Okulum California'daydı, çünkü en yakın arkadaşlarım oradaydılar. Ange, Anna, Selly, Alex, Lia ve Arthur. Arthur'la aramızda neler yaşandığı önemli değildi, çünkü o çoktan başka kızlarla gezmeye başlamıştı ve ben ondan sonra bir şey daha yaşamıştım. Artık o benim gerçekten dostumdu, bütün sırlarını biliyordum, o da benimkileri biliyordu. Ve o gün ailemizi ziyaret etmeye karar vermiştik. Yani beraber bir kafede oturup, o yandaki kızları keserken ve ben de masum masum onu izlerken. Ailesini çok özlemişti ve ben de özlemiştim. Abimi, ablamı, babamı ve annemi. Evet, ben annem olarak Nike'ı değil, onu görüyordum çünkü bana gereğince ve belki de daha fazlasıyla bakmıştı. Ve özlediğim ailemin yanına gidiyordum.
Arthur'la beraber okul çıkışında bahçede buluştuk. Yanındaki kızı öperek uğurladıktan sonra eski duygularım depreşse de geçti ve beraber yürümeye başladık. Bana sürekli ailesinden bahsediyordu, babasını ve ablasını artık en ince detayına kadar biliyordum. Ama hep o konuşuyordu, o farklı.
Uçağa bindiğimizde her şey normal gibiydi. Uçak havalandı ve Zeus'un alanına yani gökyüzüne girdik. O sırada pencereden bir şey çok hızlı bir şekilde uçtu. Ne olduğuna bakmak için kafamı çevirdiğimde uçan yaratığın aslında bir canavar olduğunu anlamam uzun sürmedi. Birden bire uçağa çarptırdı, uçak sarsıldı. Herkes kaçışmaya başladı. Pilotun anonsları durumu yatıştırmaya yetmedi. Arthur sımsıkı koltuğuna yapışmıştı, yiğitlik yapmak istiyordu belli ama yapamıyordu. O sırada hostes can yeleklerini dağıtmakla meşguldü. Ben kılıcımı çıkartmıştım ama o anda titremeye başladım. Elimi cebime korka korka götürdüm ve ne göreyim, cep telefonum açık! Hem uçaktayız, hem de ben bir melezim. Bu büyük bir hataydı. Arthur bana kızgınlık dolu gözlerle bakarken ben de dışarıya paraşütle atlayan yolcuların arasından sıyrılıp, telefonumu aşağıya attım. Yeni bir hat almam gerekiyordu ama yeni bir can almaktan zor olmadığı aşikardı. Canavar bir süre aşağıya baktı ama sonra tekrar gözlerini bana dikti. Korkuyla çığlık attım ve koşturmaya başladım. Aklıma gelen en iyi fikir olan pilot kabinine girme fikrini uyguladım. Pilot sızmıştı, bence korkudan bayılmıştı. Yardımcı pilotların da yapabildiği tek şey pilota yardım etmekti. Yardımcı pilotları iterek direksiyonu aldım. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" derlerken direksiyonu sallamaya başlamıştım bile. Bence gayet güzel idare ediyordum, en azından daha deminki durumundan iyiydi. Kuleden emirler yağıyordu, hepsine bağırdım. "Ne var yaaa?" Ve mikrofonu kapattım. İleride bir düzlük görünüyordu, oraya inmek istiyordum. Ama canavar hala peşimdeydi. Uçağı canavarın üzerine hızla sürdüm ve aynı sırada öndeki camı delecek biçimde ok fırlattım. Canavar yorulmuştu, gitti. Ama benim elimde bir görev daha kalmıştı. Zeus'a dualar ettim ve yardımcı pilotların da yardımıyla yere indik. Yere iner inmez uçaktan atladım ve Plüton'umu çağırdım. Artık şundan emindim; pegasus ile yolculuk, uçakla yolculuktan kat kat daha iyidir.