Sessizce derste bekliyordum yine. Öğretmenimiz tahtaya bir şeyler yazıyordu fakat ben onları bırakın anlamayı Disleksi hastalığım yüzünden okuyamıyordum bile. Bunun yanında birde dikkat eksikliği vardı. Durduğum yerde durmayı hiç sevmiyordum. Ama derste çokta zor olsa kendimi tutabiliyordum artık. Sessizce öğretmenimin tahtaya yazdığı kelimelere baktım. Ancak hala okuyamadım. Öğretmeninizin yazısı gerçekten kötüyse ve birde Disleksi hastalığınız varsa hiçbir şekilde dersi yakalamayacağınıza yemin edebilirim. Sadece bakabilirdiniz ama hepsi o.
Sınıfımızın duvarları deniz mavisine boyanmıştı. Sıralar ise tahta rengindeydi. Ve o sıraların birinde ben oturuyordum. Önümde ise kalın bir tarih kitabı vardı. Konumuz ise anladığım kadarıyla Eski Yunanlardı. Onlar neden beni ilgilendiriyordu anlamıyordum ki? Onları bilmem hayatımda neyi değiştirecekti ki? Sadece kuru bir bilgi. Öğretmenimizin sesi sınıfta yankılandı.
“Şimdi bana kim bu yazının ne anlama geleceğini söyleyecek?”
Kafamı kitaptan kaldırarak ümitsizce tahtaya baktım. Tahtada, anladığım kadarıyla, Yunanca bir yazı vardı. Kimsenin parmağı kalkmamıştı. Herkes birileri kaldırır diye bekliyordu sanki. Bir anda içinde “Ben olmalıyım bu!” gibi bir istek doğdu. Tahtaya dikkatlice baktım. Ama yanlış oldu. Ben orada Yunanca harfler vardır diye tahmin ederken harfler Latinceye döndü. Ve şöyle yazıyordu:
“Tanrı Zeus’a armağan sunun. Özellikle değerli şeyleri sever.”
Parmağımı kaldırdım. Öğretmen öncellikle meraklanmış gibi bana baktı. Sonra sessizce “Evet, Lucas.” Dedi. Bir anda sınıftaki tüm kafalar bana döndü. Bir an içinden bir titreme geçti. Herkes bana bakarken rahat söyleyemezdim ki. Derin bir nefes aldım ve tek nefeste söyledim.
“Tanrı Zeus’a armağan sunun. Özellikle değerli şeyleri sever.”
Anında öğretmenimizin gözleri büyüdü. Kuşkucu gözlerle bana bakıyordu. Sanki bunu bilmemi beklemiyor gibiydi. Bir an sanki bir şeyi yanlış yapmışım gibi hissettim. Ve yahut öğretmenin kuşkucu bakışları bana onu hissettirdi. Sessizce beni röntgenden geçirmiş gibi yaptı ve ardından duygusuzca “Doğru.” Dedi. Ve derse devam etti.
“O zamanlarda insanlar bir şekil yaparak kötülüklerin kendilerinden uzaklaşmasını sağlamışlardır.”
Bir tür pençe şekli yaptı ve bir anda havanın dalgalandığını zannettim. Ya da Disleksi hastalığım yüzünden bana öyle gelmişti. Sessizce öğretmene bakmaya devam ettim. Pençe şekli gerçekten beni meraklandırmıştı. İlginç bir şekildi. Öğretmenin tam olarak görmeyeceği bir yerde şekli yaptım. O anda birden sınıfta en nefret ettiğim üç çocuk birden sıralarının kaymasıyla yere düştü. Üçü farklı yerdeydiler ama sıraları aynı anda çekilmişti. Hem de ben tam şekli yapınca düşmüşlerdi. O sırada öğretmenin gözü bana kaydı. Bense olaylara bakmaktan şekli hala elimle yapıyordum. Öğretmenin gözleri iyice büyüdü ve bana bağırdı.
“Lucas hemen benimle gel!”
Hemen sıramdan fırladım ve öğretmenimin arkasından onu takip etmeye başladım. Öğretmenim gerçekten çok sinirlenmiş olmalıydı. Ama şekle mi kızdı anlayamıyordum. Müdürün odasına giden koridor önümdeydi. Demek ki müdüre gidecek kadar kötü bir şey yapmıştım. Ama tam o anda öğretmenim hademe odalarına döndü. Kapıdan bana dönerek konuştu “Sen burada bekle!”. Ve yine aynı şey: Sadece beklemek. En çok nefret ettiğim şeydir. Belki de dikkat eksikliğinden kaynaklanıyordu. Bilemiyorum.
En fazla 1 dakika geçmişti ki arkamdaki duvar patladı. O anda bulunduğum yere mıhlandığımı fark ettim. Korkudan ne arkama bakabiliyor ne de bağırabiliyordum. Sanki kenetlenmiş gibiydim. Yavaşça arkama döndüm. Arkamı döndüğümde bu karmaşanın ortasında sınıfta yere düşen ( ya da benim düşürdüğüm) üç çocuk vardı. Bana sinirle bakıyorlardı. Sanki beni yiyeceklerdi. Bir anda gözlerim buğulaştı. Sonra bir şaşı gibi görüntü ikiye ayrıldı. Tekrar birleştiğinde ise görüntü yanlış oldu. Artık orada üç tane çocuk yoktu. Üç tane pirinçten pençe ile metalden tüyleri olan kuşlar vardı. Bir an yanıldığımı zannettim. Fakat hala üç tane metal kuş vardı orada. Derslerden anımsadığı kadarıyla bunlar Stymphalian Kuşlarıydı.
Bunu nereden anımsadığım ise sadece bir sırdı. Kuşlar bana doğru fırladılar. Ne yapacağımı bilmiyordum. Onlardan gelen şiddetli hava yüzünden bir anlığına dengemi kaybettim ve yere düştüm. Bir anda her şeyi daha net görmeye başladım. Ve o anda aklıma dersteki şekil geldi. Şekli yaptım. Yaptığım gibi kuşlar yere düştüler ve kaygan zeminde kaydılar. Bir daha aynı şekli yaptım ve bir daha kaydılar. O sırada öğretmenim hızlıca koridor geri geldi. Bir anda gördüğü sahne karşısında dehşete düşmüş göründü. Elini kaldırdı ve gözlerini yumdu. Ne yaptığı beni ilgilendirmiyordu. Sadece kaçmak istiyordum. O sırada yer gök titredi sanki. Zeminden bazı yerler kırıldı ve içinden sarmaşıklar çıktı. Üç kuşu da sıkıca bağladıklar. O sırada sürekli odasında kalan hadememizde geldi. Yine çocuklar ilk çıktığındaki gibi oldu. İki tane görüntü oluştu ve birleştiğinde yine yanlış bir görüntü. Hademenin tek bir gözü vardı ve gözü de tam ortadaydı.
“Lucas, hemen onunla birlikte git! Seni güvenli bir yere götürecektir.”
Biraz korkarak adamı takip ettim. Onunda türünü biliyordum. O bir kikloptu. Pek dost canlısı olduklarını duymamıştım. Ama bu aksine çok sakin birine benziyordu. Sessizce onun arkasından bahçeye çıktım. Bana dönerek “Yeni bir melez. Evet, daha önce geyikler ile uçtun mu?” dedi. Bende hayır anlamında kafamı salladım. Geyiklerle uçmak mı? Bu imkânsız olmalıydı. O sırada kiklop elini şaklattı. Sanki geyiklerde onu bekliyormuş gibi bir anda önümüze konu verdi. Eski Yunan arabalarına benziyordu. Ses çıkartmadan kiklopun ardından arabaya bindim. Bir anda geyikler büyük hızla gökyüzüne havalandı. Hızla gidiyorduk. Artık soru sorabileceğim tek kişi kalmıştı: Yanımdaki kiklop.
“Hey! Neler oluyor burada”
Kiklop önce suratıma baktı. Ardından her şeyi açıklamak zorundaymış gibi derin bir nefes aldı. Ve konuşmaya başladı.
“Şu Tarih dersinde işlediğiniz Yunan Tanrıları falan filan. Hepsi gerçek tamam mı? Ve bunların her zaman çocukları olur. Sende o çocuklardan birisin.”
Beynimin mantıklı tarafı bunu inkâr ediyordu. Bunlar sadece hurafeydi, gerçek olamazdı. Ama bugün gördüğüm kudret-i mutlak biri tarafından yaratılmış kuşları ve onları engellemeye çalışan dalları yönetebilen Tarih öğretmenimden sonra inanmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Yutkunarak yere baktım. Altımda şehirler geçiyordu. Sessizce onları izledim.
Bir süre gittikten sonra Long Island taraflarında geyikler irtifa kaybetmeye başlamışlardı. Yavaşça ıssız bir bölgeye doğru inmeye başladık. Tereyağından kıl çeker gibi yere indiğimizde geyikler başlarını salladılar. Araçtan inmek için can atıyordum. Hızla aşağı atladım. O anda yukarıdan göremediğim bir kemeri fark ettim. Üzerine “Melez Kampı” yazısı oyulmuştu. Kiklop beni önce durdu ve şunları söyledi:
“O ağaçtan itibaren ileriye geçemeyeceğim. Korkma seni bekleyenler olacaktır. Yeni bir hayat seni bekliyor, Lucas.”
Sessizce kemere doğru ilerledim. Kemerin orada kocaman bir ağaç vardı ve ağacın üstüne bir tane post konmuştu. Ayrıca post parlıyordu. Hızlıca kemerin içinden geçtim. Ve bir an kendimi rüyada zannettim. Bir sürü çocuk ve satir oradan oraya koşturuyordu. Ve yapılarda Eski Yunan’dan fırlamaydı ama yepisyeniydiler. O sırada yarı at bir adam geldi ve gülümseyerek konuştu.
“Melez Kampına hoş geldin, genç melez!”