Her gece aynı rüyayı görüyor, ilk gözlerini açışında daima bembeyaz oluyordu gözleri. Bir Cennet Tapınağında Yunan Mitolojisi Tanrı ve Tanrıçaları tarafından görev alıyor, görevim ve eğitimim bitince de dünyaya dönüyordum ve daha sonra uyanıp şaşkın gözler ile etrafıma bakıyordum. Doğduğumdan beri her gece bu rüyayı görüyordum. Ben, ismi garip olan şahıs Aindrio Assal, sonunda asıl ailemi ve doğduğum yeri bulmak için çabalıyordum.
17 yaşında idim ama sanki 2000 yıl önceden beri yaşamış biri idim sanki. Cılız, iyi huylu biriydim ve iyi bir araştırmacı idim. Siyah saçlı ve kırmızımsı siyah gözlerim vardı. Doğduğumda anneme söylenene göre "Trilyonda Bir Rastlanan" bir şey olmuş. Gözlerimin "Kırmızımsı" olması garipmiş ancak, benim hayatım kökünden garipti. Bazen rüyalarımdaki Tanrı ve Tanrıçaları okulda, boş koridorlarda görüyordum. Birnevi "Deli" olmuştum ve arkadaşlarımın yanı sıra öğretmenlerim de beni böyle çağırıyordu. Birgün cinnet geçirip elim ile bulunduğum okulun camlarını tek tek kırdım. Bunun ile okuldan atıldım ve başka okula gittim. Orada da aynı muameleyi görmemin yanı sıra terapiye giderek bunu çözmeye çalışıyor, bir türlü çözemiyordum. Sonunda bana "Deli" tehşisi konuldu ve tam anlamı ile delirdim. Artık sinirlendirildiğimde etrafıma zararlar veriyor, cılızlığım gittikçe iri yarı birine dönüşüyordu. Sanki beklenen zamanmış gibi zaman su gibi akıyordu.
Ancak bir gece bütün hayatım kökünden değişmek için bana bir şans tanınmıştı. Ailemin arabasının anahtarları çekmecenin üstünde durmuştu ve ben arabayı alıp birkaç hafta kayıplara karışarak kimsecikler tarafından yakalanmamıştım ki; arkadaşlarımdan birine söylemiştim bu durumu ve o beni ispiyonlayarak saklandığım yeri buldurttu ve beni yakalattı. Ailem beni bulduğunda ise beni büyük sorunlar bekliyordu. Ya birkaç hafta dışarı çıkmak yok, ya da elektronik eşyalarım ortadan kalkacaktı bir süre. Eve geldiğimizde ise bizi çok büyük bir sürpriz bekliyordu. Eve adımımızı atar atmaz 2 büyük jipteki arabalardan biri evin sağından, biri ise solundan duvarları delercesine girdi ve garip adamlar tarafından basıldık. Anne ve babamın karnına sanki 3000 yıl öncesinden kalan bir hançer ile deştiler. Bütün bunlar gözümün önünde olduğu halde gülüyordum. Evet evet! Gülüyordum. Artık kendim de emindim ki delirmiştim. Yanımdaki adamların 6'sıda üstüme geldiği halde bir jipin bagajına zar zor sokmuşlardı beni. Beni kaçırıp uzaklara götüreceklerdi.
Anlayamıyordum. Neden beni kaçırsın ki bu garip kılıklı adamlar? Neden beni götürüyorlardıda karşıdaki evde oturan arkadaşlarımdan birini götürmemişti? Benim özelliğim ne idi? Belki rüyalarıma bir anlam getirecekti bu maceram. Kaçırıldığım yerde bulunacaktı belki bütün sırlar ve sır perdeleri, ardına kadar açılacaktı.
Jip bir süre durdu ve bagajın kapağı açılır açılmaz açan kişiye saldırmaya başladım. Diğer kişilerin yanı sıra bu geldiğim malikanedeki diğer bu tip adamlar da bizi ayırmaya çalıştı. Uzun bir süre bizi ayıramadılar ve ben hayvancasına üstünde olduğum adamın boğazına, ana damarına vahşi bir hayvanmış gibi dişlerimi geçirdim. Adamın boğazından kanlar akmaya başladı. Artık bir "Deli" olmanın yanı sıra bir "Hayvan" idim. Bir Aslan gibi kükredikten sonra diğer yanımdakilere kol darbelerim ile vurarak onları yere devirdim. Çok sinirlenmiş ve kendimi kontrol etmekte güçlük çekmiştim. Sonunda 20-30 adam beni yere sermiş ve beni bağlayarak malikanenin içine götürmeye başlamışlardı. Malikanenin en üst katına, patronlarının oldukları yere götürmüşlerdi beni. Patronları, suratını göstermeyecek bir maske ile kapamıştı suratını. Bir miğferi andırıyordu bu. Gözleri bile karanlıktan görülmüyordu. "Zeus ve diğer Tanrı-Tanrıçalar elbet sonunda gelip onu kurtarmaya çalışacaktır" dedi. Bir süre anlamadığım bir dil ile benle konuşmaya başladıysa da anlamamam üzere sustu. Birkaç dakika sonra bir borazan sesi duyuldu. Kalın bir sesti bu. Bir süre sonra 4 ayaklı, geyik-insanlar gelmeye başladılar. Tarih öncesinden kalan oklar ile etrafa atıyorlardı. Bir süre sonra keçi ayaklı insanlar da gelmeye başladı. Artık olay iyice karışmıştı.
Uzun süren bir savaştı bu. İnsan kılığındakiler birden garip, kel adamların yerini almıştı ve kılıçları ile savaşıyorlardı. Bağlı olduğum ipi kesen bir ok düştü ve zayıflayan ipi kollarım ile kopardım. Üstüme miğferli adam geliyordu. Bulunduğum odadaki pencerenin açılmamış camına doğru bir kaplan gibi atladım. Cam kırıldı ve aşağı düşmeye başladım. Hızla koşarken bir keçi ayaklı "Gel benimle!" dedi ve malikaneyi saran ormanın içine doğru koşarak kayıplara karıştık.
Bu keçi bacaklı adam ile 2-3 saat koşarak bir ağacın yanına geldik. Geldiğim yerde bir tabelanın üstünde "Melez Kampı" yazıyordu. Yorgunluğuma yenik düşüyordum ve her adımımda bacaklarım uyuşarak yavaşlıyordum. Ağaçtan geçtikten sonra karların üstünde oynayan insanları gördüm. Burası güvenliye benziyordu. Yaralanmamıştım ve Satir beni bir yere götürüyordu. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda "Ait olduğun yere." dedi.