir Minerva eseriydi sanki. Bu kadar muhteşem bir eser ancak Minerva'nın harikası olabilirdi. Biraz daha ilerleyince güneş ışığının etkisiyle parlayan gümüş Minerva göründü Zeus'un yanında. Zeus'a göre çok daha küçüktü ama dikkat çekiyordu muhteşem renkleriyle. Heykele yaklaştıkça Zeus'un vücut kıvrımları daha da belli oluyordu. O kadar büyüktü ki dibine geldiğinde sadece elindeki şimşek kendisinden on beş ederdi. Kısa bir süre Zeus'a baktıktan sonra bir kaç adım yanındaki Minerva'nın önüne geldi. Ani bir hareketle künk gibi mermer zemine dizlerini koydu. Diş çökmüş hâldeyken başını öne eğdi. Minerva'nın bir ayağı gözünün önündeydi. Tekrar yukarı bakmak istedi fakat sert güneş izin vermedi. Brain için o kadar kutsal o kadar yüce idi ki yanına yaklaşmak bile onun için zor bir işti. Hafif yalpalanarak ayağa kalktı ve bir adım attı. Vücudunun ön kısmından eğilerek Minerva'nın ayağına başını koydu ve soğuk mermeri öptü. Yavaşça doğruldu ve geriye döndü. Güneşin görmediği karanlık alana doğru yürürken ağzından " İlahım... " sözleri döküldü.