Henry fakir bir aileden gelmektedir. Sadece babası vardır.Babası da alkoliğin tekidir. Bütün gün evde bira içer, bütün geçimi Henry'nin Burger King'de part-time işinden sağlarlardı. Henry
babasında nefret ederdi çünkü annesini o evden kovmuştu. Annesi Henry'yi kapının önüne bırakıp kaçmıştı. Henry'nin bu konuda yürüttüğü fikir annesinin babasında şiddet görmesi ve annesinin bu duruma katlanamayarak beni babama bırakıp kaçmasıydı. Babam benim için
sadece bir hata olduğumu ve doğmamamı dilediğini söylerdi. Benibabamdan ayıran tek şey karşı koyulmaz güzelliğimdi. Bunu annemden aldığını düşünüyordu çünkü babam sakalları, kel bir şişko adamdı.
Henry o gün her zaman ki gibi normal bir şekilde uyanmıştı. Ama hayatının değişeceği gün olduğunun farkında değildi. Açıkçası o çok şanslı bir erkekti fakat daha bunun daha farkında değildi. Sabah işe gitmek için hazırlandı. Kot pantolonu ve Burger King tişörtünü giymişti.Uzun saçlarını topladı ve ardından şapkasını taktı. Jerry (babası) koltuğunda uyuya kalmış gömleğine elinde içtiği bira dökülmüştü. Her taraf leş gibi kokuyordu. Henry apartman dairesindeki bodrumdan bisikletini çıkarıp alışveriş merkezine doğru yol almaya başladı. Çalıştığı yer bir alışveriş merkezinin yemek katındaydı. Saat sabah 08:00'de başlıyor 14:30'da bitiyordu.Bisikletini, alışveriş merkezinin açık otoparkında bisikletlere ayrılan bölmeye bırakmıştı. Yürüyen merdivenleri hızla geçmiş ve iş yerine ulaşabilmişti. Kasa personeli olarak çalışıyordu. İlk olarak küçük bir çocuk annesiyle birlikte gelmişti.
"Sipareşinizi alabilir miyim?" dedi Henry.
"Bir çocuk menüsü ve yanında meyve suyu lütfen" dedi bayan. Arkaya doğru seslendim ve kasadan işlemleri hallettim.
"6.99." dedi Henry.Kadın elindeki cüzdanındaki paraları şıngırdatarak bana parasını verdi ve Henry'da ona fişini verdi. Tepsiyi hazırladı ve kadına teslim etti ve gülümsedi. O sırada ufak tefek arkadaşı Grover geldi. Grover onun işten arkadaşıydı. Onu hiç yalnız bırakmazdı. Tıpkı bir özel koruma gibi . Gülüşü bir keçinin “melemesi” gibiydi. Ama bu sefer geldiğinde tedirgin bir şekilde ona bakıyordu.
Bütün gün boyunca “Melez Kampı, Kherio…” ve bunun gibi bir sürü acayip yerlerin ve isimlerini duydum. Ama kesin ve net olarak duyduğum şey “Seni buradan götürmeliyim.” Sözüydü.
Öğleden sonra tam Henry işten çıkacakken Grover yanına geldi.
“Henry seni buradan götürmeliyim. Her şeyi yolda anlatırım.” Dedi.
“Dostum, Grover tamam benimle çok ilgileniyorsun ama buradan gitme fikri de nereden çıktı?” dedi Henry.
“Sen bir melezsin. Eminim Tanrıları biliyorsundur. Poseidon, Hades, Zeus?” dedi Grover.
“Evet, biliyorum.” Dedi Henry.
“İşte sen bir melezsin. Bir Tanrının çocuğusun. İstesen de istemezsen de buradan ayrılman gerekiyor. Canavarlar peşinde. Mitolojik canavarlar.” dedi. Ama Grover onun konuşmasına bile izin vermeyerek kolundan tuttuğu gibi koşuşturmaya başladı.Henry tamamen şoka uğramıştı.Bu da ne demekdi şimdi?
Hemen alışveriş merkeziden dışarıya doğru koşmaya başladılar ve bir arabaya atladılar.Grover sürücü koltuğuna geçti ve arabayı sürmeye başladı.Henry kızgın bir şekilde:
''Nereye gidiyoruz hemen cevap ver!'' dedi.Bunu büyük bir snirle söylemişti.Ardından Grover:
''Söyledim ya sen bir melezsin.Şimdi Melez Kampı'na gidiyoruz.Yeni evin orası.'' dedi.Henry'nin beyninde tonlarca soru vardı.Fakat şimdi bu soruları teker teker soracak durumda olmadığı için başını arabanın arka camına yaslayıp Manhattan'ı seyretmeye başladı.